Sehl b. Sa'd es-Sâidî (ra) anlatıyor:

“Hendek'te Resûlullah (sas) ile beraberdik. Kendisi hendek kazıyor, biz de toprak taşıyorduk. Bizi gördüğünde şöyle dedi:"Allah'ım! Asıl yaşama yeridir âhiret; sen ensar ve muhacire mağfiret et!" ”

حَدَّثَنَا سَهْلُ بْنُ سَعْدٍ السَّاعِدِيُّ قَالَ:كُنَّا مَعَ رَسُولِ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) فِى الْخَنْدَقِ وَهُوَ يَحْفِرُ وَنَحْنُ نَنْقُلُ التُّرَابَ، وَبَصُرَ بِنَا فَقَالَ: “اللَّهُمَّ لاَ عَيْشَ إِلاَّ عَيْشُ الآخِرَهْ فَاغْفِرْ لِلأَنْصَارِ وَالْمُهَاجِرَهْ.”

(B6414 Buhârî, Rikâk, 1)

***

عَنْ عَلِيٍّ (رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ) قَالَ: لَمَّا كَانَ يَوْمُ الأَحْزَابِ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : “مَلأَ اللَّهُ بُيُوتَهُمْ وَقُبُورَهُمْ نَارًا، شَغَلُونَا عَنِ الصَّلاَةِ الْوُسْطَى حِينَ غَابَتِ الشَّمْسُ.”

Hz. Ali'nin (ra) naklettiğine göre, Ahzâb günü Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur:

“Allah onların evlerini ve mezarlarını ateşle doldursun! Güneş batana kadar bizi ikindi namazından alıkoydular. ”

(B2931 Buhârî, Cihâd, 98; M1420 Müslim, Mesâcid, 202)

***

عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ أَبِى أَوْفَى قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) يَوْمَ الأَحْزَابِ: “اللَّهُمَّ مُنْزِلَ الْكِتَابِ، سَرِيعَ الْحِسَابِ، اهْزِمِ الأَحْزَابَ وَزَلْزِلْهُمْ.”

Abdullah b. Ebû Evfâ'nın (ra) naklettiğine göre, Resûlullah (sas) Ahzâb günü şöyle buyurmuştur:

“Ey Kitabı indiren, hesabı çabuk gören Allah'ım! Ahzâbı (müttefik grupları) bozguna uğrat ve perişan et!”

(B7489 Buhârî, Tevhîd, 34)

***

عَنْ سُلَيْمَانَ بْنِ صُرَدٍ قَالَ: قَالَ النَّبِيُّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) يَوْمَ الأَحْزَابِ: “نَغْزُوهُمْ وَلاَ يَغْزُونَنَا.”

Süleyman b. Surad'ın (ra) naklettiğine göre, Hz. Peygamber (sas) Ahzâb günü şöyle buyurmuştur: “Artık biz onlara karşı savaşacağız. Onlar bize karşı savaşamayacaklar.”

(B4109 Buhârî, Meğâzî, 30)

***

Hicretin beşinci yılıydı. Uhud Savaşı’nın üzerinden iki yıl geçmişti. Müşrikler her ne kadar Uhud Savaşı’nda kısmen başarı elde ettilerse de Müslümanlar, geçen süre içerisinde daha da güçlenmişlerdi. Ayrıca bu süre zarfında Müslümanlarla Yahudiler arasında da birtakım olumsuz gelişmeler yaşanmıştı. Hz. Peygamber (sas) ile aralarındaki antlaşmayı ihlâl eden hatta onu öldürme teşebbüsünde bulunan Yahudi kabilesi Nadîroğulları, ihanetleri nedeniyle Hayber’e sürülmüşlerdi. Fakat Cenâb-ı Hakk’ın (cc) da buyurduğu gibi kendilerini dünyada daha büyük bir cezaya uğramaktan kurtaran bu sürgünü bir türlü hazmedememişlerdi. Bu nedenle Mekkeli müşrikleri ve civardaki Arap kabilelerini Allah Resûlü’ne (sas) karşı kışkırtmaya başladılar. İçlerinden bir grup Mekke’ye gelerek Ebû Süfyân ve beraberindekilere, "Muhammed’e düşmanlık etmek ve onunla çarpışmak üzere sizinle anlaşmaya geldik." dediler. Ebû Süfyân da "Hoş geldiniz! Muhammed’in düşmanları bizim için insanların en değerlisidir." diyerek memnuniyetle teklifi kabul etti.

Kureyşliler için bu, geri çevrilemeyecek bir öneriydi. Çünkü Suriye yolunu kullanan ticaret kervanları, Müslümanların tehdidi altında idi. Onların güvenliğini sağlayabilmek için Medine’deki oluşumu yok etmek zorundaydılar. Dolayısıyla Yahudiler tarafından yapılan teklif, iştahlarını kabarttı. Bu amaçla kabileler dolaşıldı, gönüllü katılanlar kolaylıkla; istekli olmayanlar ise mal mülk yardımı ve para teklifleriyle ikna edildi. Gatafânlılar, Süleymoğulları, Esedoğulları, Fezâreliler, Eşca’lılar ve Mürreoğulları gibi Arap kabileleri, Müslümanlara karşı müşriklerle birlik oldular. Allah Resûlü (sas) ve Müslümanlara karşı kurulan bu ittifak daha sonra Kur’an’da bir sûrenin adı olmuş; "Ahzâb" (gruplar, müttefikler) diye nitelendirilmiştir. Kısa sürede Ebû Süfyân’ın komutasında on bin kişiyi aşkın bir ordu oluşturularak, Medine üzerine harekete geçme kararı alındı.

Müşriklerin Mekke’den ayrılmalarına Huzâalılar kayıtsız kalmadılar. Dört gece gibi kısa bir sürede gönderdikleri bir grup haberci ile hemen Hz. Peygamber’e (sas) Kureyşlilerin yola çıktıklarını haber verdiler.

Yahudilerin ve Mekkeli müşriklerin hazırlıklarından haberdar olan Allah Resûlü (sas) nasıl bir savaş taktiği uygulamaları gerektiği konusunda her zamanki gibi ashâbına danıştı. Uhud Savaşı’nda yaşananlardan ders alındığı için savunma savaşı yapılmasına karar verildi. Aralarında bulunan Selmân-ı Fârisî (ra), "Yâ Resûlallah! Biz İran’da iken düşman atlılarını durdurmak için etrafımıza çepeçevre hendek kazardık." dedi. Bu fikir, Allah Teâlâ’nın (cc) izniyle Resûlullah’ın (sas) ve ashâbının hoşuna gitti. Hz. Peygamber (sas), ashâbından bir grupla birlikte hendek kazılacak yerleri keşfe çıktı. Medine, asırlar öncesi volkanik bir dağdan yayılan lavların donarak oluşturduğu ve iki tarafını saran karataşlıklarla (hârreteyn/lâbeteyn) çevriliydi. Oldukça keskin volkanik karataşlarla dolu bir yüzeyi olması sebebiyle buradan at ve develerin geçmesi âdeta imkânsızdı. Dolayısıyla düşmanlar ya kuzey taraftan yahut güneydeki vadi kısmından girebilirlerdi. Vadi tarafına da bir grup nöbetçi görevlendirildi. Bu nedenle hendeklerin Mezâd’dan Zübâb’a, oradan da Ratîc’e kadar uzanacak şekilde kazılmasına karar verildi. Karargâh ise Sel’ Dağı eteğinde kurulacaktı.

Hendeklerin yeri tespit edildikten sonra, Peygamber Efendimiz (sas), ashâb-ı kirâmı onar kişilik gruplara ayırdı ve herkesin kazacağı yeri çizgilerle belirledi. Her grup kırk zirâ’ yani yaklaşık yirmi metre yer kazacaktı. Hendeğin eni ve derinliği ise yaklaşık iki buçuk metre idi. Böylelikle hendeğin bir atın geçemeyeceği genişlikte ve derinlikte olması amaçlanmış, uzunluğu ise şehrin düşmana açık cephesini kapatacak şekilde planlanmıştı.

Ebû Süfyân komutasında oluşturulan ordu harekete geçtiği için, savunmaya yardımcı olması amacıyla kazılması planlanan hendeğin kısa sürede bitirilmesi gerekmekteydi. Nitekim bazı kaynaklarda altı günde kazıldığı ifade edilmektedir. Hendek kazılmasında kendilerine görev verilen gruplar, paylarına düşen mesafeyi canla başla bitirmeye çalışıyorlardı. Ancak hazırlıksız yakalandıkları bu savaşta gıda sıkıntısı da yaşamaktaydılar. Öyle ki üç gün boyunca neredeyse boğazlarından bir lokma geçmediği olmuştu.

Savaş hazırlıkları sırasında bazen de öyle olağanüstülükler yaşandı ki bunlar Müslümanların Allah’a (cc) olan imanını güçlendirmiş, kendilerine olan güvenlerini artırmıştı. Allah’ın (cc) lütfu ile kesilen bir oğlak ya da eldeki birkaç avuç hurma bereketlenmiş ve açlıklarını gidermeye yetmişti. Bu meşakkatli ve yorucu işte Allah Resûlü (sas) ashâbını yalnız bırakmıyor, onlarla birlikte var gücüyle hendek kazıyordu. Zaman zaman arkadaşlarının bile kırmakta güçlük çektiği kayaları kendisi parçalıyor, bir yandan da Kisrâ’nın ve Kayser’in şehirlerinin fethedileceği gibi, o şartlarda düşünülmesi bile zor olan müjdeler veriyordu. Ashâbı, "Biz ki biat ettik Muhammed’e / Cihad etmek üzere yaşadığımız sürece!" sözleriyle her daim Hz. Peygamber’e (sas) bağlılıklarını dile getirirken, o da onlara, "Allah’ım, asıl yaşama yeridir âhiret / Sen ensar ve muhacirlere mağfiret et!" duasıyla şevk veriyordu.

Bedeni toz toprak içinde kalana kadar arkadaşları ile toprak taşıyan Resûlullah (sas), bir yandan da Abdullah b. Revâha’nın (ra) şu beyitlerini yüksek sesle söylüyordu:

"Vallahi, Eğer sen olmasaydın (Yâ Rab) doğruyu bulamazdık,

Zekâtı da veremezdik, namaz da kılamazdık,

Üzerimize indiriver sekînet,

Sabitle ayaklarımızı, karşılaşırsak şayet,

Zira onlar kışkırtmışlardır bizi,

Bildikleri hâlde fitneden çekindiğimizi."

Hendek kazma işi tamamlanmak üzereyken, düşman ordusu akın akın gelip Akîk vadisinde toplanmaya başladı. Bunun üzerine sayıları üç bini bulan ashâbın eli kılıç tutan erkekleri savaş için mevzilerine geçmiş; yaşlılar, kadınlar ve çocuklar müstahkem kalelere çekilmişlerdi. Kazılan hendekleri de sürekli gözlemekte, kontrol etmekteydiler.

Düşman kuvvetleri önce ekin ve otlakların biçildiğini, ardından da hendeğin kazıldığını görünce oldukça şaşırdılar. Zira tarlalar, savaştan önce hasat edilmişti ve arta kalanlar düşmanların hayvanlarını doyurmak için yeterli olmayacaktı.

Bu arada Hz. Peygamber’in (sas) beklemediği ve Müslümanları derinden sarsan Kurayzaoğulları’nın ihanet haberi geldi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sas), Kurayzaoğulları hakkında bilgi getirmesi için Zübeyr b. Avvâm’ı (ra) onların yurduna gönderdi.

Savaş bu şartlar altında başladı. Bir ara Kurayzaoğulları’nın, Kureyşliler ve Gatafânlılardan istedikleri biner kişilik kuvvetlerle gece vakti Medine’ye saldırma kararının haber alınması üzerine, Müslümanlardan beş yüz kişi nöbet tutmak ve Yahudi mahallelerini kuşatıp etkisiz hâle getirmek üzere görevlendirildiler.

Savaş esnasında Kurayzaoğulları’nın ihanetiyle güçlenen düşman ordusu, münafıkların ve zayıf iradeli kimselerin kuvve-i mânevîyesini bozmuştu. Onlardan bir kısmı, "Allah (cc) ve Resûlü (sas), bize ancak aldatıcı (boş) vaatte bulunmuşlar." bir kısmı ise, "Evlerimiz açık (korumasız)." diyerek mevzileri terk edip Medine’ye dönmek için Hz. Peygamber’den (sas) izin istemişlerdi. Halbuki evleri korumasız değildi. Sadece kaçmak istiyorlardı. Ancak Allah Resûlü (sas) onların mevzileri terk etmesinden rahatsız olsa da fazla endişe duymamıştı. Zira Allah Teâlâ’nın (cc) vaadinden dönmeyeceğine, Müslümanlara yardım edeceğine inancı tamdı. Gidenler gitti, gerçek müminler ise onun etrafında kenetlendi.

Hz. Peygamber (sas), düşman ittifakını bozmak üzere harekete geçti. Gatafânlılara Medine’nin yıllık hurma mahsulünün üçte biri karşılığında savaştan çekilmelerini teklif etti. Onlar ise mahsulün tamamını istediler. Fakat Resûlullah (sas) üçte bir oranında ısrar edince teklifi kabul etmek zorunda kaldılar. Sonra Allah Resûlü (sas) yapılan bu görüşmeyi ensarın ileri gelenlerinden, Evs ve Hazrec kabilelerinin liderleri Sa’d b. Muâz (ra) ve Sa’d b. Ubâde (ra) ile istişare etti. Onlar Hz. Peygamber’e (sas) bunun Allah’ın (cc) emri mi yoksa kendi görüşü mü olduğunu sordular. Allah Resûlü (sas), kendi kararı olduğunu söyledi. Bunun üzerine onlar, böyle bir şeye ihtiyaçları olmadığını belirterek anlaşmayı kabul etmediler.

Savaş başladığı sıralarda Eşca’ kabilesinin reisi Nuaym b. Mes’ûd, Müslüman olmuş fakat bundan kimsenin haberi olmamıştı. Nuaym, İslâm’ı kabul ettiğini bildirmek üzere Hz. Peygamber’e (sas) geldi ve "Ne istersen bana emret." diyerek Allah Resûlü’nün (sas) hizmetinde olacağını söyledi. Bunun üzerine Resûlullah (sas), "Elinden geliyorsa insanların savaştan çekilmelerini sağla." dedi. Nuaym, Kurayzaoğulları’na gidip Medine dışındaki müttefiklerinin, yurtlarına döndükten sonra onları Müslümanlara karşı yalnız bırakacaklarını, dolayısıyla Kureyşliler ve Gatafânlılardan ileri gelen bazı kimseleri teminat için rehin almadan savaşmamaları gerektiğini söyledi. Sonra aynı şekilde Kureyşlilere gidip onlara da Yahudilerin Hz. Peygamber (sas) ile olan antlaşmalarını bozduklarına pişman olduklarını ve tekrar gizlice anlaştıklarını söyledi. Ayrıca Yahudilerin kendilerinden bazı kimseleri rehin isteyeceklerini söyleyerek böyle bir durumda kimseyi vermemelerini tembihledi. Çok geçmeden Yahudiler, Kureyşliler ve Gatafânlılara kendi güvenlikleri için ileri gelen bazı kişileri rehin almak istediklerini bildirdiler. Kureyşliler ise bu isteklerini asla yerine getirmeyeceklerini haber verdiler. Aralarında defalarca elçiler gidip gelmesine rağmen herhangi bir uzlaşmaya varamadılar. Böylece Nuaym b. Mes’ûd’un planı işe yaradı. Kurayzaoğulları ile Kureyşliler ve Gatafânlılar’ın arasında güvensizlik ortamı oluşturularak ittifakın bozulması sağlandı.

Yaklaşık on bin kişilik bir ordudan oluşan müttefikler, sürekli hendeğin zayıf noktalarını kolluyor ve saldırılarını artırıyorlardı. Müşriklere her gün sırayla nöbetleşerek Ebû Süfyân, Hâlid b. Velîd, Amr b. Âs, Hübeyre b. Ebû Vehb ve Dırâr b. Hattâb gibi önde gelen kimseler kumanda ediyordu. Peygamberimizin (sas) çadırını bile ok yağmuruna tutan müşrikler bir ara hendeğin dar yerinden geçmeye çalıştılar. Aralarından Amr b. Abdüved ile birkaç kişi başarılı oldu ve geçtiler. Amr, Müslümanlardan meydana çıkıp kendisiyle çarpışacak birini istedi. Hz. Ali (ra) bunun için Resûlullah’tan (sas) izin istedi. Hz. Peygamber (sas) başlangıçta razı olmadıysa da sonunda Hz. Ali’ye (ra) izin verdi. Amr b. Abdüved ise henüz genç yaştaki Hz. Ali’yi (ra) küçümsediyse de onun bir kılıç darbesi ile öldü. Onunla birlikte hendeği geçenler hemen kaçmaya başladılar. Bu arada onlardan Nevfel b. Abdullah atıyla hendeğe düştü ve öldü. Cesedinin hendekte kalması müşriklere oldukça ağır gelmişti. Allah Resûlü’ne (sas) bir adamla on bin dirhem göndererek karşılığında Nevfel’in ölüsünü istediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sas), karşılıksız olarak Nevfel’in cesedini onlara teslim etti.

Bir ara savaş öyle kızışmıştı ki Allah Resûlü (sas) namazlarını vaktinde kılamamıştı. Gözünün nuru olarak nitelediği namazını eda edememenin verdiği üzüntü ile Sevgili Peygamberimiz (sas) müşriklere beddua etti: "Allah (cc) onların evlerini ve mezarlarını ateşle doldursun! Güneş batana kadar bizi ikindi namazından alıkoydular." Sonra da namazlarını kılamamış olmanın ağırlığını yüreklerinde derinden hisseden ashâb-ı kirâma geceleyin namazları kaza ettirmiş ve "Şu anda yeryüzünde sizden başka Allah’ı (cc) zikreden kimse yoktur!" diyerek gönüllerine su serpmişti.

Kuşatmanın ilerleyen günlerinde iyice usanan müşrikler, son bir güç toplayıp Müslümanları yok etme kararı almışlardı. Bu saldırı öncesinde, Efendimize (sas) Allah’ın (cc) bir çöl kasırgası ile müşrikleri perişan edeceği haber verilmişti. Nitekim son hücumun bir gün öncesinde yaşanan, korkunç bir gürleme, görülmemiş derecede soğuk ve zifiri karanlıkta, atlar ve develer kaçıp dağılmış, dolayısıyla müşriklerin kalbine müthiş bir korku düşmüştü.

Müslümanlar arasında da büyük bir korku yaşanmaktaydı. Nitekim Kur’an bunu, "Hani onlar size hem üst tarafınızdan hem de alt tarafınızdan gelmişlerdi. Gözler kaymış, yürekler ağızlara gelmişti. Siz de Allah’a (cc) karşı çeşitli zanlarda bulunuyordunuz." âyetiyle daha sonra onlara hatırlatacaktı. Bu korku ve sıkıntı esnasında düşman kuvvetleri hakkında bilgi almak bile son derece güç şartlar altında gerçekleşiyordu. Düşman kalabalıktı. Müslümanlar şehrin dışından müşriklerin, içinden ise Kurayzaoğulları’nın tehdidi altında idiler.

Yüreklerin ağızlara geldiği böyle bir zamanda Allah (cc), rüzgâr ve görünmeyen ordularla Müslümanlara yardım etmişti. Zira Hz. Peygamber (sas), elinden gelen her türlü çabayı göstermenin yanı sıra Allah Teâlâ’ya (cc) da sürekli dua etmeyi ihmal etmiyordu: "Ey Kitab’ı indiren, hesabı çabuk gören Allah’ım! Ahzâbı (müttefik grupları) bozguna uğrat ve perişan et!"

Düşman hakkında bilgi toplamak üzere görevlendirilen Huzeyfe b. Yemân’ın seneler sonra anlattığına göre o, giderken yaşadığı korku ve heyecan nedeniyle şiddetli soğuğa rağmen kendisini âdeta hamamda gibi hissetmiş, ancak döndükten sonra soğuk ve rüzgârın kendisini nasıl etkilediğini fark etmişti. Bunun üzerine Allah Resûlü (sas), abasının bir kısmını Huzeyfe’nin üzerine örtmüş, o da sabaha kadar rahat bir şekilde onun dizi dibinde uyumuştu.

Kuşatma sürdükçe her iki tarafta da açlık ve kıtlık baş göstermeye başlamıştı. Hendeğin zayıf noktalarının aşılması ihtimali, hatta birkaç kişinin bunu başarmış olması Müslümanlar için tehlike oluşturuyordu. Müşrikler ise kısa süreceğini tahmin ettikleri bir savaş için hazırlanmışlardı. Bu nedenle yiyecek sıkıntısı çekmeye başladılar. Gittikçe soğuyan hava ve çıkan şiddetli rüzgâr işlerini daha da zorlaştırmıştı. Bu şartlar altında kuşatmayı daha fazla sürdüremeyecekleri anlaşılıyordu. Savaşı bitirmek zorundaydılar. Sonunda Ebû Süfyân kuşatmayı kaldırdı ve müşrikler Mekke’ye dönmek üzere yola çıktılar. Ortaya çıkan olumsuzluklar onları öyle perişan etmişti ki Ebû Süfyân, devesinin ayaklarının bağlı olduğunu unutup sırtına binmiş ve onu kaldırmaya çalışmıştı. Kur’an’da onların Medine’den çekilişleri şöyle ifade edilmiştir: "Allah (cc), inkâr edenleri, hiçbir hayra ulaşmaksızın kin ve öfkeleriyle geri çevirdi. Allah (cc), savaşta müminlere kâfi geldi. Allah (cc) kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir."

Savaş sonucunda altı Müslüman şehit oldu. Bunlardan biri de savaşta yaralanan, Kurayzaoğulları’nın ihaneti sonrasında haklarında hakemlik yapan ve kısa süre sonra da şehit olan Sa’d b. Muâz’dı. Müslümanları tamamen ortadan kaldırmak üzere Medine’ye gelen müşrikler amaçlarına ulaşamamışlardı. Hem mânevî yönden hem de fizikî güç bakımından oldukça yıprandıkları için artık ciddi bir tehdit olmaktan çıkmışlardı. Yahudi Kurayzaoğulları ise ihanetlerinin bedelini ağır bir şekilde ödemek zorunda kaldılar. Zira kutsal kitapları Tevrat’ın hükümleri ile de bağdaşacak biçimde, eli silah tutanları ölüme mahkum edilmiş, kadınları ve çocukları esir edilmiş ve mallarına el konulmuştu. Böylece bir yandan müşrik ve Yahudi tehdidi sona ermiş, diğer yandan Hz. Peygamber (sas) Arap Yarımadası’ndaki hâkimiyetini pekiştirmişti.

Resûlullah’ın (sas) savaş öncesi yaptığı hazırlıklar, aldığı taktik karar ve tedbirler, düşman ittifakını bozmak için yaptığı girişimler ve ashâbı ile gerçekleştirdiği istişareler, onun askerî ve diplomatik başarısını bir kez daha ortaya koymuştu.

Müslümanlar için bir dönüm noktası olan bu gazve, savunma savaşlarının sonuncusu oldu. Müşrikler bir daha Müslümanlara saldırmaya cesaret edemediler. Nitekim Allah Resûlü (sas), "Artık biz onlara karşı savaşacağız. Onlar ise bize karşı savaşamayacaklar." buyurarak, üstünlüğün bundan böyle Müslümanlara geçtiğini ifade etmişti.

Kaynak: Diyanet Hadislerle İslam