Bir vesileyle Gençlik ve Spor Bakanlığı’na gittim. Ziyaretime sebep daire başkanıyla görüşme esnada bakanlığın, yayın işlerine bakan daire başkanı beyefendi de geldi. Konuşmanın seyri kitap üzerinden devam ederken bir ara odadan ayrıldı ve elinde dört kitapla geldi. Takdim ettiği kitaplara şöyle bir baktım, hepsi de okuyacağım türdendi.
Geçmişte aynı bakanlığın yayın kurul üyeliğini yaptığım için bu denli kitapların olabileceğini biliyorum. İşimiz bitip vedalaşırken odasına davet ederek odasındaki kitapları gösterdi. ‘lütfen istediğinizi alınız’ dedi.
Normalde kitabı görüp de almamam, ilgisiz kalmam mümkün değil. Lakin iki kitaptan fazla almadım. Aldıklarımdan biri meşhur Endülüs âlimlerinden İbn Hazm’ın aşk ve sevgi üzerine yazdığı ‘Güvercin Gerdanlığı’ diğeri de kıymetli dostum, rahmetli Haluk Dursun’un ‘Nil’den Tuna’ya Osmanlı’ kitabıydı.
Prof. Dr. Haluk Dursun’un kitabı üzerinde duracağım. Kitabın isminden de anlaşılacağı gibi bahsettiği şehirlerin çoğu geçmişte Osmanlı, şimdilerde ise farklı devletlerin sınırları içindedir. Gezdiği şehirlerde gördüklerini ve hatıralarını yazmış.
Rahmetli Haluk Bey’le 1978-79 yıllarında rahmetli Mehmet Şevki Eygi’nin yazıhanesinde tanışmıştım. O Galatasaray Lisesi ben Fatih İmam-Hatip Lisesinde okuyordum. Dursun çalışkan, gayretli, velûd bir insandır. Türkiye’nin kültür literatürüne ciddi katkıda bulunmuştur.
Haluk Dursun, üniversite hocalığının yanı sıra, Topkapı müzesi ve Ayasofya Caminin -kapalı olduğu dönemde- müdürlüğü, 2014’de Kültür ve Turizm Bakanlık müsteşarlığı, 20 Temmuz 2018’de de Kültür ve Turizm Bakan Yardımcılığı görevlerinde bulundu. Görevi esnasında gittiği ve çok sevdiği Ahlat’tan dönerken Adilcevaz Erciş yolunda geçirdiği trafik kazasında vefat etti. Allah rahmet eylesin.
Kitabı okurken bazı şehirleri okur bırakırım diyordum. Bir de baktım ki durum hiç de öyle değil, ben de baştan sona okudum. Her bir şehirle ilgili verdiği bilgiler çok kıymetli olmakla beraber Mescid-i Aksâ’dan Mescid-i Aksâ’ya başlıklı yazısı daha bir dikkatimi çekti.
Filistin’in başkenti Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’yı dünya tanır. Bunun dışındaki bütün Mescid-i Aksâ ismiyle anılan mescitler, buna izafeten konmuştur.
Haluk Dursun; ‘(…) Avrupa politik hayatının önemli şehirlerinden Adalet Divanının bulunduğu Lahey’de (Den Hag) değişik milletlere mensup çok sayıda Müslümanın yaşadığını, her Müslüman millet kendi mahallesinde, kendilerine ait cami yaptırdığından bahsediyor.
Türkler de şehrin Yahudi mahallesinde cemaati kalmadığı için Belediye’ye devredilen sinagogu almışlar. Yahudiler sinagogu belediyeye devrederken bir de şart koşmuşlar. ‘Eğer her hangi birine veya kuruma satacak veya devredecek olursanız dini açıdan mahsurlu işlerin kullanımına verilmesin’ diye.
Türkler bunu duyar da durur mu? 1979’da gerekli hazırlıkları yaparak büyük bir gizlilik içinde sinagogu işgal etmişler. Kırk gün süren işgalin sonunda belediye ile anlaşarak bir milyon gulden devir parası ödeyip sinagogu satın almışlar.
Caminin ismini önce Fatih Camii koymuşlar, bilahare bulunduğu yerin Yahudilerin yoğun olduğu bir merkez, caminin de eski bir sinagog olmasından dolayı 1983’de ismini Mescid-i Aksâ olarak değiştirmişler.
Hollanda ziyaretinde Cuma namazını orada kılan Haluk Dursun, ezanı orada dinlemenin çok daha etkili olduğundan bahsediyor. Binin üzerinde cemaat, Türkler, Faslılar, Nijeryalılar, Pakistanlılar, Somalılar Endonezyalılar, Surinamlılar ve Müslüman olmuş Hollandalılardan oluşmaktaydı. Bu cemaat farklılığı Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’daki cemaat kadar ilginç geldiğini söylüyor. Farklı milletten bu kadar ‘Müslümanın, Namaz sonrası muhabbetlerini de Londra’daki Hyde Park’a benzetiyor. Orayı hatırlattığından bahsediyor.
Türkler sadece Lahey’de değil 1978’de Tiel şehrinde de bir havrayı alarak camiye çevirmişler. İsmini de Bilal-i Habeşi koymuşlar. Cemaatleri çoğalınca başka bir yere yeni cami yapıp, burayı da Somalili Müslümanlara vermişler. Hollanda’daki Somalili Müslümanların lideri yüksek rütbeli bir subaymış. Caminin devir teslimi esnasında ağlayarak yaptığı konuşmada; “Tarihte bize ilk camiyi Osmanlı Türkleri yapmıştı. Şimdi Avrupa’daki ilk camimizi de Cumhuriyet Türkleri verdiler. Bu ne önemli bir hadisedir” diye konuşmuş.
Hollanda’da II. Dünya Savaşı öncesinde yüz elli bin Yahudi bulunuyormuş. Savaş sonrası bu sayı yirmi beş bine döşmüş. (Bu olay Stefan Zweig’in ‘Kitapçı Mandel’ kitabını hatırlattı…) Kalan Yahudi nüfusun yarısı Amsterdam’da yaşamaktadır. Amsterdam’daki mücevher işletmeciliğinde dünya çapında isim yapmış Hollanda Yahudileri var. Kentin belediyesinde de etkililer.
Biz kendimiz olup, gücümüzü Allah’tan alır, çok çalışırsak üstesinden gelemeyeceğimiz iş yoktur.