عَنْ مُعَاذِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ خُبَيْبٍ، عَنْ أَبِيهِ، عَنْ عَمِّهِ قَالَ: كُنَّا فِى مَجْلِسٍ. فَجَاءَ النَّبِيُّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) وَعَلَى رَأْسِهِ أَثَرُ مَاءٍ. فَقَالَ لَهُ بَعْضُنَا: نَرَاكَ الْيَوْمَ طَيِّبَ النَّفْسِ. فَقَالَ: “أَجَلْ. وَالْحَمْدُ لِلَّهِ” ثُمَّ أَفَاضَ الْقَوْمُ فِى ذِكْرِ الْغِنَى. فَقَالَ: “لاَ بَأْسَ بِالْغِنَى لِمَنِ اتَّقَى. وَالصِّحَّةُ لِمَنِ اتَّقَى خَيْرٌ مِنَ الْغِنَى. وَطِيبُ النَّفْسِ مِنَ النَّعِيمِ.”

Muâz b. Abdullah b. Hubeyb, babası aracılığıyla amcasının (Yesâr b. Abdülhayy'ın) şunları anlattığını nakletmektedir: “Bir mecliste bulunuyorduk. Hz. Peygamber (sas) başı ıslak bir hâlde geldi. İçimizden birkaç kişi ona, "Bugün seni huzurlu gördük." dedi. Bunun üzerine, "Evet, Allah'a (cc) hamdolsun." diye cevap verdi. Sonra o topluluk, zenginlikten bahsetmeye koyuldu. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurdu:

"Takva sahibi kimse için zenginliğin bir zararı yok! Sağlık ise takva sahibi için zenginlikten daha hayırlıdır. Gönül huzuru da (gerçek) nimetlerdendir." ”

(İM2141 İbn Mâce, Ticâret, 1; NM2131 Hâkim, Müstedrek , III, 807 (2/3))

***

عَنْ مُصْعَبِ بْنِ سَعْدٍ، قَالَ: رَأَى سَعْدٌ (رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ) أَنَّ لَهُ فَضْلاً عَلَى مَنْ دُونَهُ. فَقَالَ النَّبِيُّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : “هَلْ تُنْصَرُونَ وَتُرْزَقُونَ إِلاَّ بِضُعَفَائِكُم؟”

Mus'ab b. Sa'd anlatıyor: “Sa'd (ra) kendisinin diğerlerinden daha üstün olduğu düşüncesindeydi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurdu:

"Size ancak zayıflarınız sebebiyle yardım ediliyor ve rızık veriliyor, değil mi?" ”

(B2896 Buhârî, Cihâd, 76)

***

عَنِ ابْنِ مَسْعُودٍ (رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ) قَالَ: سَمِعْتُ النَّبِيَّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) يَقُولُ: “لاَ حَسَدَ إِلاَّ فِى اثْنَتَيْنِ: رَجُلٍ آتَاهُ اللَّهُ مَالاً فَسَلَّطَهُ عَلَى هَلَكَتِهِ فِى الْحَقِّ، وَرَجُلٍ آتَاهُ اللَّهُ حِكْمَةً فَهُوَ يَقْضِى بِهَا وَيُعَلِّمُهَا.”

İbn Mes'ûd'un (ra) işittiğine göre, Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

“Ancak iki kişiye gıpta edilir: Allah'ın kendisine verdiği malı hak yolunda harcayan kimse ile Allah'ın kendisine verdiği (ilim ve) hikmete göre karar veren ve onu başkalarına öğreten kimse.”

(B1409 Buhârî, Zekât, 5; M1896 Müslim, Müsâfirîn, 268)

***

عَنْ عَائِشَةَ (رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ) قَالَتْ: كَانَ النَّبِيُّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) يَقُولُ:“اللَّهُمَّ إِنِّى أَعُوذُ بِكَ مِنْ فِتْنَةِ النَّارِ وَعَذَابِ النَّارِ، وَفِتْنَةِ الْقَبْرِ وَعَذَابِ الْقَبْرِ، وَشَرِّ فِتْنَةِ الْغِنَى وَشَرِّ فِتْنَةِ الْفَقْرِ...”

Hz. Âişe (ra) diyor ki, “Hz. Peygamber (sas) şöyle derdi:

"Allah'ım, cehennemin fitnesinden ve azabından, kabir fitnesinden ve azabından, zenginlik fitnesinin şerrinden ve fakirlik fitnesinin şerrinden sana sığınırım..." ”

(B6377 Buhârî, Deavât, 46)

***

عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ عَنِ النَّبِيِّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ: “لَيْسَ الْغِنَى عَنْ كَثْرَةِ الْعَرَضِ، وَلَكِنَّ الْغِنَى غِنَى النَّفْسِ.”

Ebû Hüreyre'den (ra) nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur: “Zenginlik, mal çokluğu değildir; asıl zenginlik, gönül tokluğudur.”

(B6446 Buhârî, Rikâk, 15)

***

Bir gün zengin bir adam Resûlullah’ın (sas) yanından geçti. Ashâbına dünya ve âhiretle ilgili nasihatlerde bulunmak için her fırsatı değerlendiren Peygamberimiz (sas), yanında oturmakta olan arkadaşına, önlerinden geçen bu kişi hakkında ne düşündüğünü sordu. Hâlinden ona önemli şeyler söyleyeceği anlaşılabiliyordu.

"Bu, eşraftan bir adamdır. Vallahi, bu zât bir kadınla evlenmeye talip olsa nikâhlanmaya, birisi hakkında aracılık etse aracılığı kabul edilmeye lâyık bir kimsedir." cevabını alınca biraz duraksadı Allah’ın Resûlü (sas). Hiçbir şey söylemeden bir müddet öylece bekledi.

Az sonra önlerinden bir başka adam daha geçti. Resûlullah (sas) yine yanındaki kişiye önlerinden geçen adam hakkındaki düşüncesini sordu. "Yâ Resûlallah! Bu adam fakir Müslümanlardandır. Bu kimse, bir kadına talip olduğunda nikâhlanmaması, aracılık ettiğinde aracılığının kabul edilmemesi ve konuştuğunda sözüne itibar edilmemesi beklenen biridir." dedi.

Bunun üzerine Resûlullah (sas), "İşte bu (fakir) zât, öteki zengin gibi dünya dolusu insandan hayırlıdır!" buyurdu.

Böylece Sevgili Peygamberimiz (sas), insanları değerlendirirken zengin veya fakir olmalarının esas alınmaması gerektiğini, ashâbına bir kez daha hatırlatmıştı. Ona göre, kalbi Allah (cc) sevgisiyle dolu, Allah’a (cc) karşı ödevlerini hakkıyla yerine getiren fakir bir insan, zengin ancak Allah (cc) rızasını gözetmeyen, âsi bir insandan daha faziletliydi. Yoksa bu hadis ile mal, mülk, servet sahibi olmanın mümin için istenmeyen veya kaçınılması gereken bir şey olduğu anlatılmamıştı.

Nitekim bir gün bazı sahâbîler bir mecliste oturuyorlardı. Hz. Peygamber (sas) başı ıslak bir hâlde geldi. İçlerinden birkaç kişi ona, "Bugün seni huzurlu gördük." dediler. Bunun üzerine Resûlullah (sas), "Evet, Allah’a (cc) hamdolsun." diye cevap verdi. Sonra o topluluk zenginlikten bahsetmeye başladı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurdu: "Takva sahibi kimse için zenginliğin bir zararı yok! Sağlık ise takva sahibi için zenginlikten daha hayırlıdır. Gönül huzuru da (gerçek) nimetlerdendir."

Zengin olmak veya fakir olmak, insanın değerini belirleyen özellikler değildir. İslâm’a göre kişileri değerlendirme ölçüsü takvadır. Aslında Kur’an âyetleri ve hadisler mutlak mânâda zenginlik veya fakirliği övmemiş, bunları dünyadaki birer imtihan vesilesi olarak kabul etmiştir. Nitekim Sa’d b. Ebû Vakkâs (ra), yiğitlik ve zenginlik açısından diğer sahâbîlerden üstün olduğu düşüncesine kapılınca Peygamber Efendimiz (sas), "Size ancak zayıflarınız sebebiyle yardım ediliyor ve rızık veriliyor değil mi?"  buyurmuştur.

Fakirlik ve zenginlik, Allah Teâlâ’nın (cc) takdiri ve belirlemesinin yanında, insanların çalışıp çabalamaları ile doğrudan irtibatlı olan toplumsal gerçekliklerdir. Bütün toplumlarda, iyi imkânlara kavuşmuş olanlarla hayatını kıt kanaat sürdürenler hep bir arada yaşamışlardır. Nitekim tarih boyunca milletlerin fakirlik dönemleri olduğu gibi refah ve bolluk içinde yaşadığı zamanlar da olagelmiştir. Allah (cc), kimisini varlıkla, kimisini darlıkla sınamaktadır.

Kuşkusuz pek çok insan gibi Hz. Peygamber (sas) ile ashâbı da fakirlik ve darlıkla imtihan olunmuştu. Zaten risâlet görevini yüklenen Sevgili Peygamberimizin (sas) davetine ilk yıllarda Mekke’de icabet edenlerin çoğu, maddî imkânı iyi olmayan kimselerdi. Mekke’de ilk Müslüman topluluğa uygulanan boykot, Habeşistan’a yapılan hicret yolculukları ve büyük hicret, zaten iyi olmayan ekonomik yapıyı iyice sarsmıştı. Ayrıca Medine’ye hicret ederken de müminler, mallarını, mülklerini geride bırakarak yurtlarından ayrılmışlardı. Ticaretle durumlarını düzeltinceye kadar maddî sıkıntı içinde yaşamışlardı. Onlara kucak açarak misafir eden ensarın durumu da çok iyi değildi.

Kendilerine yetecek malları ve gelirleri olmadığı hâlde sıkıntılarını gizleyen, iffetlerinden dolayı başkalarından ihtiyaçlarını temin etme gayreti içine giremeyen bu insanlar, fakir ve miskin olarak isimlendiriliyordu. Bu fakir ve miskinler, hayatlarını devam ettirmek için yeterli imkâna sahip olmayan yahut hayatlarını zorlukla ve sıkıntı içerisinde devam ettiren kişilerdi. Allah Teâlâ’nın (cc), "...Bilmeyen kimse, iffetlerinden dolayı onları zengin zanneder. Sen onları simalarından tanırsın. Çünkü onlar yüzsüzlük ederek istemezler. Yaptığınız her hayrı muhakkak Allah (cc) bilir."  diye tavsif ettiği kimseler bunlardır.

Müslümanların yaşadığı imkânsızlık ve fakirlik belirli dönemlerde dayanılmaz derecelere ulaşmıştı. Mekke dönemi günlerini deilâve edersek, aslında hicretin yedinci yılında gerçekleşen Hayber’in fethine kadarki dönemde Hz. Peygamber (sas) ve sahâbe-i kirâm zaman zaman çok büyük sıkıntılar çekmişlerdi. Abdullah b. Ömer’in (ra), "Biz Hayber’i fethettiğimiz zamana kadar (doğru dürüst) doymuş değildik." demesi, sıkıntılarla geçen yılların çarpıcı bir özetiydi.

Rivayet edildiğine göre bazen Peygamber Efendimizin (sas) hâne-i saadetlerinde haftalarca yemek pişirilemiyor, ev halkı su ve hurma ile yetiniyordu. Hatta bazen bu iki nimet de yeteri kadar bulunamıyordu. Öyle günler yaşanmıştı ki, Allah Resûlü’nün (sas) kıtlık zamanlarında hurmaları teker teker dağıttığı bile olmuştu.

Hz. Peygamber (sas) sıkıntılı yıllar geçtikten sonra da kendi tercihi olarak mütevazı bir hayat sürmeye devam etmişti. Nitekim Yüce Peygamber (sas) evinde bir hasırın üzerinde uyuyordu. Bir gün uyandığında hasırın vücudunda iz bıraktığını gören ashâb, "Ey Allah’ın Resûlü, sizin için bir yatak temin etsek." dediler. Bunun üzerine, dünya hayatına bakış açısını özetleyen şu mübarek sözler Efendimizin (sas) dudaklarından dökülüverdi: "Benim dünya rahatlığı ile işim yok. Ben dünyada, bir ağacın altında bir süre gölgelenen ve sonra oradan ayrılarak yoluna devam eden bir yolcu gibiyim."

Uzun yıllar süren bu yokluk dolu sıkıntılı süreçte Sevgili Efendimiz (sas), müminleri sabra teşvik ediyor, fakirlik karşısında ezilmelerini önlemek için onları teselli ediyor ve her şeye rağmen cemiyet içinde mutlu birer fert olarak yaşamalarına gayret gösteriyordu. O, ashâbına ilerleyen yıllarda kazanabilecekleri dünyalıklardan değil, gerçek zenginliklerden, ebedî mutluluklardan bahsediyordu. Fakirlerin cennete zenginlerden önce gireceklerini, cennettekilerin çoğunluğunu miskinlerin oluşturduğunu bildiren haberleri değerlendirirken o günün içtimai yapısını, Müslümanların maruz kaldıkları hem maddî hem mânevî sıkıntıları, imkânsızlıkları, boykot, işkence olaylarını ve bütün bu olanlar karşısında içine düştükleri psikolojik durumu göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Ayrıca, malı olmayanın veya az olanın hesabının çabuk bitmesi, çok mal mülk sahibi olanların da hesap vermek için geriye kalmaları tabiî ve kabul edilebilir bir durumdur.

Fakir muhacirler Peygamber Efendimize (sas) gelerek zaman zaman serzenişte bulunuyorlardı. Nitekim Ebû Zer el-Gıfârî (ra) bir gün Allah Resûlü’ne (sas) gelip şunları söyledi: "Ey Allah’ın Resûlü! Servet sahipleri sevapların hepsini silip süpürdüler. Onlar, bizim gibi namaz kılıyorlar ve oruç tutuyorlar. Onların sadaka verecek kadar malları var ama bizim sadaka verecek hiçbir şeyimiz yok!" Bunun üzerine Efendimiz (sas) ona şöyle cevap verdi: "Sana bazı cümleler öğreteyim mi? Bunları söylediğin zaman, yaptığının aynısını yapanlar hâriç, seni geçmiş olan kimselere ulaşırsın, arkanda kalan kimseler ise sana ulaşamazlar." "Evet, (öğret) yâ Resûlallah!" deyince Efendimiz (sas) şöyle buyurmuştu: "Her namazın ardından otuz üç defa "Sübhânallâh" diyerek Allah’ı (cc) tesbih edersin, otuz üç defa "Elhamdülillâh" diyerek O’na hamdedersin, yine otuz üç defa "Allâhü ekber" diyerek tekbir getirirsin. Sonra da bunları, "Lâ ilâhe illâllâhu vahdehû lâ şerîke leh. Lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr." cümleleri ile bitirirsin. Günahın denizin köpükleri kadar da olsa bağışlanır." Bir süre sonra Ebû Zer (ra) ile bu fakir Müslümanlar Peygamberimizi (sas) tekrar ziyaret ederek, "Servet sahibi kardeşlerimiz yaptıklarımızı duydu, onlar da bizim gibi yapmaya başladılar." deyince Allah Resûlü (sas) şöyle buyurdu: "Bu, Allah’ın (cc) ikramıdır. Onu dilediğine verir."

Müminlere karşı son derece merhametli olan Sevgili Peygamberimiz (sas) onların sıkıntı ve darlık içinde yaşamalarına çok üzülüyordu. Bir gün Medine-i Münevvere’ye Mudar kabilesinden bir grup insan gelmişti. Pejmürde kıyafetler içindeki bu insanların ayakları da çıplaktı. Onların ihtiyaç içerisindeki hâllerini görünce Resûlullah’ın (sas) yüzünün rengi değişti. Bilâl’e (ra) ezan okuttu ve namazdan sonra cemaate, âhiret hayatını ve kardeşlik bağlarını hatırlatan sözlerle hitap etti. Ashâb-ı kirâm, para, elbise, buğday ve hurma cinsinden yardımlarını getirdiler. İki öbek hâlinde toplanan yardım, Efendimizi (sas) çok mutlu etmişti. Bunun üzerine Allah Resûlü (sas), ilk ve büyük yardımı yapan sahâbîyi kastederek şöyle buyurdu: "Kim İslâm’da güzel bir işe öncülük ederse hem kendi yaptığının sevabını, hem de kendisinden sonra o işi yapanların sevaplarını alır. Üstelik onların sevaplarından da bir şey eksilmez. Kim de İslâm’da kötü bir davranışa önayak olursa hem kendi günahını, hem de kendisinden sonra onu yapanların günahını alır. Yine onların günahından da bir şey eksilmez..."  Ayrıca Hz. Peygamber (sas) fakirlerin ihtiyacını gidermek için çalışan Müslümanların yaptığı işi, Allah (cc) yolunda cihad eden ve gece namaz kılıp gündüz oruç tutan kimseye denk görüyordu.

Fakirlere yardımı bu derece teşvik eden bir dinin fakirliğin devam etmesini istemesi ve helâl bir şekilde kazanılan servet ve zenginliği kötülemesi, çirkin görmesi düşünülemez. Kısacası İslâm meşru yoldan kazanılan zenginliği teşvik etmiştir. Bu bağlamda Hz. Peygamber (sas), Müslümanlara el emeği ile geçinmenin faziletini anlatarak fakirliği ortadan kaldırmak ve insanların daha iyi imkânlara kavuşmasını sağlamak için herkesin çalışmasını, iyi imkânlara sahip olmasını istemiştir.

Bir gün Hz. Peygamber (sas), Amr b. Âs’a (ra) haber gönderip savaş için kuşanarak yanına gelmesini emretti. Amr b. Âs da bu emre uyup çok geçmeden Hz. Peygamber’in (sas) yanına geldi. O sırada abdest alan Rahmet Elçisi (sas), Amr’a baktı, sonra gözünü ondan ayırdı ve şöyle buyurdu: "Amr! Ben seni bir orduyla savaşa göndermek istiyorum. Allah sana ganimet nasip eder, ben de sana bir yığın iyi mal veririm." Amr b. Âs (ra) şöyle cevap verdi: "Ben mal istediğim için Müslüman olmadım. Ben sadece İslâm’ı sevdiğim için ve Allah Resûlü (sas) ile beraber olmak için Müslüman oldum." Bunun üzerine Resûlullah (sas), "Salih kişi için salih (iyi) mal ne güzeldir!" buyurdu.

Bu hadisiyle Hz. Peygamber (sas) helâl yoldan kazanılmış hayırlı malın, zenginliğin, salih ve takva sahibi insanların elinde ne büyük bir değer ifade ettiğini vurgulamaktadır. Çünkü böyle bir kişinin elindeki servet zekât olur, sadaka olur, cami olur, okul olur, fakir insanlara yardım olur, hayır olur, hizmet olur, hasenat olur, sevap olur. Zaten zekât gibi farz ve faziletli olan bu ibadetin yapılabilmesi için de çalışmak, kazanmak ve belirli bir miktar mal varlığına sahip olmak gerekmektedir. Ayrıca Kur’an, müminleri sürekli infak ederek ihtiyaç sahiplerinin gereksinimlerini gidermeye çağırır. Bu görevleri yerine getiren zengin müminlerin artması sayesinde toplumdaki gelir dağılımı farkı ortadan kalkacak, güvenli, huzurlu ve kardeşçe bir ortam sağlanacaktır.

Hz. Peygamber’in (sas) öyle hadisleri vardır ki gelecekte fakirlik probleminin tamamen ortadan kalkacağını, düzenli olarak zekâtlarını vermek isteyen zenginlerin bir gün zekâtı alacak yoksul bulamayacaklarını anlatır. Zekât ve sadaka vererek sevap kazanmaya teşvik eden bir hadisinde Resûlullah (sas) şöyle buyurur: "Çok sadaka verin. Çünkü öyle bir zaman gelecek ki bir adam elinde sadakasıyla gezecek fakat onu kabul eden birini bulamayacak. (Sadaka verilmek istenilen) kişi, "Bu sadakayı dün getirseydin kabul ederdim. Fakat bugün benim bu sadakaya ihtiyacım yok." diyecek."

Allah Resûlü’nün (sas) bu ümitvar tasvirini hatırlatan parlak dönemler İslâm tarihinde yaşanmış olsa da geçmişte olduğu gibi günümüzde de fakirliğin en önemli sosyal problemlerden birisi olduğu kesindir. Hicretin on beşinci asrında bugün, özellikle bazı Müslüman ülkelerin ne denli yoksul oldukları herkesin mâlûmudur. Dahası fakirliğinden, geri kalmışlığından söz edilir durur. Sevgili Peygamberimiz (sas) insanın yediği en hayırlı lokmanın elinin emeğiyle kazandığı mal olduğunu belirterek Müslümanları çalışmaya teşvik etmişken Müslümanların fakir kalmaları, hâricî sebeplerin yanı sıra şüphesiz kendi ihmallerinden ve gayretlerinin azlığından kaynaklanmaktadır.

Hz. Peygamber (sas), çok zor durumda değilse fakir bir Müslüman’ın başkalarından bir şey istemesini güzel görmediği gibi, kibirli fakir ve zalim zenginleri de Allah Teâlâ’nın (cc) nefret ettiği insanlar arasında saymıştır. Zengin ve çalışıp kazanabilecek beden gücüne sahip olan insanların zekât almalarını doğru bulmamıştır.

Zenginlerin de ihtiyaç sahiplerine yardım etmek gibi üstlenmeleri gereken önemli görevleri vardır. Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur: "Ancak iki kişiye gıpta edilir: Allah’ın (cc) kendisine verdiği malı hak yolunda harcayan kimse ile Allah’ın (cc) kendisine verdiği (ilim ve) hikmete göre karar veren ve onu başkalarına öğreten kimse."  Fakirlerin, yetimlerin, kimsesizlerin elinden tutmak için mal mülk sahibi olmak gerekir. Zaten en önemli malî ibadet olan zekâtın ifası belli bir maddî güce sahip olmayı gerektirir. Ancak Peygamberimiz (sas) kişinin sorumluluğunu taşıdığı ailesini geçindiremeyecek derecede malını infak etmesini ve bu yüzden fakir duruma düşmesini hoş görmezdi. Bu sebeple Sevgili Efendimiz (sas), tamamını sadaka olarak vererek bütün malından kurtulmaya teşebbüs eden Kâ’b b. Mâlik’e (ra), "Malının bir kısmı sende dursun. Bu senin için daha hayırlıdır." buyurmuştu.

Bir seferinde Hz. Peygamber (sas), Mekke’de hasta olan Sa’d b. Ebû Vakkâs’ı (ra) ziyarete gitti. Sa’d b. Ebû Vakkâs (ra), Hz. Peygamber’e (sas) şöyle dedi: "Malımın tamamını vasiyet edeyim mi?" Hz. Peygamber (sas), "Hayır." cevabını verdi. Sa’d b. Ebû Vakkâs (ra), "Yarısını (vasiyet edeyim mi)?" diye yeniden sordu. Hz. Peygamber (sas) yine, "Hayır." cevabını verdi. Sa’d b. Ebû Vakkâs (ra) bu kez, "Üçte birini (vasiyet edeyim mi)?" diye son kez sordu. Hz. Peygamber (sas) bu soru üzerine, "Üçte bir bile çoktur. Senin vârislerini zengin bırakman, onları fakir ve insanlara el açar bir hâlde bırakmandan daha hayırlıdır." buyurdu.

Her meselede olduğu gibi bu konuda da Allah Resûlü (sas) ashâbına itidali tavsiye ediyor, sadaka vermeye teşvik etmekle birlikte, kişiyi mağdur edecek harcamalardan sakındırıyordu. Fakih sahâbîlerden Abdullah b. Mes’ûd (ra) da, "Azdıran zenginlikten, şaşırtan fakirlikten sana sığınırım Allah’ım..." duası ile Rabbinden dengeli bir hayat istiyordu.

Sevgili Efendimizin (sas) yeminle söylediği şu cümleler bu konudaki en önemli ikazlarındandır: "...Vallahi, ben sizin için fakirlikten korkmuyorum. Fakat ben, sizden önceki ümmetlerin önlerine dünyanın (imkânları) serilip onların dünya için yarıştıkları gibi, sizin de yarış etmenizden, dünyanın onları helâk ettiği gibi, sizi de helâk etmesinden korkuyorum."

Demek ki zenginliğin tehlikesi, fakirliğin tehlikesinden daha fazla olabilmektedir. Nitekim ashâbdan Abdurrahman b. Avf (ra) da Hz. Peygamber’in (sas) zamanında sıkıntılı günler geçirdiklerini fakat sabrettiklerini; daha sonra refah ve bolluğa kavuştuklarında ise (zenginlikle imtihanın gerektirdiği olumsuzluklara karşı aynı) sabrı gösteremediklerini dile getirmektedir. Böylece o, zenginliğin daha büyük bir imtihan olduğunu ifade etmektedir.

Ekonomik durumun iyileşmesi, insanların dünyalık için birbirleriyle çekişmelerine neden olabilir ve böylece toplumsal hayatta ahlâkî ve ruhî bir gerileme baş gösterebilir. Ayrıca Yüce Rabbimiz (cc), mal ve evlâtların geçici dünya hayatının birer süsü olduğunu, dünyada ve âhirette zarara uğramamak için bu değerli varlıkların Müslüman’ı Allah’ı (cc) anmaktan alıkoymaması gerektiğini hatırlatmıştır. Tevbe sûresinin yirmi dördüncü âyetindeki üslûp ise ikaz ile beraber tehdit de ihtiva etmektedir. Bu âyette Yüce Rabbimiz (cc), "De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah’tan (cc), Resûlü’nden (sas) ve Allah (cc) yolunda cihad etmekten daha sevgili ise artık Allah (cc) emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah (cc) fâsıklar topluluğunu hidayete erdirmez."  buyurmaktadır.

Sevgili Efendimiz (sas) dualarında da bu noktaya itina gösteriyordu. Âişe (ra) annemizin anlattığına göre o şöyle dua ederdi: "Allah’ım, cehennemin fitnesinden ve azabından, kabir fitnesinden ve azabından, zenginlik fitnesinin şerrinden ve fakirlik fitnesinin şerrinden sana sığınırım..."

Bir başka duasında Sevgili Efendimiz (sas), fakirlikten, darlıktan, zillete düşmekten, zulmetmek ve zulme uğramaktan Yüce Rabbimize (cc) sığınıyordu. "Allah’ım, küfürden, fakirlikten sana sığınırım." sözleriyle dua ettiğini duyan bir sahâbî kendisine, "İkisi (küfür ve fakirlik) birbirine denk mi?" diye sormuştu ve Allah’ın Resûlü (sas), "Evet." diye cevap vermişti. Çünkü fakir eğer dikkatli ve sabırlı olmazsa birçok tehlike ile karşı karşıya kalabilirdi. Efendimiz (sas) bir yandan aşırı zenginliğin iman ve ahlâkî yapılarını zedelemesi tehlikesine karşı Müslümanları uyarırken, öte yandan fakirliğin, onları inançsızlığa sürükleyebileceğine dikkat çekiyordu.

İslâm, insanların maddî ve mânevî tarafları arasında dengeli bir yapı kurmalarını ister. Dinimizin öngördüğü hayat tarzında mümin, maişetini temin etmek için çalışmaya devam ederken, kulluk şuurundan da uzaklaşmamalıdır. Yüce Rabbimiz (cc) bu dengeyi sağlayan müminler hakkında şöyle buyurmuştur: "Onlar, ne ticaret ne de alışverişin kendilerini Allah’ı (cc) anmaktan, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyamadığı insanlardır. Onlar, kalplerin ve gözlerin allak bullak olduğu bir günden korkarlar." Hz. Peygamber (sas) maddî açıdan sıkıntılı dönemlerinde de imkânların genişlediği rahatlık günlerinde de sade ve gösterişsiz bir hayatı tercih etmiş, mütevazı yaşayışıyla müminlere örnek olmuştur.

Hz. Peygamber (sas), "Zenginlik, mal çokluğu değildir; asıl zenginlik, gönül tokluğudur." buyurarak önemli olanın gönül zenginliği olduğunu vurgulamaktadır. Yüce Allah (cc) da takva sahibi ve gönlü zengin kulu sevdiğini bildirmektedir. Çünkü gönül zenginliği insanı, toplama ve daha çok kazanıp biriktirme hırsından kurtarıp maddî imkânları iyi yolda harcamak üzere harekete geçirecek en önemli güçtür. Gönlü zengin olmayan cimri kişiler, çok mala sahip olsalar da mallarını ne kendi yararlarına ne de başkalarının yararına harcayabilirler. Ne mutlu hem mânen hem de maddeten zengin olanlara!

İslâm’ın hedeflediği toplum yapısında, çalışan, gayret eden, durumunu düzeltmek için çırpınan ama içinde bulunduğu duruma sabreden ve hamdeden iffetli fakirler ile yaşadığı cemiyetteki fakirleri görüp gözeten, onların ihtiyaçlarını gidermeyi kendisine görev bilen zenginlerin, kardeş olarak birbirlerine sevgi ve saygı göstererek yaşamaları esastır.

Mümin, zenginlik ve fakirliğin birer imtihan vesilesi olduğunu unutmamalı ve Rahmet Elçisi’nin (sas) şu duasıyla Rabbine sığınmalıdır: "Allah’ım, cehenneme gitmeye sebep olacak fitnelerden, cehennemin azabından, zenginliğin ve fakirliğin şerrinden sana sığınırım."

Kaynak: Diyanet Hadislerle İslam