Faizi detaylı bir şekilde ele almışken ortaklık konusuna girmemek meseleyi eksik bırakacaktı. Zira bir taraftan faizli sistemin alternatifi olacak kadar önemli bir akit türü iken diğer taraftan faizle arasında ince bir çizgi bulunmaktadır. Buna istinaden bu yazımızda, ortaklıktan elde edilen kâr ile faiz arasındaki fark ve ortaklık ile borçlanma arasındaki farkı ele almaya çalışacağız. Birinci başlıkta aralarındaki ince sınırı, ikinci başlıkta ise derin farkı işleyeceğiz.
1. Ortaklıktan elde edilen kâr ile faiz arasındaki fark
Ortaklık insanların sermaye ve/veya emeklerini bir araya getirerek yaptıkları ticari faaliyetin adıdır. Tarafların ortaya koyduğu sermaye, emek ve itibara (vucûh) göre farklı ortaklık çeşitleri bulunmaktadır. Mesela taraflar sermaye ve emekleriyle birlikte katılabilecekleri gibi bazıları sadece sermayesi ile katılıp diğer taraf da sadece emeğiyle katılabilir. Bazı durumlarda sermaye hiç bulunmayıp ortakların piyasadaki itibarı sermaye işlevini görür. Dolayısıyla insanların ihtiyacını giderecek birçok ortaklık çeşidi mevcuttur.
Bazı ortaklık çeşitlerine alimler ittifakla cevaz verirken bazılarında ise görüş ayrılıkları bulunmaktadır. Ortaklıklarda ileri sürülen şartlarda da farklı görüşler olmuştur. Ancak bütün alimlerin ittifak ettiği ve olmaması gerektiğini ifade ettikleri (ayrıca konumuz olan) şart, ortaklardan birine baştan kesin bir kâr sözü verilmesidir. Gerekçe olarak da böyle bir işlemin faiz olacağını ileri sürmüşlerdir. Gerçekten de ortaklıkta baştan bir kâr sözü verilmesinin faizden bir farkı bulunmamaktadır. Şöyle ki, kişi faiz karşılığında borçlansa ve bununla ticari bir faaliyet yapsa; bu ticari faaliyetten ister kâr elde etsin isterse etmesin borcunu faiziyle birlikte ödeyecektir. Bu işlemi ortaklık üzerinden düşünecek olursak; sermayeyi verenlerden birisi baştan kesin bir kâr talep ederse bunun da faizden bir farkı kalmamaktadır. Zira ticari faaliyetin henüz kâr veya zarar edip etmeyeceği, kâr elde etse de ne kadar olacağı bilinmemektedir. Bu durumda işlemin adı ortaklık ise de istenen kâr gerçekte faizdir. Bu sebeple âlimlerimiz, ortaklıkta maktû (kesin) bir oran değil de nisbî bir oran belirlenmesi konusunda görüş birliğine varmışlardır.
2. Sistem olarak ortaklık ile borçlanma arasındaki fark
Batı’nın faiz konusundaki dönüşümü ve ortaya çıkan adaletsizliğin en büyük sırrı bu noktada yatmaktadır dersek yanlış söylemiş olmayız. Şöyle ki; Batı’da henüz faizin genel olarak gayri meşru kabul edildiği dönemde ortaklık yöntemleri kullanılmaktaydı. Modern bankacılığın başlangıcı olarak kabul edilen İtalya’daki ilk bankacılık sisteminin temeli “commenda” olarak bilinen emek-sermaye (mudaraba) ortaklığına dayanmaktaydı. Böylece sermaye sahipleri ile parayı işletenler arasında ticari faaliyetlerin riski dağıtılmış oluyordu. Ancak faizin meşrulaştırılmasıyla ortaklık yerine borçlanma sistemi ikame edildi ve bugüne kadar sistem bu şekilde devam ettirildi. Bunun sonucunda ise gelirin dağılımında büyük bir adaletsizliğin kapısı açılmış oldu.
Faizde adaletsizlik denilince genellikle borçlunun yaşadığı mağduriyet anlaşılmaktadır. Bu durumda meseleye tek pencereden bakılmış olmakta ve borçlanma sisteminin (bankacılık) ortaya çıkardığı gerçek mağdurlar görülmemektedir. Daha önceki yazılarımızda da ifade edildiği gibi bugünkü borçlanma sistemi, varlığı olana borç vermektedir. Bu durumda borçlu kesim, genellikle borcunu ödeyebilen kişilerden meydana gelmekte ve hiçbir varlığı olmayanlar sistemin dışında kalmaktadır. Yine daha önceki bir yazımızda detaylıca ele alındığı gibi, borç alanlar kaldıraç etkisiyle çok fazla kâr elde edebilmekte, sermaye sahibi olan alacaklıya bunun çok azı ödenmektedir. Sonuç olarak borç alan varlıklı kesim zenginleşmeye devam ederken borç veren küçük sermaye sahipleri küçük kârlar ile yetinmektedirler. Enflasyonun yüksek olduğu dönemlerde ortada bir kâr bile kalmamaktadır. Böylece aradaki makas gün geçtikçe büyümeye devam etmektedir.
Bu noktada bizi yanıltan en önemli hususlardan birisi de yüksek faiz-düşük faiz tartışmasıdır. Zira faizin yüksek olmasına bugün Batı’nın kendisi bile izin vermemektedir. Asıl dikkat edilmesi gereken nokta borçlanma yönteminin terk edilmesi ve ortaklık yönteminin uygulanmasıdır. Böylece meydana gelecek kâr ve zarar taraflar arasında paylaşılacak ve gelir dağılımı konusundaki uçurum asgariye indirilebilecektir. İslam iktisadının dünyaya söz söyleyebileceği ve çözüm getirebileceği en önemli konulardan biri de budur. Dolayısıyla finans kurumlarının bu noktaya yoğunlaşması ve ortaklığa dayalı yöntemleri yaygınlaştırması âciliyet kesbeden bir konudur. Tabi bu girişimin başarılı sonuç vermesi için halkın da bu tür yöntemleri talep etmesi ve desteklemesi gerekmektedir. Aksi takdirde talepçisi olmayan bir yöntemi arz etmenin bir anlamı kalmayacaktır. Sonuç olarak ifade edecek olursak; adil bir gelir dağılımı için ortaklık sisteminin yaygınlaşması gerekmektedir.