عَنِ الْمِقْدَامِ (رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ) عَنِ النَّبِيِّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَال: “مَا أَكَلَ أَحَدٌ طَعَامًا قَطُّ خَيْرًا مِنْ أَنْ يَأْكُلَ مِنْ عَمَلِ يَدِهِ، وَإِنَّ نَبِيَّ اللَّهِ دَاوُدَ عَلَيْهِ السَّلاَمُ كَانَ يَأْكُلُ مِنْ عَمَلِ يَدِهِ.”
Mikdâm'dan (ra) nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:
“Hiç kimse elinin emeğiyle kazandığından daha hayırlı bir rızık asla yememiştir. Allah'ın peygamberi Dâvûd (as) da kendi elinin emeğini yerdi.”
(B2072 Buhârî, Büyû', 15)
***
عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عَمْرٍو: أَنَّ نَبِيَّ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) نَهَى عَنِ الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِ وَالْكُوبَةِ وَالْغُبَيْرَاءِ...”
Abdullah b. Amr'dan (ra) nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sas), şarabı, kumarı, tavlayı ve darıdan yapılmış içkiyi yasaklamıştır.
(D3685 Ebû Dâvûd, Eşribe, 5)
***
عَنْ عَائِشَةَ زَوْجِ النَّبِيِّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) أَنَّهُ بَلَغَهَا أَنَّ أَهْلَ بَيْتٍ فِى دَارِهَا كَانُوا سُكَّانًا فِيهَا وَعِنْدَهُمْ نَرْدٌ فَأَرْسَلَتْ إِلَيْهِمْ لَئِنْ لَمْ تُخْرِجُوهَا لَأُخْرِجَنَّكُمْ مِنْ دَارِى وَأَنْكَرَتْ ذَلِكَ عَلَيْهِمْ.
Hz. Peygamber'in (sas) eşi Hz. Âişe'den (ra) nakledildiğine göre, mahallesinin sakinlerinden birinin evinde tavla olduğu bilgisi Hz. Âişe'ye (ra) ulaştığında, “Eğer onu evinizden çıkarmazsanız ben sizi mahallemden çıkarırım.” diye onlara haber gönderdi ve onların bu davranışına karşı çıktı.
(MU1757 Muvatta' , Rü'yâ, 2)
***
عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ (رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ) قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : “… وَمَنْ قَالَ لِصَاحِبِهِ تَعَالَ أُقَامِرْكَ. فَلْيَتَصَدَّقْ.”
Ebû Hüreyre'den (ra) nakledildiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur:
“…Kim arkadaşına, "Gel seninle kumar oynayalım." derse (harama ön ayak olduğu için pişman olup) derhâl sadaka versin!”
(B4860 Buhârî, Tefsîr, (Necm) 2)
***
Öteden beri savaş hâlinde olan Rumlar ve İranlılar arasındaki rekabet hicretten birkaç yıl önce iyice artar. Aralarında meydana gelen son savaşta İranlılar Rumları yenilgiye uğratırlar. Bu durum Müslümanları çok üzer. Çünkü onlar Ehl-i kitaptan olan Hıristiyan Rumların galip gelmesini arzularlar. Buna karşılık müşrikler de kendileri gibi Allah inancı olmayan İranlıların Rumlara galibiyetine hayli sevinir ve bu olayı Müslümanlara karşı bir böbürlenme fırsatı olarak kullanmaya başlarlar. Bu sırada Allah Teâlâ (cc) Müslümanların gönüllerine ferahlık veren Rûm sûresinin ilk âyetlerini indirir: "Elif-lâm-mîm. Rumlar, yakın bir yerde yenilgiye uğratıldılar. Onlar yenilgilerinden sonra birkaç yıl içinde galip geleceklerdir. Önce de, sonra da emir Allah’ındır. O gün Allah’ın (Rumlara) zafer vermesiyle müminler sevinecektir. Allah (cc), dilediğine yardım eder. O (cc), mutlak güç sahibidir, çok merhametlidir."
Bu âyetlerin nâzil olmasından sonra Hz. Ebû Bekir (ra) onları yüksek sesle Mekke sokaklarında okumaya başlar. Bunun üzerine bir grup Kureyşli, Hz. Ebû Bekir’e (ra) İranlılarla Bizanslıların mücadelesinde kimin üstün geleceği konusunda bahse girmeyi teklif ederler. Buna göre aralarında belli bir süre tayin edecekler bu süre içerisinde kimin dediği doğru çıkarsa karşı taraf ona bir miktar deve verecektir. Müşrikler süre tayinini Hz. Ebû Bekir’e (ra) bırakırlar ve sonuçta altı yıllık süre için anlaşırlar. Fakat altı yılın sonunda beklenilen galibiyet gerçekleşmez ve müşrikler bahse girdikleri malı Hz. Ebû Bekir’den (ra) alırlar. Müslümanlar da Hz. Ebû Bekir’in (ra) bahis müddetini ‘altı yıl’ olarak belirlemesini hoş karşılamazlar. Çünkü âyette geçen "bid’a" kelimesi üç ile dokuz sayıları arasını ifade eder. Bu olaydan haberdar olan Allah Resûlü (sas) de onun bu şekilde süre tayin etmesini hoş karşılamayınca Hz. Ebû Bekir (ra) amacının yalnızca Allah (cc) ve Resûlü’nün (sas) sözünü tasdik etmek olduğunu söyler. Bunun üzerine Allah Resûlü (sas), Hz. Ebû Bekir’e (ra) bahsi büyütmesini ve süreyi uzatmasını tavsiye eder. Hz. Ebû Bekir (ra), Allah Resûlü’nün (sas) tavsiyesi üzerine müşriklere giderek aynı konuda yeniden onlarla bahse tutuşmak ister. Müşrikler Hz. Ebû Bekir’in (ra) talebini kabul ederler. Bu sefer, belirtilen seneler dolmadan, Rumlar İranlıları mağlup ederler. Böylece Hz. Ebû Bekir (ra) bahsi kazanır, bahis karşılığında elde ettiği mallarla Allah Resûlü’nün (sas) huzuruna gelir ve durumu arz eder. Allah Resûlü (sas) de ona bu malları tasadduk etmesini yani hayır olarak vermesini emreder.
Allah Resûlü (sas), Allah’ın (cc) vaadinin gerçekleşeceğini müşriklere göstermesi için Hz. Ebû Bekir’in (ra) onlarla bahse girmesini teşvik etse de bahisle kazanılan malın kullanılmasını uygun bulmamıştır. Çünkü bahis, alın terine ve helâl kazanca dayanmayan bir kolay kazanç kapısıdır. Bu noktada dinimiz helâl kazanca büyük önem vermiş, Allah Teâlâ (cc), "Ey iman edenler! Karşılıklı rızaya dayanan ticaret olması hâli müstesna, mallarınızı, bâtıl (haksız ve haram yollar) ile aranızda (alıp vererek) yemeyin." buyurmuştur. Allah Resûlü (sas) de birçok sözünde helâl rızkın, alın terinin önemine vurgu yapmış, "Hiç kimse elinin emeğiyle kazandığından daha hayırlı bir rızık asla yememiştir. Allah’ın peygamberi Dâvûd (as) da kendi elinin emeğini yerdi." buyurmuştur. Sevgili Peygamberimiz (sas), kendisine, "En faziletli kazanç hangisidir?" diye sorulduğunda, "İyi bir alış veriş ve kişinin el emeğiyle kazandığıdır." diyerek cevap vermiş, el emeğinin değerini ortaya koyması bakımından, "Sizden birinizin urganını alıp (dağa gitmesi), sırtında odun getirip satması ve böylece Allah’ın (cc) onun itibarını koruması, bir şey verip vermeyeceği belli olmayan kimselerden dilenmesinden daha hayırlıdır." buyurmuştur.
Allah Resûlü (sas), diğer taraftan insanların helâl rızık konusunda duyarsızlaşacağı bir zamanın geleceğine dikkat çekmiş, böylesi bir zamanı ümmeti için endişelenerek haber vermiştir. Çünkü İslâm, haram sayılan her şeyi yemeyi, içmeyi, haksız/haram kazancı ve haram kazanca götüren tüm yolları yasaklamıştır. Bu çerçevede Kur’an’da, "Ey iman edenler! İçki, kumar, dikili taşlar (putlar) ve fal (şans) okları şeytan işi birer pisliktir. Onlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz." buyrulmuştur. Aynı şekilde Allah Resûlü (sas) de şarabı, kumarı, tavlayı ve darıdan yapılmış içkiyi yasaklamıştır.
Kur’an’da ve sünnette kumarı ifade etmek için kullanılan temel terim ‘meysir’dir. Haksız kazanç yollarının en meşhurlarından olan, Kur’an ve sünnette yasaklandığı bildirilen meysir, İslâmiyet öncesi Arap toplumunda da hem eğlence hem de kazanç aracı olarak yaygın bir oyundu. Meysir, veresiye alınan bir devenin parçalanarak kura sonucu on kişiden sadece yedisine bölüştürülmesi, geri kalan üç kişinin ise deveden pay alamadıkları hâlde masrafı karşılamaları şeklinde oynanan bir şans oyunudur. Câhiliye döneminde son derece yaygın bir kumar çeşidi olan meysirin adı, kolaylık anlamındaki ‘yüsr’ kökünden türemiştir. Çünkü kumar oyununda kolaylıkla çok büyük miktarda mal kazanmak veya çok büyük miktardaki serveti bir anda kaybetmek mümkündür. Tıpkı bugün olduğu gibi câhiliye döneminde de sadece eğlenmek amacıyla kumar oynayarak kazandığını fakirlere dağıtan varlıklı kimselerin yanı sıra bütün mal varlıklarını riske ederek hayatlarını kumardan kazanan kimseler de vardı. Bununla beraber Araplar arasında Akra’ b. Hâbis gibi meysiri kınayan ve yol açtığı olumsuz sonuçlara dikkat çeken kimseler de bulunmaktaydı.
Görüldüğü üzere câhiliye döneminin en önemli zararlı alışkanlıklarından birisi kumardır. Câhiliye insanının kumara olan düşkünlüğünden dolayı içkinin tedrîcen yasaklanışı gibi kumarın yasak edilmesi de aşama aşama olmuştur. Mekke döneminde henüz içki ve kumar yasaklanmamıştı. Allah Resûlü (sas) Medine’ye hicret ettiğinde Medineliler şarap içiyorlar ve kumar oynayarak elde ettikleri kazançları yiyorlardı. Onlar, Allah Resûlü’ne (sas) bu iki konuyu sordular. Bunun üzerine, "Sana, içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: Her ikisinde de büyük bir günah ve insanlar için birtakım faydalar vardır. Ancak onların günahı faydasından daha büyüktür..." âyeti nâzil oldu. Ancak bu âyet, ashâb tarafından içki ve kumar henüz haram kılınmadı şeklinde algılandı. Bu nedenle onlar içkiye ve kumara devam ettiler. Bir gün muhacirlerden içki içmiş biri akşam namazında imam oldu ve arkadaşlarına namaz kıldırdı. Kıraatte yanılıp okuduğu yeri karıştırdı. Bunun üzerine, "Ey iman edenler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın." âyeti nâzil oldu. Fakat insanlar şarap içmeye devam ettiler. Sarhoş olmayacak kadar şarap içiyorlar, sonra namaz kılıyorlardı. Bunun üzerine, "Ey iman edenler! İçki, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak, şeytan işi birer pisliktir. Onlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan, içki ve kumarla, ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak, sizi Allah’ı (cc) anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz değil mi?" âyeti nâzil oldu. Böylelikle içki ve kumar Kur’an emriyle kesin olarak yasaklandı. Ayrıca Hz. Ömer’in (ra), "Allah’ım! İçkinin hükmünü, bizim için sadra şifa olacak şekilde açıkla!" diye dua ettiği, onun bu yakarışı sonrasında yukarıda yer alan âyetlerin nâzil olduğu ve bunun üzerine Hz. Ömer’in (ra), "Vazgeçtik, vazgeçtik!" diye Rabbine olan itaatini dile getirdiği belirtilmektedir.
İslâm tarihi boyunca bu yasak sadece meysir olarak ifade edilen kumar için algılanmamış, tavla oynamanın yasaklanması örneğinde olduğu gibi ortak illete sahip benzer oyun çeşitlerini de kapsayan bir yasak olarak değerlendirilmiştir. Hz. Ebû Bekir’in (ra) tâbiûnun fakihlerinden olan torunu Kâsım b. Muhammed’e, "Kumar nedir?" diye sorulmuş, o da "Kumar, Allah’ı (cc) anmaktan/hatırlamaktan ve namazdan alıkoyan her şeydir." diyerek kanaatini belirtmiştir. Doğrusu kumarı bu kadar geniş bir çerçevede düşünmenin altında iyi ahlâk sahibi, emeğe değer veren, helâl ve güzel olana yönelen bireyler yetiştirme gayesi bulunmaktadır. Kötü alışkanlıklara engel olma, irade eğitimine ağırlık vererek haksız yollarla kazanç sağlamanın ve zaman gibi değerli bir nimeti boşa harcamanın önüne geçmek de kumar yasağının sebepleri arasındadır. Dolayısıyla bu yasak, dinî metinler kadar insanoğlunun tarihî tecrübesine ve ortak sağduyusuna da dayanmaktadır.
Öte yandan Kur’an ve sünnette içki ve kumarın birlikte zikredilerek yasaklanmış olması, bu iki kötü alışkanlığın birbirini besleyen yönüne dikkat çekmektedir. İçki içmek ve kumar oynamak ortak mekânlarda birbirini tamamlayıcı mahiyette icra edilmektedir. İki kötü alışkanlık da fertlerin psikolojik ve fizyolojik dengelerini bozmakta, akıl ve ruh sağlıklarını tehdit etmektedir. İçki ve kumar, fertlerin olduğu kadar birlikte yaşadıkları ailelerinin, akrabalarının ve toplumun huzurunu yok etmektedir. Bunlar neticesinde ailenin temelleri sarsılmakta, masum ve günahsız yavrular anne-baba şefkatinden mahrum bırakılarak sokaklara itilmektedir. Bu durum genç nesillerin başıboş vaziyette, eğitim, sevgi ve şefkatten yoksun yetişmesine, zararlı alışkanlıkların pençesine düşmesine yol açmakta, toplumun geleceğe güvenle bakmasına mâni olmaktadır.
İslâm sadece kumarı haram kılmakla kalmamış, kumarın herhangi bir çeşidini oynayanları da çok sert bir şekilde kınamıştır. Bu çerçevede Hz. Peygamber (sas), "Tavla oynayan kişi, elini domuzun etine ve kanına daldırmış gibidir." buyurmuştur. Sahâbe-i kirâm’dan Abdullah b. Amr b. Âs (ra) da, tavlayı kumar amacıyla oynayanın domuz eti yemiş gibi olacağını, kazanç elde etmek amacı olmadan tavla oynayanın ise domuzun yağıyla yağlanmış gibi yanlış bir iş yapmış olacağını belirtmiştir.
Böylece kumar oynamak, kumar neticesinde para kazanmak çok sert bir şekilde kınanmıştır. Bununla birlikte kumara giden tüm yollar kapatılmış, kumar araç ve gereçlerinin evlerde bulundurulması da hoş karşılanmamıştır. Bu minvalde bir gün Resûl-i Ekrem’in (sas) eşi Hz. Âişe’ye (ra) mahalle sakinlerinden birinin evinde tavla olduğu bilgisi ulaşır. Bunun üzerine Hz. Âişe (ra) onlara, "Eğer onu evinizden çıkarmazsanız, ben sizi mahallemden çıkarırım." diye haber gönderir ve onların evlerinde tavla bulundurmalarına karşı çıkar. Hz. Âişe’nin (ra) evde tavla bulundurulmasına gösterdiği sert tepki tavlanın o gün kumarı çağrıştıran bir oyun aracı olduğu izlenimini vermektedir. Hz. Peygamber’in (sas), "Tavla oynayan kişi Allah’a (cc) ve Resûlü’ne (sas) isyan etmiştir." sözü de bu izlenimi güçlendirmektedir.
Aynı şekilde ‘zar’ da kumar âleti olarak algılanmış ve fakih sahâbî Abdullah b. Mes’ûd (ra), ibadetten alıkoyması sebebiyle tavla zarlarından sakınmak gerektiğini söylemiştir. Nitekim Hz. Peygamber’in (sas) farklı konularda yasakladığı on husustan birisi de ‘zar atmak’ şeklinde ifade edilmiştir. Hz. Ömer’in (ra), bahse girerek iki horozun dövüştürülmek suretiyle kumar aracı olarak kullanılmasına şiddetli tepkisi de kumara vesile olan her şeye karşı tavizsiz davranıldığının göstergesidir. Bu minvalde Abdullah b. Ömer’in (ra), "Tavla, kumardır." sözü de o dönemde bu oyunlarla ilgili var olan algıya işaret etmektedir. Diğer taraftan Hz. Ali’nin (ra) satranç oynayan bir gruba rastladığında "...Şu karşısına geçip tapmakta olduğunuz heykeller de ne oluyor!.." âyetini okuması bu oyunların kumara kapı aralamak yanında o dönemde putperest kültürü çağrıştırdığını da göstermektedir. Öte yandan Allah Resûlü (sas), câhiliye döneminde var olan fakat mahiyeti itibariyle kumarı andıran alış veriş şekillerini de yasaklamıştır. Kısacası kumar kapsamına giren, kumara basamak teşkil eden, kumarı andıran, kumar hâline dönüşmesi an meselesi olan her türlü adımın önüne geçilmiştir.
Diğer taraftan eğlence amaçlı veya ödüllü yarışmalar, kumar ve çeşitlerinden ayrı tutulmakta, hiçbir zaman kumar olarak algılanmamaktadır. Hz. Peygamber (sas) döneminde en önemli müsabaka ve eğlence türleri arasında ok atışı, at ve deve yarışları dikkat çekmektedir. Allah Resûlü (sas) ashâbını bu yarışlara teşvik etmekte, bazen ödül koymakta bazen de bizzat kendisi at eğitip onunla yarışlara katılmaktadır. Resûlullah (sas) dönemindeki bu müsabakaların en önemli özelliği bunların eğlence ve ödül kazanma amaçlı olmasının yanı sıra her an vuku bulacak düşman saldırılarına karşı Müslümanları zinde ve eğitimli tutmalarıdır. Ancak bu ve benzeri yarışlar üzerinde bahis tutuşmak ve bu yolla kazanç sağlamak kesinlikle caiz görülmemektedir. Hanefîler başta olmak üzere fakihlerin büyük çoğunluğunun kurayı hak kazandırıcı bir işlem olarak görmemesi de kumar yasağını ihlâl etmeme endişesinden kaynaklanmaktadır.
Kur’an ve hadislerde kumar, kumardan elde edilen kazanç ve kumar olma ihtimali bulunan oyun ve eğlence türleri yasaklanırken kumarı özendirici, teşvik edici söylem ve davranışlar da hoş karşılanmamıştır. Bu çerçevede Allah Resûlü (sas), "...Kim arkadaşına, "Gel seninle kumar oynayalım." derse (harama ön ayak olduğu için pişman olup) derhâl sadaka versin!" buyurmuş, böylece kumara davet etmenin dahi müeyyidesi olduğuna işaret etmiştir. Tâbiûn dönemi müfessirlerinden birisi olan Mücâhid de kazanma ve kaybetme, dolayısıyla oyun üzerinden haksız kazanç elde etme riski taşıdığında, çocukların oynadığı ceviz oyununun bile kumar sayılacağını söylemiştir. Onun bu görüşünden, önüne geçilmezse kumarın hangi noktalara kadar uzanabileceğinin yanı sıra çocukların oyun amaçlı dahi olsa kumara benzeyen ve ona özendiren oyunlardan uzak tutulmaları gerektiği anlaşılmaktadır. Bu noktada anne ve babalar kendileri kumar oynayarak, kumarı ailelerine bulaştırarak evlâtlarına kötü örnek olmamalı, aynı zamanda kumarın her açıdan bireyi tüketen yönüne dair çocuklarına eğitim vermelidir.
Kur’an ve hadislerde kumarın ilke olarak yasaklandığı açıktır. Bu yasak, birkaç örnek üzerinden dile getirilmiş, ancak bu örneklerle benzerlik arz eden bütün oyunların kumar kapsamına gireceğine dair bir zihniyet oluşumu hedeflenmiştir. Diyebiliriz ki kumarın çeşitlerini saymaktan çok daha önemli olan, kumar yasağının ne gibi gerekçelere dayandığını anlamak ve böylelikle geçmişte olduğu gibi gelecekte de üretilebilecek bütün kumar çeşitlerinin önüne geçmektir. İslâm’ın kumarı yasaklarken, toplumda salgın bir hastalık gibi hızla yayılan ve pençesinde çaresizlik içinde kıvrananlara nefes aldırmayan bir illetle mücadele ettiği aşikârdır. Bu noktada yetenek, ustalık ve tecrübenin kumardan elde edilen kazanca bir anlam sağlaması mümkün değildir. Kumar oynayan tarafların rıza göstermesi de kumarla elde edilen malı helâl kılmaz. Zira içlerinden sadece birisinin ya da birkaçının kazanmasıyla diğerlerini kayba sokan bir oyun, görünüşte razı bile olsalar insanları olumsuz duygulara mahkûm eder. Kumar sonrası yaşanan utanç, üzüntü, pişmanlık, hırs ve intikam duyguları sadece kumar masasındakileri birbirine düşürmekle kalmayarak bütün topluma taşınmaktadır. Para kaybetmenin yanı sıra vaktini, enerjisini, olumlu ve yapıcı duygularını, iradesini ve hatta haysiyetini kaybeden kumarbaz, kendine yazık ettiği gibi çevresine de zarar verir hâle gelir. Dolayısıyla iki kişi arasında oynanan küçük çaplı bir şans oyunundan, çeşitli isimler altında kurumsallaşan ve binlerce insanın katılımıyla gerçekleştirilen şans oyunlarına kadar her tür ve boyutuyla kumarı tasvip etmek mümkün değildir. Kazanmayı ya da kaybetmeyi konu edinen ve önceden belli olmayan bir sonuca bağlı olarak gelişen şans oyunlarından, çekilişlerden ve yarışlardan elde edilen gelirin hayra harcanması da bunların dinen haram olduğu hükmünü değiştirmez.
Sonuç olarak kumar, fert, aile, toplum ve ekonomik alanda yıkıcı etkiler, onarılamayacak tahribatlara sebep olmaktadır. Bu yıkıcı etkilerin başında verimsiz bireyler üretmesi gelir. Bu yönüyle kumar, üretime katılmayan, işsiz güçsüz, tembel, boş vakit geçiren kişilerin toplumda çoğalmasına neden olur. Kumardan elde edilen kazanç helâl olmadığı gibi kaybedilen paranın her kuruşunda da çoluk çocuğun, fakirlerin ve toplumun hakkı vardır. Ayrıca kumar, içki, yalancılık, hırs, kin, intikam, cinayet gibi kötülükleri de beraberinde getirir. Aile hayatında düzensizliklere, anlaşmazlıklara, ihmallere sebep olur. Kumar yüzünden, dinini, namusunu, evini satan, her türlü kutsal değerini çaresizlik içinde ayaklar altına alan pek çok kişi vardır. Unutulmamalıdır ki bütün şans oyunları başlangıçta eğlenmek ve vakit geçirmek için oynanır. İnsan, kazandıkça kazanma zevki ve hırsı için oynar. Kaybettikçe yine oynar. Sonunda kumarın girdabında kayboluverir. Her şeyini kumarda kaybeden, nesi varsa satan ve kumara yatıran, bütün ömrü sefalet içinde geçen kumarbazların, başlangıçta kumara bir eğlence gözü ile baktıkları unutulmamalıdır. Kısacası kumar, hırs ve tamahın çocuğu, kötülüğün kardeşi, zarar ziyanın babasıdır.
Kaynak: Diyanet Hadislerle İslam