Ebû Hüreyre'den (ra) rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

“Kim mümin bir köleyi azat ederse, o kölenin her organına karşılık Allah (cc) da onun bir organını cehennemden azat eder.”

عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ، عَنِ النَّبِيِّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ: “مَنْ أَعْتَقَ رَقَبَةً مُؤْمِنَةً، أَعْتَقَ اللَّهُ بِكُلِّ إِرْبٍ مِنْهَا إِرْبًا مِنْهُ مِنَ النَّارِ.”

(M3795 Müslim, Itk, 21)

***

عَنِ الْمَعْرُورِ قَالَ: لَقِيتُ أَبَا ذَرٍّ بِالرَّبَذَةِ وَعَلَيْهِ حُلَّةٌ وَعَلَى غُلاَمِهِ حُلَّةٌ فَسَأَلْتُهُ عَنْ ذَلِكَ. فَقَالَ: إِنِّى سَابَبْتُ رَجُلاً فَعَيَّرْتُهُ بِأُمِّهِ، فَقَالَ لِىَ النَّبِيُّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : “يَا أَبَا ذَرٍّ! أَعَيَّرْتَهُ بِأُمِّهِ؟ إِنَّكَ امْرُؤٌ فِيكَ جَاهِلِيَّةٌ، إِخْوَانُكُمْ خَوَلُكُمْ جَعَلَهُمُ اللَّهُ تَحْتَ أَيْدِيكُمْ، فَمَنْ كَانَ أَخُوهُ تَحْتَ يَدِهِ فَلْيُطْعِمْهُ مِمَّا يَأْكُلُ، وَلْيُلْبِسْهُ مِمَّا يَلْبَسُ، وَلاَ تُكَلِّفُوهُمْ مَا يَغْلِبُهُمْ، فَإِنْ كَلَّفْتُمُوهُمْ فَأَعِينُوهُمْ.”

Ma'rûr anlatıyor: Ebû Zer ile Rebeze'de karşılaştım. Kendisinin de kölesinin de üzerinde aynı kıyafet vardı. Bunun sebebini ona sordum. Dedi ki: “Bir adamla karşılıklı birbirimize sövdük. Ve annesi(nin zenci olması) sebebiyle onu aşağıladım. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sas) bana şöyle buyurdu: "Ebû Zer! Onu annesi sebebiyle mi aşağıladın? Demek ki sen kendisinde (hâlâ) câhiliye izleri olan bir kimsesin. (Köle) kardeşleriniz, Allah'ın sizin emrinize verdiği hizmetçilerinizdir. Her kimin kardeşi emri altında bulunursa, ona yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin. Onlara güçlerini aşan işler yüklemeyin. Eğer (ağır işler) yüklerseniz onlara yardım edin."

(B30 Buhârî, Îmân, 22)

***

عَنْ سَعِيدِ بْنِ زَيْدٍ قَالَ: سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) يَقُولُ: “مَنْ قُتِلَ دُونَ مَالِهِ فَهُوَ شَهِيدٌ، وَمَنْ قُتِلَ دُونَ دِينِهِ فَهُوَ شَهِيدٌ، وَمَنْ قُتِلَ دُونَ دَمِهِ فَهُوَ شَهِيدٌ، وَمَنْ قُتِلَ دُونَ أَهْلِهِ فَهُوَ شَهِيدٌ.”

Saîd b. Zeyd'in (ra) işittiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur:

“Malını savunurken öldürülen kişi şehittir. Dinini savunurken öldürülen kişi şehittir. Canını savunurken öldürülen kişi şehittir. Ailesini savunurken öldürülen kişi şehittir.”

(T1421 Tirmizî, Diyât, 21)

***

عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : “الْمُسْلِمُ مَنْ سَلِمَ الْمُسْلِمُونَ مِنْ لِسَانِهِ وَيَدِهِ، وَالْمُؤْمِنُ مَنْ أَمِنَهُ النَّاسُ عَلَى دِمَائِهِمْ وَأَمْوَالِهِمْ.”

Ebû Hüreyre'den (ra) rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur:

“Müslüman, diğer Müslümanların, dilinden ve elinden salim olduğu (zarar görmediği) kimsedir. Mümin de insanların, canları ve malları hususunda (kendilerine zarar vermeyeceğinden) emin oldukları kimsedir.”

(T2627 Tirmizî, Îmân, 12)

***

عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ، قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : “…كُلُّ الْمُسْلِمِ عَلَى الْمُسْلِمِ حَرَامٌ دَمُهُ وَمَالُهُ وَعِرْضُهُ.”

Ebû Hüreyre'den (ra) rivayet etdildiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur:

“…Her Müslüman"ın diğer Müslümana kanı, malı ve ırzı (şeref ve namusu) haramdır (dokunulmazdır)!”

(M6541 Müslim, Birr, 32)

***

Hz. Hatice (ra), evliliklerinin başında Peygamber Efendimize (sas) Zeyd adında bir hizmetçi hediye etmişti. Henüz sekiz yaşında bir çocuk olan Zeyd’in hüzünlü bir hikâyesi vardı. Küçük yaşlarda annesiyle birlikte komşu kabiledeki dayılarını ziyarete giderken kaçırılıp köle olarak satılan Zeyd, elden ele dolaşarak Mekke’deki Ukaz pazarına kadar gelmişti. Hakîm b. Hizâm onu satın almış ve halası Hz. Hatice’ye (ra) hediye etmişti. Hatice validemiz de Peygamber Efendimizle (sas) evlenince Zeyd’i onun hizmetine verdi. Arap Yarımadası’nda insan kaçırıp köle olarak satmak o dönemde özellikle düşman kabileler arasında yaygın bir gelenekti. Savaşlar, korsanlık ve haydutluk, ekonomik ve sosyal gerekçeler, kölelik kurumunu meşrulaştırmış, âdeta tartışılmaz hâle getirmişti. İşte küçük Zeyd de başlangıçta köle olarak satılarak bu acımasız geleneğin kurbanlarından biri olmuş ve köle olmayan diğer yaşıtlarından çok farklı bir hayata adım atmıştı. Ancak Zeyd, Hz. Peygamber’in (sas) gözetimine girmekle kendisi gibi köle olan çocuklar dâhil bütün kölelerin kaderini değiştirecek bir hayata adım atıyordu.

Rahmet Elçisi (sas) kendisine teslim edilen bu çocuğa daima şefkatle davrandı. Zira kendisi de bir yetim olarak büyümüştü. Kimsesizliğin ne olduğunu iyi biliyordu. Bu yüzden Zeyd’i çok sevdi ve onu azat etti. Fakat Zeyd ayrılmayarak Resûl-i Ekrem’in (sas) yanında kalmaya devam etti. Bu arada ailesi, Zeyd’in izini bulmuş ve Mekke’ye gelerek, fidyesi karşılığında çocuklarını vermesi için Peygamber Efendimizden (sas) ricada bulunmuşlardı. Peygamberimiz (sas) de fidyeye gerek olmadığını, isterse Zeyd’in kendileriyle birlikte gidebileceğini söyledi. Fakat Zeyd babasına, "Ben onda öyle bir şey gördüm ki asla ona hiç kimseyi tercih etmem!" diyerek Hz. Peygamber’le (sas) kalmak istediğini söyledi.

Kuşkusuz kölelik sadece Araplar arasında değil, çeşitli şekilleriyle dünyanın hemen her bölgesinde ve her kültürde var olan, eski ve acımasız bir gelenekti. Mezopotamya’da, Mısır’da, Bâbil’de, Eski Yunan’da, Roma’da, Arabistan’da, İran’da, Orta Asya’da yaşayan kavimlerde köleler toplumun önemli bir bölümünü oluştururdu. Her ne kadar Arap toplumunda kölelik sosyal bir gerçeklik olsa da köle azat etmek de bir erdemdi. Hz. Peygamber (sas) Zeyd’i azat ederek hem kendisine tâbi olanları bu erdeme teşvik etmiş hem de insanlık onuruna aykırı olan bu acımasız geleneği ortadan kaldırmak için ilk adımı atmıştı. Resûlullah’ın (sas) kölelere karşı olan insanî tutumu sadece Zeyd’le sınırlı değildi. Onun gözde sahâbîleri arasında azımsanmayacak sayıda köle olup da sonradan özgürlüğüne kavuşan pek çok kişi vardı: Bilâl, Suheyb, Ammâr, Habbâb, Selmân-ı Fârisî ve Hz. Âişe’nin (ra) cariyesi Berîre... Müslümanlar arasında kölelerin azadı sadece bunlarla sınırlı kalmadı. Zira Hz. Peygamber’in (sas) getirdiği ilâhî mesaj, herkesi aynı kabul ederek hür ile köle arasında insan olma bakımından bir fark olmadığını ilân ediyordu. Nitekim Amr b. Âs’ın (ra) oğlunun, "Ben soylu bir ailenin oğluyum." şeklinde övünerek Mısırlı bir adamı rencide etmesi karşısında halife Hz. Ömer’in (ra) baba ve oğlu huzuruna çağırıp, "Siz ne zamandan beri annelerinin hür doğurduğu kişileri köleleştirdiniz?" şeklindeki itirazı da bu mesajın bir yansımasıydı.

İslâm, iman ve takvayı insanlık değerinin, üstünlüğün en önemli ölçüsü olarak sunmakla insanlar arasındaki soy-nesep, kölelik-hürlük şeklindeki üstünlük ölçülerini reddetmiştir. İslâm’ın ölçülerine göre inanmış bir köle, Allah’ın (cc) birliğine inanmayan bir hürden kesinlikle daha üstündür. Hür, mümin kadınlarla evlenmeye gücü yetmeyen erkeklere (Müslüman olmayan hür bir kadınla evlenmek yerine) mümin cariyelerle evlenmelerinin tavsiye edilmesi de değer ölçüsünün iman olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Bu yüzden Allah Resûlü’nün (sas) meclisinde Arap ile Acem’i, soylu ile köylüyü fark etmek kabil değildi. O (sas), köleliğe meşruiyet kazandıran soyluluk ve ırk ayırımını, son hutbelerinden birinde şöyle reddetmişti: "Ey insanlar! Sizin Rabbiniz birdir. Babanız da (Âdem) birdir. Bilesiniz ki; Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap olana, beyazın siyaha, siyahın da beyaza üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takva iledir. Şüphesiz ki, Allah (cc) katında en iyiniz, en çok takva sahibi olanınızdır..."

İnsanları kölelikten kurtarmanın dinî ve ahlâkî bir görev olduğunu anlatmak ve bizzat kendisi de köle azat ederek ashâbını buna teşvik etmek suretiyle kölelik geleneğini ortadan kaldırma yolunda önemli adımlar atan Resûlullah (sas), bu süreç içerisinde kölelerin haklarını korumak ve onlara insanca muamele yapılmasını sağlamak için de somut adımlar attı. Bunun için önce köleliğin kaynaklarını kurutmakla işe başladı. Câhiliye döneminde insanlar çok çeşitli yollarla köleleştirilirdi. Savaş esirleri, komşu kabile ve kavimlere yapılan baskınlar, korsanlık ve yol kesme, yakınları tarafından köle olarak satılan çocuklar, borçlarına yahut işlemiş oldukları suçlara karşılık köle statüsüne giren kişiler, insan ticareti köleliğin başlıca kaynakları arasındaydı.

İnsan ticareti bütün tezahürleriyle kesin olarak yasaklanarak, kölelik sadece savaş esirleriyle sınırlandırıldı. Savaş esirlerinin statüsü ise devletlerarası hukuku ilgilendiren bir durum olup genellikle karşılıklı değiş tokuş esasına göre işlediği için tek taraflı olarak kaldırılamazdı. İslâm’da savaş esirlerinin her zaman köle statüsüne konulması zorunlu değildir. Bunlara karşılıksız olarak veya fidye mukabilinde serbest bırakma, düşman elinde bulunan Müslüman esirlerle değiştirilme yahut da köle olma seçeneklerinden biri uygulanır. Bununla birlikte Hz. Peygamber (sas), savaş esirlerini köleleştirme seçeneğine nadir durumlarda başvurmuştur. Bedir, Uhud, Hendek gibi büyük savaşlarda alınan esirlerin hiçbirini köle yapmamış, onları fidye karşılığı veya değişik vesilelerle serbest bırakmıştır. Mekke’yi fethettiği gün yıllarca kendisine eziyet eden ve onu yurdundan çıkaran insanlara, "Gidin, hepiniz serbestsiniz." demiştir.

Allah Resûlü (sas) köleliği tamamen kaldırma konusunda eş zamanlı olarak iki aşamalı yol izledi. Birinci aşamada köle azadını her vesileyle teşvik ederek bu kurumu eritmeye çalıştı. Bundan dolayı köle azat etmek İslâm’da faziletli bir amel olarak kabul edilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de kölenin azat olması için ihtiyacı olan parayı ona vermek, müttaki müminlerin temel vasıfları arasında sayılmıştır. Başka bir âyette bir insanı özgürlüğüne kavuşturmak, sarp yokuşu aşmak olarak değerlendirilmiştir. Yine bir müminin yanlışlıkla başka bir mümini öldürmesi hâlinde bir köle azat etmekle sorumlu olması, köleliğin kaldırılması amacına mâtuftur. Kişinin kendisini ilgilendiren bazı hata ve günahlarından temizlenmesinin bedeli olarak köle azadının öngörülmesi de aynı amaca yöneliktir. Örneğin yeminini bozan kimsenin yemin kefareti olarak, zıhâr yaparak karısını boşayan kimsenin tekrar eşine dönebilmesinin karşılığı olarak köle azat etmesi istenmiştir. Hâlbuki bu fiillerin hiçbiri aslında doğrudan veya dolaylı olarak kölelikle ilgili değildir. Ancak Kur’an’da bunların köle azadı için bir vesile kılınmasındaki amaç köleliğin adım adım ortadan kaldırılmasını sağlamaktır. Allah Resûlü’nün (sas) de Ramazan’da oruçluyken nefsine hâkim olamayıp eşiyle cinsel ilişkiye girerek orucunu bozan kişiden bir köle azat etmesini istemesi aynı amaca yöneliktir.

Benzer bir örnek de güneş tutulması sırasında yaşanmıştır. Güneş tutulduğu bir sırada herkes şaşkınlık ve korku içinde iken Efendimiz (sas) onlara köle azat etmeyi tavsiye etmiştir. Hz. Peygamber’in (sas), "Kim mümin bir köleyi azat ederse, o kölenin her organına karşılık Allah (cc) da onun bir organını cehennemden azat eder." şeklindeki müjdeleri de köle azadının artmasında etkin olmuştu elbette. Bu teşviklerin neticesinde Müslümanlar arasında daha ilk dönemden itibaren köle azadı, yaygın ibadetlerden biri hâline gelmiştir. İslâm tarihi bunun örnekleriyle doludur. Meselâ Bilâl-i Habeşî (ra) ve Âmir b. Fuheyre, Hz. Ebû Bekir’in (ra) azat ettiği yedi köleden sadece ikisidir.

Kuşkusuz köle azadı sadece kişilerin gönüllü olup olmamalarına bırakılmış değildir. Bu görev aynı zamanda devlete de yüklenmiş ve devletin zekât gelirlerinin bir bölümü köle azadına tahsis edilmiştir. Bu bağlamda Resûlullah (sas), Selmân el-Fârisî’ye (ra) hürriyetini elde etmesi için nakdî yardımda bulunmuştur. Resûl-i Ekrem (sas), azat edilen köleleri kendi hâllerine terk etmemiş, hürriyetini elde eden kölenin tekrar köleleştirilmesini de yasaklamıştır. Bu bağlamda azat ettiği kölesini tekrar köleleştiren kişinin kıldığı namazı Allah’ın (cc) kabul etmeyeceği uyarısını yapmıştır. Ayrıca önceden köleyken özgürlüğüne kavuşmuş olan kimselere devlet gelirlerinden her zaman pay ayırarak geçimlerine yardımcı olmuştur. Sonraki dönemlerde de bu uygulama devam etmiştir. Hatta Muâviye zamanında bu konuda bir aksama olması üzerine Abdullah b. Ömer (ra), huzuruna çıkarak halifeyi uyarmıştır.

Hz. Peygamber (sas), ikinci adımda ise bu gelenek tamamen ortadan kaldırılıncaya kadar var olanların durumunu hukukî bir statüye bağladı. O günkü şartlarda köleliğin tamamen ortadan kalkmasının uzun bir süre alacağı gerçeğine karşılık henüz hürriyetlerini elde edememiş kölelerin haklarının korunmasına yönelik tedbirler aldı. İslâm fıkhında kölelikle ilgili hükümlere esas olan bu tedbirler, o dönemde köle haklarını korumak için yapılmış hukukî düzenlemelerdir. Buna göre kölelere iyi davranmak esastır; onlara fizikî şiddet uygulamak yasaklanmıştır. Kur’ân-ı Kerîm, onlara iyilikle muamele edilmesini emretmiş, Hz. Peygamber (sas) de kölelere eziyet ve cefa edilmesini, sert ve kırıcı davranılmasını yasaklayarak, kölesini böyle bir muameleye maruz bırakanın kefaret olarak onu azat etmesi gerektiğini belirtmiştir.

Peygamber Efendimiz (sas), köleye şefkatle muamele edilmesini ısrarla tavsiye ederek kendisine, "Kölemi kaç defa affedeyim?" diye soran bir kimseye, "Günde yetmiş defa." cevabını vermiştir. Kölenin hoşgörüyle eğitilmesini istemiş, köle ile efendisi arasındaki hitap cümlelerinin bile nasıl olması gerektiğini bizzat öğretmiştir. Köleliğe dair bütün hukukî düzenlemelerin altında ise zihinsel dönüşümü hedefleyen insanî bir ahlâkî düzenleme vardır. Allah Resûlü’nün (sas), köleyi insan statüsünde görmeyerek mal olarak değerlendirip üzerinde iyi ya da kötü her türlü tasarrufta bulunabileceğine inanan câhiliye zihniyetinin dönüşümü için belirlediği prensip son derece nettir: Köleleriniz, kardeşlerinizdir! Kişinin kölesi ile olan ilişkisini düzenlemek üzere ‘kardeşlik’ gibi bir prensipten daha etkili ne olabilir? Nitekim Bilâl-i Habeşî’yi (ra) annesinin zenci olması sebebiyle aşağılayan Ebû Zer el-Gıfârî’yi (ra) sert bir biçimde ikaz eden Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur: "Ey Ebû Zer! Onu annesinden dolayı mı ayıplıyorsun? Demek ki sen, kendisinde hâlâ câhiliye(den izler) bulunan bir kimsesin. Hizmetçileriniz sizin kardeşlerinizdir. Öyle ki Allah (cc) onları sizin ellerinizin altına emanet etmiştir. Her kimin eli altında böyle bir kardeşi bulunursa, ona yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin. Onlara güçlerinin yetmeyeceği zahmetli bir iş yüklemeyin. Şayet yüklerseniz, onlara yardım edin."

Hz. Peygamber (sas) zamanında neslini sürdürme hakkı dikkate alınmış ve kölelerin evlendirilmesi teşvik edilmiş hatta hür insanların cariyelerle evlenmesi teşvik edilerek toplumdaki sınıf farkı ortadan kaldırılmıştır. Allah Resûlü (sas) insanları hadımlaştırmayı yasakladığı için eski bir uygulama olan kölelerin hadımlaştırılmasına onun döneminde rastlanmaz. Cariyelerle ilgili de hukukî düzenlemeler getiren Resûlullah (sas) onların eğitilmesi, topluma kazandırılması ve azat edilmesini de öncelemiştir. Araplar arasında yaygın olan geleneklerden cariyelerin fuhşa zorlanarak bu yolla para ve menfaat elde edilmesini Kur’ân-ı Kerîm ve Hz. Peygamber (sas) kesin olarak yasaklamış, bu yolla elde edilen kazanç da kazançların en çirkini olarak nitelendirilmiştir.

İslâm’ın köleliği ortadan kaldırma çabalarından birisi de ‘mükâtebe’ sistemiydi. Bu, köle ile efendisinin belli bir bedel karşılığında aralarında hürriyete kavuşma anlaşması yapması demekti. Köle, kararlaştırılan bedeli taksitle ödeyerek hürriyetine kavuşuyordu. Kur’an’da mükâtebe yapmak isteyen köle ve cariyelere kolaylık gösterilmesi hatta onlara maddî yardımda bulunulması istenmiştir. Allah Resûlü (sas), özgürlüğüne kavuşmak için belirlenmiş parayı ödemeye çalışan köleye Allah’ın (cc) yardım edeceğini belirterek, onları özgürlükleri için çalışmaya teşvik etmiştir.

Eskiden köleler azat edilseler bile toplumda hür olanlardan farklı bir sosyal ve hukukî statüye tâbi idi. Oysa İslâm toplumunda azat edilen köle, toplumdaki diğer bireylerin sahip olduğu bütün haklara sahip oluyordu. Zira İslâm’da üstünlük ölçüsü iman, takva ve erdemdi. İman edenler ister köle ister hür olsun birbirlerinin kardeşleri idi.

Özelde câhiliye toplumunu, genelde de insanlığı ıslah etmek amacıyla gönderilen Son Peygamber’in (sas) ve getirdiği dinin, özgürlüklerini ellerinden almak suretiyle bu şekilde insanların köleleştirilmesine müdahale etmemesi düşünülemezdi. Zira bu dinin en temel öğretisi, insanın sadece ve sadece Allah’a (sas) kul olacağı, O’ndan başka hiçbir yaratılmışa kulluk yahut kölelik yapamayacağıdır. Yüce Rabbimiz (cc) insanı kendisine kulluk etmek için yaratmış ve bu kulluğu yerine getirebilmesi için de ona kendi mutlak ve sınırsız iradesinin yanı sıra cüzi bir irade ve hürriyet alanı vermiştir. İslâm’a göre dine girme konusunda herhangi bir zorlama söz konusu değildir. Dileyen inanır, dileyen inanmaz.

İnsanın, görmediğini gören, bilmediğini bilen, seven, âdil olan ve kendisini aşan kudretli bir iradenin varlığına inanarak bu kudrete bağlanması, özgürlüğüne mâni bir durum değildir. İnsanın özgürlüğü kendi güç ve sınırları içerisinde düşünülmelidir. Mutlak güç ve özgürlük sahibi Yaratıcı’nın varlığını kabul eden insanın, bu kabulden sonra sınırsız bir güç ve özgürlüğe sahip olmasından bahsedilemez. Bu güç karşısında insanın bütün fiilleri sınırlıdır. Dolayısıyla insan bu kanunlar çerçevesinde belli bir hürriyet alanına sahiptir ve bu alan içerisinde yapıp ettiklerinden de sorumludur. Allah (cc) insana kendi yapıp etmeleri konusunda hürriyet tanımıştır. Bu durum insanın başlangıçta bir dine inandığı zaman inancının gereği olarak birtakım özgürlüklerini sınırlandırmayı kabul etmesidir ki insanın kendi iradesiyle hayatını sınırlaması, inandığı herhangi bir güce bağlanması yahut hiçbir şeye inanmayarak herhangi bir sınırlama kabul etmemesi de yine onun özgürlüğünün bir göstergesidir. Şu hâlde insanın özgür olup olmaması meselesi evvela diğer insanlarla ilişkileriyle ilgili olarak söz konusu olabilir.

İnsandan kendisine kul olmasını isteyen Yüce Yaratıcı, onun bu kulluğu ve sorumluluklarını hakkıyla yerine getirebilmesi için de insan hayatı ve onuru için gerekli olan en temel değerleri teminat altına alır. İslâm hukukunda ’zarûrât-ı dîniyye’ (dinin vazgeçilmez temel değerleri) olarak ifade bulan bu değerler; akıl, din, can, ırz ve malın korunmasıdır. Nitekim Hz. Peygamber’in (sas), "Malını savunurken öldürülen kişi şehittir. Dinini savunurken öldürülen kişi şehittir. Canını savunurken öldürülen kişi şehittir. Ailesini savunurken öldürülen kişi şehittir." buyurması, bu değerlerin korunmasının ne derece önemli olduğunu göstermesi açısından dikkat çekicidir. Bu nedenledir ki Hz. Peygamber (sas) ve tebliğ ettiği din, insanın bu değerlerini ipotek altına alan kölelik müessesesini ıslah etmeye ve tedrîcî olarak da kaldırmaya yönelik bir tutum sergilemiştir. İslâm, insanın bu özgürlüklerinin kısıtlanmasını Allah’a (cc) kulluk yolunda büyük bir engel olarak görür. Bu özgürlük alanlarının korunması İslâm için varoluşsal bir öneme sahiptir. Çünkü bunlardan herhangi birinin eksik olması dinin gayelerinin tahakkukunu engeller. Bu nedenle İslâm bütün hükümlerinde bu değerlerin korunmasını ve geliştirilmesini amaçlar. Ancak bu, insanın kendi özgürlük alanlarını koruma ve yaşama adına bir başkasının özgürlük alanına müdahale edebileceği anlamına gelmez. Nitekim Hz. Peygamber’in (sas), "Müslüman, diğer Müslümanların, dilinden ve elinden salim olduğu (zarar görmediği) kimsedir. Mümin de insanların, canları ve malları hususunda (kendilerine zarar vermeyeceğinden) emin oldukları kimsedir." şeklindeki tanımları ve "...Her Müslüman’ın diğer Müslümana kanı, malı ve ırzı (şeref ve namusu) haramdır (dokunulmazdır)!" ifadesi Müslümanların birbirleriyle ilişkilerinde birbirlerinin hak ve özgürlükleri ile ilgili sorumluluklarını hatırlatan uyarılardır. Bu nedenle hiç kimse kendi özgürlüğünü yaşarken diğer insanların özgürlük alanına müdahale hakkına sahip değildir. İnsanın kendini koruma güdüsünden kaynaklanan menfaatlerini önceleme eğilimi, diğer eğilimlerinden daha baskındır. Bu durumda insanın toplum içinde yaşadığı gerçeğine de uygun olarak diğer insanları ilgilendiren konularda özgülüklerinin sınırlandırılmasının gündeme gelmesi kaçınılmazdır. Zira bu özgürlük alanlarında insan tamamen serbest bırakılırsa bencilliği yüzünden sonuna kadar kullanmaya çalışacağı hürriyet hakkı bu sefer başkalarına zarar verme noktasına ulaşabilir. Bu durumda, özgürlüğünü daha fazla kullanma imkânına sahip olacağından, güçlü olan zayıf olanı ezecektir. Bu ise İslâm’ın asla razı olmayacağı insan onuruna ve haysiyetine ters düşen bir durumdur.

Hz. Peygamber’in (sas) köleliği kaldırmaya yönelik uygulamalarının sonunda, İslâm dünyasında insan ticareti artık bir üretim ve kazanç aracı olmaktan çıkmıştır. Daha önceden köle statüsüne girmiş bulunanların satışı devam ettiyse de sistematik köle ticareti ve kitlesel köleleştirme hareketleri sona ermiştir. Kölelik İslâm toplumlarında, sadece basit ev hizmetlerini görmekle sınırlı kalmıştır. Kadın köleler, daha ziyade evin hanımına hizmetçi, saraylarda ve zengin konaklarında cariye olarak istihdam edilmiştir. Erkek köleler ise efendisine mesleğinde yardımcı olmak, onun adına ticaret yapmak, çobanlık, işçilik gibi görevler üstlenmişlerdir. Savaş esirleri dışında köle kaynakları tamamen kurutulmuştur. Esirlerin köleleştirilmesi seçeneği ise çoğu zaman uygulanmamıştır. Nitekim başta Irak olmak üzere birçok yerde fetihten sonra hiç kimseye dokunulmayarak bölge halkı zimmî statüsüne geçirilmiş ve toprakları vergi karşılığında kendilerine bırakılmıştır.

Saltanat dönemlerinde Hz. Peygamber’in (sas) sünnetinden bazı sapmalar ortaya çıktıysa da İslâm dünyasında kölelik hiçbir zaman câhiliye dönemindeki hâline geri dönmemiştir. Zira Resûl-i Ekrem (sas), köle hakları konusunda son derece önemli adımlar atmıştır. Her fırsatta insanlar arasında takvadan başka üstünlüğün olmadığını vurgulamış, son vasiyetinde müminlere namazın yanı sıra sahip oldukları köle ve cariyelerle ilgili sorumluluklarını hatırlatmıştır.

Kaynak: Diyanet Hadislerle İslam