Hz. Peygamber ve Çocuk
Prof. Dr. Ali Erbaş

İnsanlığa ufuk açan ve umut veren İslam, çağlar üstü mesajlarıyla hayatın tüm alanlarına dokunan, bireysel ve toplumsal ilişkileri düzenleyen bir değerler manzumesidir. Bu vazgeçilmez değerler ise insanlık için her bakımdan en güzel örnek olan Peygamber Efendimizin (s.a.-4+s.) şahsında hayat bulmuştur. Kuşkusuz o, her konuda olduğu gibi, dünya hayatının süsü ve en değerli varlığı olan çocuğa yönelik yaklaşım noktasında da bizler için en güzel örnek ve yol gösterici bir rehberdir. Nitekim Resul-i Ekrem, insan şahsiyetinin çocuk yaştan itibaren oluşmaya başladığı gerçeğinin idrakinde olan bir eğitimci olarak çocuklar arasında cinsiyet ayrımı yapmadan onlara eşit ve adaletli davranmış, onlarla özel olarak ilgilenmiş ve her birinin arkadaşlığını, dostluğunu, güvenini kazanmayı esas almıştır. Bu çerçevede hem kendi çocuk ve torunlarına hem de diğer çocuklara karşı davranışlarında sevgi ve şefkati merkeze alarak sürekli olumlu tavır takınmış, onları birey olarak görüp muhatap almış, onların maddi ve manevi gelişimini daima öncelemiştir.

Hayatının hiçbir döneminde Allah Resulü’nden çocuklarla ilgili kötü bir söz, tavır, tepki ve davranış sâdır olmamıştır. Nitekim on yıl boyunca hizmetinde bulunan Enes b. Malik, Hz. Peygamber’in bu süre zarfında bir defa bile kendisini azarlamadığını, bir şeyi yapıp yapmama hususunda asla sorguya çekmediğini nakletmektedir (Müslim, Fedail, 13.) Peygamber Efendimiz (s.a.s.), çevresindeki bütün çocukları çok sevmiş ve bu sevgisini onların dünyasına girip sözlü veya fiili olarak ortaya koymuştur. Bu anlamda, yolda rastladığı çocuklara selam verip hâl-hatırlarını sormuş, onlarla oyun oynamış, şakalaşmış, eğlenmiş ve tüm imkânlarını onlarla paylaşmıştır. Onların sevinçleriyle sevinmiş, kederlerine üzüntüyle ortak olmuştur. Hastalık gibi özel durumlarında ziyaretlerine gidip her hâlükârda onların yanında oluğunu hissettirmiştir. Çocuklara karşı daima şefkat ve muhabbetle davranan merhamet peygamberinden gördükleri bu asil muamele karşısında onlar da kayıtsız kalmamışlar ve bu karşılıklı samimi ve sevgi dolu tablo, insanlığın zihin ve gönül dünyasındaki çocuk algısını ve tasavvurunu en ideal noktaya taşımıştır. İnsani değerlere sahip gönüllerde sevgi tomurcukları yeşerten ve çehrelerde tebessüm haleleri oluşturan bu hadiseler; “Küçüklerimizi sevmeyen, büyüklerimizi saymayan bizden değildir.” (Tirmizi, Birr, 15.) buyuran Hz. Peygamber’in, söylediklerini bizzat yaşanan bir hayata dönüştürerek insanlara öğrettiğinin en güzel örnekleridir.

Sevgili Peygamberimiz, çocuğa sevgi, şefkat, merhamet, sabır ve hoşgörü ile yaklaşımın yadırgandığı, tuhaf karşılandığı hatta utanç kaynağı olarak gördükleri kız çocuklarının diri diri toprağa gömüldüğü bir devirde, çocukları el üstünde tutan ve onlara en büyük değeri veren tutum, tavır ve davranışlarıyla cahiliye asrının merhamet ve insani değerlerden uzak kalmış tüm ezberlerini bozmuştur. Bu anlamda köklü bir inkılaba imza atmış ve zihinlerdeki cehaleti, taassup ve yerleşik yanlış algıları yıkarak çocuk eğitimi ve çocuklara yaklaşım konusunda bütün dünyaya örnek olmuştur. Nitekim Allah Resulü’nün torunu Hasan’ı öptüğü bir esnada, onu gören bedevi kabile reisi Akra’ b. Hâbis’in: “Siz çocukları öper misiniz? Benim on çocuğum var, hiçbirini öpmedim.” demesi üzerine Hz. Peygamber’in verdiği: “Merhamet etmeyene merhamet olunmaz.” cevabı, bunun en bariz göstergesidir. (Müslim, Fedail, 15.) Resul-i Ekrem, çocuklara yönelik her türlü şiddet, baskı, öteleme ve istismarın sıradanlaştığı bir vasatta, toplumun en zayıf ve savunmasız kesimi olan çocukların haklarını en üst derecede savunmuş ve bu uğurda en büyük gayret ve mücadeleyi ortaya koymuştur. Bu bağlamda günümüze baktığımızda görüyoruz ki bugün dünya, Peygamber Efendimizin örnekliğini anlamaya, ahlakını yaşamaya ve mücadelesini kuşanmaya her zamankinden daha çok muhtaçtır. Zira çocukları mutsuz ve sahipsiz bir yeryüzü yaşanabilir olmaktan çıkmıştır. Çocukların ihmal edildiği, istismara maruz kaldığı, temel haklarından mahrum edildiği bir çağ merhamet ve insanlık sınavını kaybetmiştir. Çocukların gözyaşına mahkûm olduğu bir hayatta bütün gülücükler sahtedir. Dolayısıyla milyonlarca çocuğun açlık ve susuzluğun pençesinde kıvrandığı, en basit tedavi imkânlarına bile ulaşamadığı, okuma-yazma ve eğitim imkânından mahrum kaldığı, savaşların ve korkunç silahların ortasında hayatta kalma mücadelesi verdiği bir dünyada, vicdanın, ahlakın, hukukun, medeniyetin en temel ölçüsü çocuklar konusunda duyarlılıktır.

Çocuk, anne-babaya yüce Allah tarafından bahşedilmiş en değerli armağandır. Çocuk, ebeveyn için büyük bir nimet olduğu kadar aynı zamanda kıymetli bir emanettir. Bu açıdan, çocukların bedenen ve ruhen sağlıklı bir şekilde, zamanın ihtiyaçlarına göre yetiştirilip güzel ahlak ile terbiye edilmeleri, söz konusu emanete karşı en temel sorumluluktur. Nitekim Peygamber Efendimiz, bu sorumlulukla çocukları hayata hazırlama noktasında büyük bir önem ve özveri gösteren ebeveynleri methetmiş: “Bir baba, çocuğuna iyi terbiyeden daha değerli bir hediye vermemiştir.” (Tirmizi, Birr, 33.) buyurarak bu hususun önemine işaret etmiştir. Bu hadis-i şerifte, aynı zamanda, çocukların insani değer ve davranışları aile içerisinde görerek öğrendikleri gerçeğine de vurgu yapılmaktadır. Hiç şüphesiz, çocukların öğrendikleri değerleri ve davranış modellerini gerçekten benimsemesi ve içselleştirerek hayat boyunca bunlara sahip çıkması, her şeyden önce aile içindeki saygı ve muhabbet ortamına bağlıdır. Buna karşın, sevgi, merhamet ve şefkatten mahrum bir çocukluk devresi geçiren kişilerin, genellikle toplumsal hayata uyum sağlayamayan, kendisiyle ve çevresiyle barışık olmayan, nefret, şiddet ve suça eğilimli bireylere dönüştüğünü üzülerek müşahede etmekteyiz. Ailede sevgi ve merhamet merkezli iletişimden mahrum bir şekilde yetişen çocukların, ileriki yaşlarında kendilerine sahte sevgi gösterilerinde bulunan odaklar eliyle arzu edilmeyen mecralara savrulmaları, göz ardı edilemez bir tehlikedir. Bunun önüne geçebilmenin en etkili ve gerçekçi yolu ise bize eğitim ve ahlak noktasında evrensel ve ölümsüz değerleri miras bırakan Sevgili Peygamberimizin izinden gitmektir. Dolayısıyla çocuklarının istikamet üzere yaşamaları, hayatlarında huzur ve mutluluğa ulaşmaları ve nihayetinde de ahireti elde etmeleri için her ebeveynin vazgeçilmez sorumluluğu, bu kutlu yolu benimsemektir.

Diğer yandan çocuklar, milletlerin ve toplumların geleceğini şekillendiren en önemli unsurdur. Bir milletin sağlam temeller üzerinde yükselmesinin, o milletin çocuklarının inanç ve medeniyet değerleri ekseninde yetiştirilmesiyle yakın ilişkisi vardır. Bu meyanda, yolunu kaybeden insanlığın yönünü ve yörüngesini belirlemek için öz değerlerimizden, tarihî ve ilmî derinliğimizden hareket ederek medeniyetimizin düşünce kodlarını ve hayat veren ilkelerini bugünle buluşturmak ve çocuklarımızı geleceğe bu kadim değerlerle en iyi şekilde hazırlamak zorundayız. Bu noktadaki en büyük örneğimiz ise bizleri yüce dinimiz İslam’ın evrensel hakikatleriyle buluşturan, risaletin nuruyla yeryüzünü aydınlatan Allah Resulü’dür. Bu sebeple, Hz. Peygamber’in bir eğitimci olarak çocuklara yaklaşımını, onlarla kurduğu ilişkinin şekil ve niteliklerini doğru bir şekilde tespit etmek, onun bu konudaki tavır ve davranışlarının arka planındaki temel prensipleri kavramak ve çocuklarımızı bu doğrultuda yetiştirmek bizlerin en öncelikli görevidir.

Bu itibarla, göz aydınlığımız olan çocuklarımızın nebevi ilke ve değerler ekseninde yetişerek huzurlu bir hayatın, ideal bir toplumun ve daha güzel bir dünyanın mihenk taşı olmasını temenni ediyor; iyilik, takva ve güzel ahlakla bezeli bir hayatı bize ve çocuklarımıza bahşetmesini Yüce Rabbimden niyaz ediyorum.