عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ أَنَّهُ سَمِعَ رَسُولَ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) يَقُولُ…: “… أَيُّمَا رَجُلٍ جَحَدَ وَلَدَهُ وَهُوَ يَنْظُرُ إِلَيْهِ احْتَجَبَ اللَّهُ مِنْهُ وَفَضَحَهُ عَلَى رُءُوسِ الأَوَّلِينَ وَالآخِرِينَ.”

Ebû Hüreyre'nin (ra) işittiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur:

“…Kim göz göre göre çocuğunu(n kendisine ait olduğunu) inkâr ederse (kıyamet günü) Allah (cc) da onu rahmetinden uzaklaştırır ve gelmiş geçmiş herkesin önünde rezil eder.”

(D2263 Ebû Dâvûd, Talâk, 28-29)

***

عَنْ عَبْدِ اللَّهِ قَالَ: قُلْتُ: يَا رَسُولَ اللَّهِ أَىُّ الذَّنْبِ أَعْظَمُ؟ قَالَ: “أَنْ تَجْعَلَ لِلَّهِ نِدًّا وَهُوَ خَلَقَكَ”، قَالَ: ثُمَّ أَيٌّ؟ قَالَ: “أَنْ تَقْتُلَ وَلَدَكَ خَشْيَةَ أَنْ يَأْكُلَ مَعَكَ”، قَالَ: ثُمَّ أَيٌّ؟ قَالَ: “أَنْ تُزَانِىَ حَلِيلَةَ جَارِكَ.”

Abdullah (b. Mes'ûd) (ra) anlatıyor: “Ey Allah'ın Resûlü! En büyük günah hangisidir?” diye sordum. Resûlullah (sas), “Seni yarattığı hâlde, Allah'a (cc) ortak koşman.”  buyurdu. “Sonra hangisi?” deyince, “Yemeğine ortak olması korkusuyla çocuğunu öldürmen.” cevabını verdi. “Sonra hangisi?” diye sorunca, “Komşunun karısı ile zina etmen.”  buyurdu.

(B6001 Buhârî, Edeb, 20)

***

عَنْ عَائِشَةَ (رَضِيَ اللَّهُ عَنْهَا) قَالَتْ: دَخَلَتِ امْرَأَةٌ مَعَهَا ابْنَتَانِ لَهَا تَسْأَلُ، فَلَمْ تَجِدْ عِنْدِى شَيْئًا غَيْرَ تَمْرَةٍ فَأَعْطَيْتُهَا إِيَّاهَا، فَقَسَمَتْهَا بَيْنَ ابْنَتَيْهَا، وَلَمْ تَأْكُلْ مِنْهَا، ثُمَّ قَامَتْ فَخَرَجَتْ، فَدَخَلَ النَّبِيُّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) عَلَيْنَا فَأَخْبَرْتُهُ، فَقَالَ النَّبِيُّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : “مَنِ ابْتُلِىَ مِنْ هَذِهِ الْبَنَاتِ بِشَيْءٍ كُنَّ لَهُ سِتْرًا مِنَ النَّارِ.”

Hz. Âişe (ra) anlatıyor: “Yanında iki kız evlâdı olan bir kadın, bir şeyler istemek için gelmişti. Yanımda (ona verecek) bir hurmadan başka bir şey yoktu. Hurmayı ona verdim. Onu iki kızına bölüştürdü ve kendisi hiç yemedi. Sonra kalktı ve çıktı. Ardından Hz. Peygamber (sas) yanımıza geldi. Olanları ona anlattım. Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurdu: "Her kim kız çocukları sebebiyle sıkıntı çekerse, o kızlar onun için cehennem ateşine siper olur." ”

(B1418 Buhârî, Zekât, 10)

***

عَنْ عَمْرِو بْنِ شُعَيْبٍ، عَنْ أَبِيهِ، عَنْ جَدِّهِ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : “لَيْسَ مِنَّا مَنْ لَمْ يَرْحَمْ صَغِيرَنَا وَ[لَمْ] يَعْرِفْ شَرَفَ كَبِيرِنَا.”

Amr b. Şuayb'ın (ra), babası aracılığı ile dedesinden naklettiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur: “Küçüğümüze merhamet etmeyen ve büyüğümüzün saygınlığını kabul etmeyen bizden değildir.”

(T1920 Tirmizî, Birr, 15)

***

عَنِ ابْنِ عُمَرَ قَالَ: وُجِدَتِ امْرَأَةٌ مَقْتُولَةٌ فِى بَعْضِ تِلْكَ الْمَغَازِى، فَنَهَى رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) عَنْ قَتْلِ النِّسَاءِ وَالصِّبْيَانِ.

İbn Ömer (ra) anlatıyor: Savaşlardan birinde öldürülmüş bir kadın bulundu. Bunun üzerine Resûlullah (sas) kadınların ve çocukların öldürülmesini yasakladı.

(M4548 Müslim, Cihâd ve siyer, 25)

***

عَنِ النُّعْمَانِ بْنِ بَشِيرٍ قَالَ: تَصَدَّقَ عَلَيَّ أَبِى بِبَعْضِ مَالِهِ فَقَالَتْ أُمِّى عَمْرَةُ بِنْتُ رَوَاحَةَ: لاَ أَرْضَى حَتَّى تُشْهِدَ رَسُولَ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) ، فَانْطَلَقَ أَبِى إِلَى النَّبِيِّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) لِيُشْهِدَهُ عَلَى صَدَقَتِى، فَقَالَ لَهُ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : “أَفَعَلْتَ هَذَا بِوَلَدِكَ كُلِّهِمْ؟” قَالَ: لاَ، قَالَ: “اِتَّقُوا اللَّهَ وَاعْدِلُوا فِى أَوْلاَدِكُمْ” فَرَجَعَ أَبِى فَرَدَّ تِلْكَ الصَّدَقَةَ.

Nu'mân b. Beşîr (ra) anlatıyor: “Babam servetinin bir kısmını bana bağışladı. Bunun üzerine annem Amra bnt. Revâha, "Allah Resûlü (sas) şahit olmadıkça ben (bu işe) razı değilim." dedi. Babam, bana yaptığı bağışa şahit olmasını istemek üzere Hz. Peygamber'in (sas) yanına gitti. Resûlullah (sas) ona, "Bunu bütün çocuklarına yaptın mı?" diye sordu. Babam, "Hayır." diye cevapladı. Bunun üzerine Resûlullah (sas), "Allah'tan (cc) korkun, çocuklarınız arasında adaletli olun!"  buyurdu. Babam da geri döndü ve bağışından vazgeçti.”

(M4181 Müslim, Hibe, 13)

***

Aralarında bir yaş olan iki oğlan çocuğu Medine Mescidi’ne girdiklerinde, herkes pür dikkat hutbeyi dinlemekteydi. Kırmızı gömlek giymiş olan küçükler acemi adımlarla yürürken sendeleseler de minberdeki dedelerine ulaşmakta kararlı görünüyorlardı. Resûl-i Ekrem’in (sas), torunlarına karşı hissettiği muhabbet öylesine yoğundu ki Hasan (ra) ve Hüseyin’i (ra) görmezden gelerek konuşmaya devam edemedi ve Allah’ın Resûlü (sas), cemaatin hayret dolu bakışları arasında üç basamaklı olan minberinden indi. İleride cennet gençlerinin efendileri olacaklarını müjdelediği iki yavruyu kucakladı. Hutbesini tamamlamak üzere torunlarıyla birlikte tekrar minbere çıktığında şöyle diyordu: "Allah (cc), "Mallarınız ve çocuklarınız imtihan vesilesidir."  derken ne kadar doğru söylemiş! Şu iki yavrunun düşe kalka yürüyüşünü görünce dayanamadım da sözümü keserek onları kucağıma aldım."

Kızmamıştı Peygamberimiz (sas). Bilakis mutlu olmuş, belki akıp giden cümlelerini duraklatacak kadar heyecanlanmış ve torunlarına olan sevgisini açıkça göstermekten çekinmemişti. Bu sevgi, yaratılırken insanoğlunun özüne işlenmiş, gönlüne yazılmıştı. Allah (cc), insana evlât sahibi olma ve neslini sürdürme arzusu vermiş, çocuk sevgisiyle yanan yüreklerinden yükselen dualarla kendisinden evlât isteyen sayısız kulunu geri çevirmemişti.

Ancak yavrularına sevgisini dile getiren Peygamber Efendimizin (sas), böylesine derin bir sevginin kimi zaman zaafa dönüştüğünü hissettirmesi son derece manidardı. O (sas), çocuğa olan ilgimizin hayatın en ciddi sınanma noktalarından biri olduğuna dikkatleri çekmekteydi. Bu konuda kullarını uyaran Rabbimizin (sas) âyetlerinden birini örnek olarak okurken, "Sevgiye yenik düşerek sınavı kaybedenlerden olmayın." der gibiydi. Nitekim Yüce Allah (cc) da sevimliliği ile insanı peşinden sürükleyen bir çocuğun, her ne kadar gözde dünya nimetlerinden biri olsa da aslında boyundan büyük bir imtihan olduğunu defalarca hatırlatmaktaydı: "Bilin ki mallarınız ve çocuklarınız birer imtihandan ibarettir. Katında büyük mükâfat olan ise ancak Allah’tır."

Anne baba çocuklarının sahibi değil, emanetçisidir. Çünkü Allah (cc), yeryüzüne yeni bir can göndermeyi murad etmiş ve bu canın oluşumu, doğumu ve gelişimi için anne babayı görevlendirmiştir. Dolayısıyla emanetin sahibi olan Yüce Rabbimize (cc) karşı ciddi bir sorumluluk yüklenen ebeveyn, O’nun (cc) kendilerine teslim ettiği küçük insanı lâyıkıyla büyütmekle mükelleftirler. Böylesine yüce bir ismin emanetine gözleri gibi bakmak ve asla hıyanet etmemek zorundadırlar. Bu durum, çocuk üzerinde istedikleri tasarrufta bulunma özgürlüklerinin olmadığı anlamına gelir. Zira bir gün gelecek, emanetini nasıl yoğurup şekillendirdikleri, neyle besleyip hangi şartlarda muhafaza ettikleri hususunda Allah’a (cc) hesap vereceklerdir.

Dünya hayatının süsü olan çocuğun esaslı bir imtihan oluşu, insanın neredeyse tüm vaktini dolduracak kadar meşgul edici olmasıyla da alâkalıdır. Gecesini gündüzüne katarak evlâdıyla ilgilenen, ilgilenmek zorunda kalan anne baba için, hayatın akışı bütünüyle çocukların gelişimine odaklanmış gibidir. İhtiyaçların biri biterken diğeri başlar, sorunların biri çözülürken diğeri düğümlenir. Oysa insan, çocuğuna sevgi ile bağlanırken, onun hayatı öğrenmesi ve ayakları üzerinde durabilmesi için çabalarken, kendi hayatının ana gayesini unutmamalıdır. Çocuğu ile meşgul olurken aslî vazifesini aksatmamalı, Rabbine (cc) karşı kulluk bilinci içinde yaşamayı ihmal etmemelidir. Çocuk, insanın hayattaki ana gayesi ve tek endişesi olmamalı, hele hele kibir ve azgınlık kaynağı hâline gelmemelidir. "Ey iman edenler! Mallarınız ve evlâtlarınız, Allah’ı (cc) zikretmekten sizi alıkoymasın."  uyarısına kulak vermeyenlerin aldandığını ve ziyana uğradığını akıldan çıkarmamalıdır.

Çocuk eşsiz bir lütuftur; ancak her nimet gibi külfetini de beraberinde taşıyarak hayatımıza gelip yerleşir. Önümüze getirip bıraktığı ve halletmemizi ya da sabretmemizi istediği öyle çok sınav vardır ki! Onu kendimize tercih eder, yemez yedirir, giymez giydiririz. Kendisine verilen bir hurmayı tam ağzına atmak üzereyken çocukları isteyince onlara bölüştüren bir anne için Peygamberimizin (sas), "Sırf bu hurma sebebiyle Allah (cc) onun cennete girmesini kesinleştirmiş ya da bu hurma sayesinde onu cehennemden azat etmiştir."  buyurduğunu bilerek ümit besleriz. Hatta bazılarımız hayat arkadaşını kaybeder ve çocuğunun yükünü tek başına sırtlayarak onun hem annesi hem babası olur. "Kocasından dul kalıp da asil ve güzel olduğu hâlde evlenmeyerek, yetimleri ev bark sahibi oluncaya ya da ölünceye kadar kendisini onlar için feda eden, bu uğurda (güneşte çalışmaktan) yanakları kararan/çöken kadın ile ben cennette şu iki parmağım kadar birbirimize yakın olacağız."  buyuran Peygamberimizin (sas) komşuluğunu arzular.

Bazen hastalığı ve sağlığı ile çocuğun ‘varlığı’ sınavdır. Büyümüş hatta evlenmiş olsa bile ateşlendiğinde telaşlanır, hâline kıyamayız. Tıpkı sevgili kızı Âişe’nin (ra) sıtmaya yakalandığını duyduğunda yanına koşan, onu öpüp kokladıktan sonra hâlini soran Hz. Ebû Bekir (ra) gibi... Bazen de ölümü ve kaybı ile çocuğun ‘yokluğu’ sınav olur. Arkasından ne kadar üzülsek de acımızı isyana çevirmez, sabretmeye çalışırız. Tıpkı minicik oğlu İbrâhim kollarında can çekişirken bağrına basarak gözyaşı döken Resûlullah (sas) gibi... O Merhamet Peygamberi’nin (sas) müjdesiyle, yanan ciğerlere su serpilir de küçükken ölen çocuğun cehennem ateşine siper olacağı ümidiyle yaşanır. Allah Resûlü’nün (sas) ifadesiyle, gün gelecek, önden giden bu yavrular anne babalarına cehenneme girmesine engel olacak, onlara cennetin kapısını açacak, ellerinden tutup onları cennete koyacaktır.

Bunca sınavın ardından kimi zaman verilen emekler karşılığını bulur ve evlât ile cennetteki birlikteliğe kadar uzanan bir dostluk kurulur. Ama kimi zaman da çabalar yerine ulaşmaz, gayretler semeresiz kalır ve evlât düşman kesilir. Her ne kadar çocuğunun gelecekte faydalı bir birey olup olmayacağını bilemese de, sonuçta anne babanın üzerine düşen, ona karşı sorumluluklarını yerine getirmektir.

Kuşkusuz sorumluluk duygusu, kendi menfaatlerini korumak kadar muhatabın haklarını da gözetmeyi gerektirir. Hele karşı taraf narin ve hakkını koruyamayacak kadar güçsüz bir çocuk ise onu çiğnememek çok daha mühimdir. Çünkü hakları görmezden gelinerek ezilen çocuk, güveni, adaletin değerini ve hak ettiğine kavuşmanın mutluluğunu tadamayacaktır. Daha da kötüsü, ileride kendinden zayıf olanları ezmeyi öğrenecek ve sorumsuz bir ebeveynin yetiştirdiği yetersiz bir insan olarak, yetersiz evlâtlar yetiştirecektir. Böylesine olumsuz bir döngünün toplumun geleceğini ne derece kötü etkileyeceği ortadadır. O hâlde çocuğun bir insan olarak doğuştan sahip olduğu hakları çiğnenmemeli, lâyık olduğu değeri hissetmesi sağlanmalıdır.

Allah Resûlü’nün (sas) Abdullah b. Amr b. Âs’ı uyarırken, "Çocuğunun senin üzerinde hakkı var!"  buyurarak dikkat çektiği bu hakların başında, onu daha anne rahmine düşmeden dualarla karşılamak gelir. Anne ve baba, yavrularının oluşumu için ilk adım olan birleşmeden önce hem kendilerini hem de çocuklarını şeytandan uzak kılmasını dileyerek Allah’a (cc) niyazda bulunmalıdır. Bir çocukları olacağını anladıkları andan itibaren üzerlerine düşen ise onu gönül rızası ile kabullenmektir.

Kâinatın sahibi Yüce Rabbimiz (cc), "Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’a (cc) aittir. O (cc) dilediğini yaratır. Dilediğine kız evlât, dilediğine erkek evlât verir. Ya da erkek ve kız olmak üzere çifter çifter verir ve dilediği kimseyi de kısır bırakır. O (cc), bilen ve gücü yetendir."  buyurmaktadır. Kısacası yeni bir canın dünya havasını soluması O’nun (cc) kararına bağlı olup, hiç kimse bu kararı reddetme hakkına sahip değildir. Oysa insanlar çağlar boyunca nice yavruyu daha doğmadan yok etmiş ya da doğar doğmaz öldürerek yaşama hakkını elinden almıştır.

Her ne kadar evlât sahibi olmak insanın vazgeçilmez arzularındansa da, bazen anne ve baba için çocuk beklenmedik ve hatta istenmedik bir sürpriz olabilir. Ancak şartların olumsuzluğu ve ebeveynin gönülsüzlüğü yüzünden günahsız bir çocuk bedel ödememelidir. Bu nedenle Peygamberimiz (sas), "...Kim göz göre göre çocuğunu(n kendisine ait olduğunu) inkâr ederse (kıyamet günü) Allah (cc) da onu rahmetinden uzaklaştırır ve gelmiş geçmiş herkesin önünde rezil eder."  buyurur.

Geçim sıkıntısı içerisinde olan bir aile, sofraya bir boğaz daha ekleneceğini duyduklarında, "Geçim endişesi ile çocuklarınızın canına kıymayın. Biz, onların da sizin de rızkınızı veririz. Onları öldürmek gerçekten büyük bir suçtur."  âyetini hatırlamalıdır. Zira Peygamberimiz (sas), yemeğine ortak olması korkusuyla çocuğunu öldürmeyi en büyük günahların arasında saymaktadır. Medineli Müslümanlar ilk defa kendisiyle Akabe’de buluşup iman ve bağlılıklarına dair biat ettiklerinde, onlardan çocuklarını öldürmemek üzere söz almıştır. Allah ve Resûlü’nün (sas) katında, bir çocuğun dünyaya gelişine engel olmanın, haksız yere bir yetişkinin canına kıymaktan farksız olduğu ortadadır.

Çocuğun kız olduğu için yaşamasına izin vermemek ise tarifi mümkün olmayan bir canilik ve büyük bir günahtır. Câhiliye döneminin müşrikleri gibi, kızı olacağı müjdelendiğinde öfkeden yüzü kapkara kesilen ve utanç içerisinde ondan kurtulmanın yollarını aramaya başlayan bir baba, kadını da erkeği de yaratanın kendisi olduğunu hatırlatan Allah’a (cc) bu utancı nasıl açıklayabilir? Hesap gününde bu küçük kıza hangi günahtan ötürü diri diri toprağa gömüldüğü veya daha anne karnındayken kürtajla düşürüldüğü sorulduğunda ne cevap verecektir? Hâlbuki Peygamber Efendimiz (sas), "Her kim kız çocukları sebebiyle sıkıntı çekerse, o kızlar onun için cehennem ateşine siper olur."  sözleriyle kız evlâdı büyütmenin zor olduğu kadar karşılığının büyük olduğuna dikkat çekmekte, kızını güzelce yetiştiren anne babaya da cennet müjdesi vermektedir.

Bir yavru, daha anne karnında iken ebeveyni tarafından korunmaya muhtaçtır. Anne babası onu şiddet içeren, gerilimli ve huzursuz ortamlardan uzak tutmalı, helâl ve sağlıklı gıdalar aracılığı ile beslenip büyümesini sağlamalı, sigara ve alkol gibi zararlı maddelerin kanına karışmasına engel olmalıdır. Kız olsun erkek olsun, doğan her çocuk, kendisini karşılayan anne babadan ilk günden itibaren iyilik görme hakkına sahiptir. Hayat boyu sürecek bu iyilikler zincirinin ilk halkalarını doğumdan sonraki görevler oluşturur. Allah’ın Sevgili Elçisi (sas), yeni doğan bebeğe kulağa hoş geldiği kadar anlamı da güzel olan bir isim koymayı tercih ederken, ağzında çiğnediği bir lokmacık hurma ile yavrunun damağını tatlandırmayı ve ona geleceği için hayır dualar etmeyi âdet edinmiştir. Peygamberimiz (sas) tarafından doğumun yedinci gününde yapılması uygun bulunan bu küçük törenle bebek ismine kavuşur ve kulağına ezan okunur, tıraş edilen saçlarının ağırlığınca gümüş sadaka verilir ve akîka kurbanı kesilir. Böylece anne baba hem çocuklarının canını bağışlayarak onu bu dünyaya sağ salim gönderen Allah’a (cc) şükretmiş, hem de yavrularının lâyık olduğu ilk hediyeleri sunmuş olur.

Çocuğun giydirilip doyurulması onun tabiî bir hakkıdır. Bebeğin annesi tarafından emzirilmesini sağlamak için elden gelen bütün imkânları seferber etmek son derece önemlidir. Nitekim Hz. Musa (as), Firavun’un sarayında da olsa annesinin bağrında büyümüştür. Savaş esirleri arasındaki bir düşman çocuğunun bile annesinden ayrılarak satılmasına izin vermeyen Peygamberimiz (sas) ise, "Anne ile evlâdının arasını ayıranın, Allah (cc) da kıyamet günü sevdikleriyle arasını ayırır."  buyurmuştur. Bu ne büyük bir tehdittir! Çocuğun anne kucağında büyüme hakkına sahip olduğunu belirten Allah Resûlü (sas), elbette maddî ve mânevî her türlü tehlikeden korunmuş bir nesil arzu etmektedir.

Sadece annesinden değil babasından da sevgi ve şefkat görerek büyümek, çocuğun en doğal haklarından birisidir. Kur’ân-ı Kerîm’de anneler ve evlâtları anlatıldığı kadar, Hz. Yakub (as) gibi Yusuf’una (as) son derece düşkün bir babanın hasret ve sevgi dolu cümlelerine yer verilmesi çok etkileyicidir. Aynı şekilde Rabbine verdiği sözden dönmeyen ama yavrusu İsmâil’i (as) kurban etmeye de kıyamayan bir baba olarak Hz. İbrâhim’in (as) anlatıldığı âyetler uzun uzun düşünülmeye değerdir. Resûl-i Ekrem’in (sas) de sadece bir baba ve dede olarak değil, ümmetin Peygamberi olarak çevresindeki bütün çocuklara kucak açması, peygamberlik geleneğinin bir devamı olamaz mı?

Çocuk sevgiyle filizlenir, şefkatle serpilir, merhametle büyür. Farklı şekillerde de olsa her çağda ebeveyninden şartsız ve hesapsız sevgi görme hakkına sahiptir. Bunun içindir ki Sevgili Peygamberimiz (sas) çocuklara karşı hiç çekinmeden sevgi sunumunda bulunmuştur. O (sas), kimi zaman çocukları sımsıkı kucaklamış ve öpmüş, kimi zaman da mis kokulu elleriyle okşamıştır. Çocuğun en az disiplin ve ciddiyet kadar şaka ve oyuna da ihtiyacı olduğunu bildiğinden, ağzına su alıp çocuklara püskürtmekten ya da atçılık oynayıp torunlarını sırtında gezdirmekten geri durmamıştır. Çocuğuna şefkat gösterenleri hayırla anarken, sevgisini çocuktan esirgeyenleri esefle kınamış ve "Küçüğümüze merhamet etmeyen ve büyüğümüzün saygınlığını kabul etmeyen bizden değildir."  buyurmuştur.

Muhabbet ve merhametin bir tezahürü olarak büyüklerinden hayır dua almak, çocuğun bir diğer hakkıdır. "Rabbim! Bu şehri güvenli kıl. Beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut."  diye yakaran Hz. İbrâhim (as) misali, anne babalar yavrularının bugününü ve geleceğini dualarla desteklemelidir. Nitekim Peygamberimizin (sas), kucağına oturttuğu yavrulara mallarının ve nesillerinin bereketlenmesi, bağışlanmaları ve merhamete erişmeleri için ettiği sayısız dua vardır. Dolayısıyla çocuğun sadece maddî ihtiyaçlarını karşılamakla yetinmeyerek, onu mânevî yönden de desteklemek Peygamberimizin (sas) sünnetidir.

Çocuğun korunma ihtiyacı söz konusu olduğunda da aynı ikili dengeyi görürüz. Allah’ın Resûlü (sas), "(Güneş batıp) gece karanlığı başladığında —veya akşam olduğunda— çocuklarınızın dışarı çıkmalarına engel olun."  buyururken, karanlıkla beraber sokaklara hızla yayılan kötülüklerden çocukları muhafaza etmeye çalışmaktadır. Savaşta kadınların ve çocukların öldürülmesini yasaklarken onların can güvenliğini sağlamayı hedeflemekte, yaşı küçük olanların orduya katılmasına engel olurken de onları muhtemel bedensel ve ruhsal zararlardan korumaktadır. O kadar ki Rahmet Elçisi’nin (sas) gönlü, tedavi amaçlı bile olsa çocuğa acı çektirilmesine razı olmaz ve mümkünse eziyet vermeyen yolların denenmesini ister.

Diğer taraftan Hz. Peygamber (sas), çocuğun mânevî açıdan yara alabileceği konularda da korunma hakkına sahip olduğuna dikkat çeker. Evlâtlarına lânet okumamaları konusunda anne babaları uyarır. Çünkü duaların geri çevrilmediği bir âna rast gelirse, bedduanın bedelini ödeyecek olan çocuktur. Ayrıca adaletsizliğe uğraması ve horlanıp küçümsenmesi, çocuğun duygusal olarak ağır biçimde zedelenmesine sebep olduğundan, Efendimiz (sas) tarafından bu davranışlar kesinlikle yasaklanmıştır. Ebeveynin evlâtlarından birisine ayrı bir sevgi ve ihtimam göstermesinin ne denli acı sonuçlar doğurabileceğine, Hz. Yusuf (as) ve kardeşleri şahittir. Dolayısıyla Peygamberimiz (sas), bir evlâdı herhangi bir meziyetinden dolayı kayırmayı, diğerlerinden üstün tutarak ona daha fazla hoşgörü ve ikramda bulunmayı kesinlikle affetmez. Öbür çocuklarına vermediği hâlde oğlu Nu’mân’a mal bağışlamaya niyetlenen Beşîr’i sert bir dille reddederken, "Beni şahit tutma. Çünkü ben adaletsizliğe şahit olamam!"  buyurur. Çocuğun kendisine karşı insaflı ve âdil davranılması hakkına işaret eden değişmez buyruk, son derece nettir: "Allah’tan (cc) korkun, çocuklarınız arasında adaletli olun!"

Aslında Sevgili Peygamberimizin (sas) çocuk haklarına dair öğretileri adım adım izlendiğinde, çocuğa ‘büyük adam muamelesi yaptığını’ görmemek imkânsızdır. Belki de meselenin gelip düğümlendiği nokta burasıdır. Bir yetişkin, karşısındaki çocuğa geleceğin yetişkini gözüyle bakabildiğinde, insanlık onuruna saygı göstererek onu cisminin küçüklüğüyle değil, ruhunun yüceliğiyle değerlendirebildiğinde, hak hukuk kaygısı da sona erecektir. İşte bu hassas noktada Allah Resûlü’nün (sas) örnekliği bütün dilleri susturacak kadar etkileyicidir.

O Yüce Elçi (sas), çocuğun varlığını görmezden gelmez; çocukların yanından geçerken selâm verir, sizi fark ettim dercesine... O, çocuğun derdiyle ilgilenir; küçük Ebû Umeyr’e rastladığında serçesini sorar, "Senin için önemli olan şeyleri ben de önemsiyorum." dercesine... O, çocuğun sağlığına değer verir; bir Yahudi çocuğu hastalandığında ziyaretine gitmekten ve onu Müslüman olmaya davet etmekten çekinmez, "Benim gözümde sen, ailenden bağımsız bir bireysin." dercesine... O (sas), kızı Fâtıma (ra) yanına geldiğinde ayağa kalkıp karşılamayı, elinden tutup kendi yerine oturtmayı sever, "Bana en çok benzeyene selâm olsun." dercesine... O (sas), çocuğun tercihlerini dikkate alır; annesi ve babası boşanan bir çocuğu, ikisinden birisini tercih etmekte serbest bırakır, "Kararına saygılıyız." dercesine...

Ve O (sas), içtiği meşrubatın kalanını yanındakilerle paylaşmak istediği bir gün, âdeti olduğu üzere ikrama sağdan başlamak ister. Ama sağına döndüğünde bakar ki yanı başında bir çocuk oturmakta. Solunda ise ashâbın yaşlıları dizilmiş. Çocuğun sırasını atlamaz Peygamberimiz (sas), hatırını yıkmaz. "Meşrubatı önce bu yaşlılara vermeme izin verir misin?"  diye sorar. Akıllıca bir cevap gelir: "Hayır. Vallahi, senden gelen nasibim için kimseyi kendime tercih edemem!" Bu akıllı çocuk, Resûl-i Ekrem’in (sas) amcasının oğlu Abdullah b. Abbâs’tır (ra). İşte o zaman Peygamberimiz (sas) ikrama çocuktan başlar, "Buyur, küçük adam!" dercesine...

Resûlullah’ın (sas) bize öğrettiğine göre, çocuklarımızın yaşama dâhil olmaya ve büyüklerin gözetiminde sosyal hayatı tanımaya hakları vardır. Bu açıdan baktığımızda görürüz ki O (sas), ibadet hayatından çocuğu uzaklaştırmamış, kimi zaman bir saf oluşturacak kadar çocuğa vakit namazlarında mescidinde yer ayırmıştır. Savaştan ya da yolculuktan dönerken kendisini karşılamaya çıkan kalabalığın arasındaki çocuklara özel ilgi göstermiş, onları kucaklayıp bineğine alarak şehre girmekten zevk almıştır. Sohbet meclislerinde çocukların bulunmasını engellememiş, dahası kendisine getirilen taze bir mevsim meyvesini öncelikle yanında oturan çocuklara ikram etmiştir.

Küçük insana tanınan bunca hak, din, dil, ırk ve cinsiyet farkı olmaksızın her biri için geçerlidir. Sıcak aile ortamının sunduğu imkânlarla büyüyen şanslı bir çocuk kadar, korunmaya muhtaç ve ezilmiş bir çocuk da aynı hakları beraberinde taşıyarak dünyaya gelir. Peygamber Efendimizin (sas), "Her hak sahibine hakkını ver!"  buyruğu kulaklardan silinmemelidir. Nihayetinde zayıf ve kimsesiz çocuklara yardımın öncelikle Kur’an’ın emri olduğu unutulmamalıdır. Ve bizim öyle bir Peygamberimiz (sas) vardır ki namaz kadar ulvî bir ibadeti eda etmek için ashâbına imam olduğunda bile, cemaatindeki ufacık bebeklerin hâlini ve hakkını gözetir: "Bazen kıraati uzatma niyetiyle namaza başlıyorum da bir çocuğun ağlayışını duyunca annesinin ona gösterdiği şefkatten dolayı yaşayacağı tedirginliği düşünerek namazı hafif kıldırıyorum."

Her çocuk, ergenliğe erişene dek yaptıklarından dolayı hesaba çekilmeyecek kadar masum; yaptığı hatalar yazıcı melekler tarafından kaydedilmeyecek kadar günahsızdır. Bir gün gelip yetişkinler arasına katılacak ama çocukken yaşadıklarının etkisini bir ömür üzerinde taşıyacaktır. Şayet anne babası onu haklarına riayet ederek hayata hediye etmişlerse, emeklerinin karşılığını eksiksiz alacaklardır. Peygamber Efendimiz (sas), arkalarında bıraktıkları bu güzel eserin duaları sayesinde, öldükten sonra bile amel defterlerinin kapanmayacağını ebeveyne müjdelemektedir. Anne ve baba, cennette, "Yâ Rabbi, bu yüce dereceye nasıl eriştim?" diyecek kadar şaşırdıklarında alacakları cevap bir ömre bedeldir: "Evlâdının senin için bağışlanma dilemesi ile!"

Kaynak: Diyanet Hadislerle İslam