El Velî ne demektir?
Velî ismi “yakınlık, sevgi ve işleri üstlenip yardım etmek” anlamındaki velayet kökünden türemiştir. Genellikle “müminlere yardımcı, kâinatın ve bütün mahlukatın işlerini deruhte edip üstüne alan” şeklinde tanımlanır.
Gazzâlî’ye göre tek kelimeyle “dost” demektir.
Dost sizi seven ve iyiliğinizi isteyen kişidir. Ama bir insanla ne kadar dost olsanız da sonuçta o da bir insandır ve çoğu zaman, üzüntünüze sizinle birlikte üzülmekten başka elinden bir şey gelmez. Oysa Allah sizin dostunuz olursa öyle mi ya? Allah’ın dostluğu tüm yetki ve gücü elinde tutan bir makamın dostluğu demektir. (Bakara, 2/107) Allah’ın dostluğu kulun iman ve bağlılığını, kendi yakınlığı ve himayesiyle ödüllendiren bir dostluktur. Allah’ın dostluğu, O’nun sizin işlerinizi üzerine alması ve sizi ulaştırmak istediği yere ulaştırması demektir.
Günlük dilde veli bir çocuğun bakımını ve yetiştirilmesini üstlenen kişiye denir. Birinin velisi olan, onun işlerinin yolunda gitmesine yarayacak bütün tedbirleri alır ve daima onun faydasını temin etmeye çalışır. Yüce Allah’ın Velî ismi de hayatın bizi hâlden hâle sokan tekâmül sürecinde Rabbimizin bize sahip çıkıp yardım ettiğini, elimizi hiç bırakmadığını gösterir.
Allah Teâlâ bu dünyada inkârcılara da nimet vermesine rağmen “kâfirlerin velîsi” diye nitelendirilmez. Allah’ın umumi velayetinden insan yahut hayvan fark etmeksizin bütün varlıklar istifade ederken, O’nun hususi velayeti sadece müminler içindir.
“Allah iman edenlerin dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır.” (Bakara, 2/257)
Kur’an-ı Kerim’de Velî
Velî ismi, Kur’an-ı Kerim’de yirmiyi aşkın ayette Allah’a nispet edilir.
Kur’an-ı Kerim’de v-l-y kökünden türeyen üç isim geçer: Velî, Vâlî ve Mevlâ.
- Velî, yukarıda da geçtiği üzere dost demektir. Ama bu dostluk eşitlerin arkadaşlığı anlamında bir dostluk değil, rehberlik ve öncülük anlamı içeren bir dostluktur. Bu nedenle veli anlamındaki dostlar çok itina ile seçilmelidir.
- Vâlî işleri üstüne alan ve yöneten anlamına gelirken Mevlâ da kendisinden yardım umulan, gerçek sahip demektir. (Âl-i İmrân, 3/150)
Kur’an ısrarla Allah’tan başka gerçek dost ve yardımcımız olmadığını vurgular. (Tevbe, 9/116; Ankebût, 22/22; Şûrâ, 42/31) Bu nedenle de Allah’tan başkasını –veya Allah ile beraber başkalarını- dost edinmemeyi, özellikle imansızların dost olarak görülmemesini tembih eder. (Âl-i İmrân, 3/28; Nisâ, 4/139; Tevbe, 9/23; Ankebût, 29/22; Secde, 32/4) Kâfirleri dost edinmenin bizi cezalandırması için Allah’a apaçık bir delil sunduğunu söyler. (Nisâ, 4/144) Kâfirlerin ve zalimlerin birbirlerine dost olduklarını (Câsiye, 45/19), müminlerin dostlarının ise ancak Allah ve Resulü ile namaz kılıp zekât veren, hicret edip cihat eden müminler olduğunu belirtir. (Mâide, 5/55; Enfal 8/72-73; Tevbe 9/71) Hepsinden önemlisi Kur’an gerçek dostumuzun Yüce Allah olduğunu söylemekle yetinmez; tek başına Allah’ın dostluğunun yeterli olduğunu ve Allah’ın kuluna kâfi geleceğini söyler. (Nisâ, 4/45; Mâide, 5/56; Zümer, 39/36) Allah Teâlâ, kendisinden başka sığınılıp yardım istenecek dostlar arayanları ise zayıflıkları ile baş başa bırakır. (Ankebût, 29/41) Sonuç olarak Allah en güzel dost ve en güzel yardımcıdır. (Enfâl, 8/40) Fakat Allah’ın dostluğunu kazanmak bazı vasıflara sahip olmayı gerektirir. Yukarıda da değindiğimiz gibi bu vasıfların başında iman gelir. Pek çok yerde Allah’ın müminlerin dostu olduğu açıklanır. (Bakara, 2/257, 286; Âl-i İmrân, 3/68, 150; Muhammed, 47/11) Bundan başka Allah takva sahiplerinin (Câsiye, 45/19) ve salih kulların (A’râf, 7/196) dostu olduğunu belirtir. Tam bu noktada imanın fikre, takvanın kalbe, salahın ise davranışlara yönelik ne kadar kuşatıcı kavramlar olduğunu hatırlamak gerekir. Bunlar karşılıklı olarak birbirini etkileyerek bir bütün hâlinde psikolojik ve sosyal var oluşumuzu meydana getiren bilme hissetme ve yapma sürecinin her bir yönüne işaret eder.
Kur’an bize kimlerle asla dost olmamamız gerektiğini de öğretir. Buna göre: Yahudiler ve Hristiyanlar (Bakara, 2/120; Mâide 5/51), münafıklar (Nisâ, 4/89), kâfirler (Nisâ, 4/144), dinlerini oyun ve eğlence edinenler (En’âm, 6/70), Allah’a ve müminlere düşman olanlar (Mümtehine, 60/1), ahiretten ümidini kesmiş ve Allah’ın gazabına uğramış olanlar (Mümtehine, 60/13), din konusunda müminlerle savaşarak onları yurtlarından çıkaranlar (Mümtehine, 60/9) asla dost edinilemezler. Efendimizin (sas), “Kişi dostunun dini üzeredir. Bu yüzden her biriniz kiminle dostluk ettiğine dikkat etsin.” (Tirmizî, Zühd, 45) sözü de bu ayetlerdeki uyarıların hikmetini açıklayarak pekiştirir. En tehlikeli dostluk elbette şeytanla yapılandır. Kim şeytanı kendine dost edinirse ona kendi üzerinde bir otorite imkânı da vermiş olur. (Nahl, 16/100)
Velî Tecelli Ederse
İnananların velisi olan Yüce Allah bu velayeti diğer bütün esmasının ifade ettiği yetkin sıfatlarıyla yapar. O bir şeyin olmasını istediğinde önünde hiçbir engel yoktur. Allah (cc) bir kişinin velisi olduğunda ona bütün işlerini yoluna koyacak bir kapasite lütfeder. Lütuf ve ihsanıyla onu terbiye ederek iki cihanını mamur eder. Her durumda doğru olanı yapmaya muvaffak kılar. Rızasına erdirecek yolları gösterir; küfür ve inkâr sebeplerini ortadan kaldırarak kalbini küfrün karanlığından imanın aydınlığına çıkarır. (Bakara, 2/257) İnsanın Rabb’inin velayetine nasıl güvenip iltica edeceğinin en güzel örneği Efendimizin (sas) hayatında tezahür etmiştir. Bütün siyer kitaplarında gördüğümüz üzere kırk yaşına kadar toplumunun saygın ve sakin bir bireyi olarak yaşayan Efendimiz, peygamberlikle görevlendirildiği andan itibaren akla hayale gelmeyecek zorluklarla karşılaşmıştı. Bu süreçte Allah Teâlâ’yı yegâne dost ve yardımcı olarak bilmiş, savaşların en kritik anlarında dahi Rabb’ine güvenmiş ve sarsılmamıştı. “Hasbünallahu ve ni’mel vekil, ni’mel Mevlâ ve ni’me’n-Nasîr (Allah bize yeter; O ne güzel Vekîl, O ne güzel Mevlâ ve ne güzel yardımcıdır.)” sözü münafıkların ayağının kaydığı, müminlerin korku ile titrediği anlarda onun kararlılığını pekiştiren bir teslimiyet ve güven ifadesi idi. O, aynı zamanda bütün gayretini insanların Allah’ı yegâne Velî olarak bilmelerini sağlamaya sarf etmişti.
Kuşeyrî’ye göre Allah (cc) kimi dost edinirse onu kötülüklerden koruyup arzularını yerine getirir ve Hakk dostlarının gönüllerine onun sevgisini yerleştirir. Fakat o sevilmeye değil, sevmeye odaklanmıştır. Ataullah İskenderi’nin dediğine göre insanlar tarafından sevilme arzusundan vazgeçmiş olmak Allah’ın kula verdiği değerin bir göstergesidir. Velayetten nasibi olan kişi çevresindeki insanların sıkıntıları ile meşgul olmayı hayatının misyonu hâline getirmiş kişidir. Herkesin derdi ile dertlenir. Şikâyet eden değil, çözüm arayan; yardım isteyen değil, yardım eden ve insanların kendisinden himaye gördüğü bir kişi olur. Bu elbette kolay değildir. Ama Efendimiz (sas) bize insanların arasına karışıp onlardan gelecek sıkıntılara sabretmenin uzlete çekilerek sadece kendine yönelmekten daha hayırlı olduğunu haber vermiştir. Yeryüzünde Mevlâ’nın Velî isminin tecellisi olanlar, insana hizmetin nafile ibadetten evla olduğunu bilenlerdir.
Kur’an ısrarla Allah’tan başka gerçek dost ve yardımcımız olmadığını vurgular. Bu nedenle de Allah’tan başkasını –veya Allah ile beraber başkalarını- dost edinmemeyi, özellikle imansızların dost olarak görülmemesini tembih eder. Kâfirleri dost edinmenin bizi cezalandırması için Allah’a apaçık bir delil sunduğunu söyler.