Kardeşim, sen düşünceden ibaretsin
Geriye kalan, et ve kemiksin
Gül düşünür, gülistan olursun
Diken düşünür, dikenlik olursun (ı)
İyi düşünmek, iyi bakmak ve iyi görmek; tabiatımızın gereğidir.
Kötülük ise bunun zıddıdır.
‘Kendini bilen Rabbini tanır’ diye güzel bir söz vardır.
Yüce yaratıcı insana kendini tanıtmak, unuttuklarını hatırlatmak için zaman zaman öğütçüler göndermiştir. Dinin temel şartı bu öğütçüler vasıtasıyla unutma özelliği bulunan insana gerçekleri öğretmektir, hatırlatmaktır. Nitekim Cenab-ı Hak, ideal insanın nasıl olması gerektiğini elçileri vasıtasıyla göstermiştir.
Hatırlatıcılar ve ilahi kitaplar vasıtasıyla bildirilen gerçeklerden hareketle hiç bir insan ben bilmiyordum, ben duymamıştım ben görmemiştim diyemez, sorumluluktan da kaçamaz.
İnsanın yapacağı ve yapamayacağı, gücünün yettiği veya yetmediği işler vardır. Bizler ancak gücümüzün yettiği ve yapabileceklerimizden mesulüz. İnsanın her şeyi bilmesi ve yapması zaten mümkün değil.
Her insanın ferdi veya toplumsal görevleri vardır. Onu en iyi şekilde yapması asli görevidir.
Yetkisi dışındaki olaylarla ilgili söyleyecek sözü varsa yeri ve zamanı geldiğinde usulünce söylemeli, icap ediyorsa da gereğini yapmalıdır…
Son yıllarda kitle iletişim vasıtalarının çoğalmasıyla birlikte, her şey görünür, her şey bilinir oldu. Hal böyle olunca da ‘bilgi oburluğu’ meydana geldi.
Maalesef çoğu zaman haddimizi bilmeksizin cereyan eden olaylarla ilgili ileri-geri yorumda bulunuyoruz.
Bizleri ilgilendirsin veya ilgilendirmesin, fikrî olarak kendimize yakın hissettiğimiz grubu da ardımıza alarak, ağzımıza geldiği gibi konuşuyoruz.
Toplumumuzun zaafını bilen kanal sahipleri, sözüm ona uzman insanları ekranlara çıkartıyorlar.
Konuşanların birçoğu cerbeze yapıyor. İnsanları doğruya ve güzele davet etmekten ziyade kendini veya temsil ettiği hizbini haklı göstermeye, ikinci şahsı da rencide etmeye çalışıyorlar. Bunları yaparken de iyi-kötü, doğru-yanlış ve hak-hukuk kavramına riayet etmiyorlar.
Tarihi şu örnek sanki yaşadıklarımıza ışık tutmaktadır.
İmam-ı Azam, ‘baba bugün öyle bir tartışma yaptım ki, rakibimi perişan ettim’ diyen oğlunu tartışmadan men ediyor. Oğlunun ‘sen de tartışmana rağmen niçin bana yasaklıyorsun’ dediğinde; İmam, “oğlum biz tartışırken karşımızdakini küçük düşürmek, aşağılamak için değil, doğruyu öğretmek ve göstermek yahut ta rakibimizin ağzından çıkacak doğruyu öğrenmek için yapıyoruz.” diye cevap verir.
Allah’ın bize bahşettiği ömrü hovardaca harcamayalım.
Kulluğumuzun gereğini yerine getirmeye çalışalım.
Hesabını vermeyeceğimiz işlerle vaktimizi zayi etmeyelim.
Herkesi kıymetli, her varlığı değerli görmeliyiz.
İyilikten iyi bir şeyin olmadığı gibi, kötülükten kötü de bir şey yoktur.
Dolayısıyla insanlarla ilgili değerlendirme yaparken, ‘o şudur’, ‘o budur’ diye kategorize etmemeliyiz.
O Cenab-ı Hakk'ın işidir. Bize düşen ise iyi olanı yapıp, kötü olandan sakınmaktır.
Allah’ın insanlara verdiği en güzel nimetlerin başında akıl gelir.
Bu en güzel nimeti süfli emellerimiz için değil, adaletin tesisi ve güzelliklerin egemen kılınması için kullanmalıyız.
Aklın görevi, iyiler içinde en iyisini, güzeller içinde en güzeli seçmek, doğruya ulaşıp, Hakk’a kavuşmak olmalıdır, yaşanabilir bir dünya için ötekileştirişi, yok sayıcı bir nesne olarak kullanmamaktır.
Üslubumuza dikkat edip, kucaklayıcı ve müsamahacı bir dil kullanmalıyız.
Değişimin ve değiştirmenin zorluğu malumdur. Bu gerçeği bilen Roma’nın stoacı bilge kralı Marcos Aurelius: ‘Eğer elinden geliyorsa insanı düzelt; gelmiyorsa sorunun kendini; onu da yapamıyorsan suçlamak neye yarar? diyerek yıllar öncesinden bizlere unutulmaz öğüt vermektedir.
Dost; arkadaşı yanında olduğu zaman değil, gıyabında da hakkını savunandır. Allah’ın Resûlü sefer için Tebük’e vardığında gelmeyen “Ka’b Bin Malik ne yaptı?” diye sorar. Oradakilerden biri; ‘Ya Resûlüllah; onu dünya meşgalesi oyaladı…’ der. Bunun üzerine Muaz Bin Cebel; ‘ne kötü söyledin! Vallahi Ya Resûlüllah onun hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyoruz’ der.
Beyan esastır!
Hayatımızda bu kavramı esas almalıyız. İnsanlar hakkındaki hüküm ve kararı söylenene göre vermeliyiz.
Itbân Bin Malik anlatıyor: Hz. Peygamber’e geldim. ‘Gözlerim az görür oldu; mescitle arama da surlar girdi. Sizin gelip benim evimin bir köşesinde namaz kılmanızı çok istiyorum. Ben de namazlarımı orada kılsam!’ dedim. Efendimiz; “Yapayım inşallah” buyurdu. Giderken Ebubekir’i de aldı. İzin isteyip evime geldi. Ayakta durdu ve “Namazı nerede kılmamı istersin?” diye sordu. Ben de istediğim yeri gösterdim…
Sonra yaptığımız et yemeğinden ötürü kalmasını istedim. Bu sırada mahalledekiler duyup, başına toplaştılar ev doldu.
Oradakilerden biri; ‘Malik İbnü’d-Duhşun nerede?’ dedi.
Bir diğeri; ‘O, münafığın teki! Allah’ı da sevmiyor, Resûlüllah’ı da!’
Bunun üzerine Allah Resûlü: “O da La ilahe illallah diyor ve bunu söylerken de Allah’ın rızasını arzuluyor diyemez misin?” buyurdu.
O kişi, ‘Ama Ya Resûlüllah; biz onun yüzünü ve komşularını hep münafıklardan tarafa görüyoruz’ dedi.
Hz. Peygamber bunun üzerine tekrar: “O da La ilahe illallah diyor ve bunu söylerken de Allah’ın rızasını arzuluyor diyemez misin” buyurdu.
Adam; ‘olur Ya Resûlüllah!’ dedi. Efendimiz tekrar buyurdu ki: “Çünkü bir kul Allah rızası için La ilahe illallah diyorsa kıyamet gününe de böyle gelirse, o kula cehennem haram kılınır!” (ıı)
Beyaz sütün içindeki beyaz kılı görebilmek!
Kimi kaynaklarda Hz. İsa’ya kimi kaynaklarda da Hz. Muhammed’e (s.a.s.) izafe edilen şöyle bir olay anlatılır.
Nebiler, havarileriyle/arkadaşlarıyla bir yerden geçerken köpek leşine rastlarlar.
Havariler, "bu leş ne kadar pis kokuyor" diye burunlarını kapatırken, Peygamberler köpeğin dişlerini göstererek, ‘Ne kadar da güzel dişleri var!’ derler.
Ötekileştirmenin ayyukaya çıkıp, hoşgörünün minimize olduğu; agresifliğin artıp, tahammülsüzlüğün çoğaldığı günümüzde, bu anlayışa, dostça bakmaya ne kadar ihtiyacımız var.
--------