MEŞHUR HAFIZ SAMİ MERHUM
HAYATI *SESİ *TAVRI *AŞKI *KAREKTERİ *OKUYUŞU
BİR KİTAP İKİ YAZAR İki yazar diyorum zira kitabına adını verdiği Meşhur Hafız Sami’yi başta sesi olmak üzere değişik yönleriyle anlatan yazar, aynı zamanda kendi hayatından da bahsetmektedir. Kitaptan iki önemli şahsın hayatı hakkında kısa da olsa malumat edinirken, diğer taraftan okuma usul ve esasları konusunda hemen her karinin bilmesi gereken nadide bilgileri ihtiva etmektedir. Bu yüzden sıkılmadan çok rahat okunmaktadır.
ALİ RIZ SAĞMAN Kitabın yazarı Ali Rıza Sağman 1887’de Ünye’de dünyaya geldi. Yozgat nüfusuna kayıtlı dedesi Ahmet Efendi, askerlik görevini ifa etmek üzere Ünye/Ordu’da göreve başlayan bilahare Giresun ve havalisinde vazifesini ikmal ederek kıdemli yüzbaşılıktan emekli olan Duhancızâde Ömer Vasfi Efendi’nin mahdumudur.
Gençlik yılları, hafızlık dönemi orada geçmiştir. Sağman kitapta Ordu ve Giresun’da hayatının geçtiği evlerden, gördüğü gezdiği yaylalardan, akarsulardan, değişik yerleşim yerlerinden bahsediyor.
1910 yılında Fatih Çarşamba’daki Yavuz Selim Camii müezzinliğine tayin edildi. Üç yıl gibi geçirdiği sürgün hayıtından sonra tekrar İstanbul’a döndü. Gerek şeyhülislam Mustafa Sabri ve gerekse Ürgüplü Mustafa Hayri Efendi dönemlerinde bir taraftan görev yaparken diğer taraftan da tahsiline devam etti.
1928 yılında Darülfünun Hukuk Fakültesinden mezun olmasına rağmen bu alanda vazife yapmadı. 1931 yılında ezanın Türkçeleştirmesi için oluşturulan dokuz kişilik heyette Ali Rıza Sağman ’da vardı. Çok farklı okullarda öğretmenlik yapan Sağman, 13 Eylül 1964’de Çarşambadaki evinde vefat etti. Edirnekapı’daki Otakçılar mezarlığına defnedildi.
Ali Rıza Sağman’ın kısa da olsa hayatını okurken anne-babanın ve çevrenin insan üzerindeki etkisini gördüm. Benim de çok inandığım “coğrafya kaderdir” diye bir söz vardır ya! Bu sözü okuduğunuz ve gördüğünüz birçok insanda özellikle de Sağman Hoca’da çok rahat gölerebilirsiniz.
HAFIZ SAMİ 1874’de Filibe’de doğdu. 1876 Moskof harbinde babası Hacı Ali Efendi Filibe’nin Ruslar tarafından işgali neticesinde ailesini alarak İstanbul/Fatih’e yerleşti.
Tezgâhçılar Sıbyan Mektebine kaydolduğunda henüz on yaşındaydı. Sesindeki fevkaladelik Hocasının dikkatini çekmiş. Gecikmeden hemen hafızlığa başlatmış. İcazetini aldığında henüz on iki yaşındaydı. O tarihten sonra İstanbul’daki hafızlık üzerine çalışmaları bulunan en tanınmış hocalardan dersler okudu. Zekai Dede Efendi’ye müzik meşk etmesi için götürdüklerinde Sami’yi dinleyince; “Oğlum, sana Hüda meşk etmiş, benim sana meşk-edecek hiçbir şeyim yok.” demiştir.
1908’de Hac farizasını yerine getirdiği sırada Hicaz valisi Hafız Sami’yi Hicaz Emiri Şerif Hüseyin Paşa’ya götürmüş. Okuduğu Kuran üzerine Emir; “Oğlum senin ecdadın arasında mutlaka bir Arap vardır. Sen farkında değilsin, zira bu şekilde Kuran okumak ancak Araba mahsus bir keyfiyettir.” demiş.
Hac dönüşü Hünkâr imamı rahmetli olduğundan Sultan Reşad, Şeyhülislam Hüseyin Hüsnü Efendi’ye münasip birinin bulunmasını ferman buyurmuş. O da Hafız Sami’yi çağırtarak, bu vazifeyi teklif etmiş ve kabul etmesi için de ısrar etmiş ise de Hafız Sami: “Kurb-i Sultan âteş-i sûzân büved” (Sultan’a yakın olmak yakıcı ateşe düşmektir) diyerek teklifi kabul etmemiştir.
1912 yılında içine düştüğü bir sıkıntıdan dolayı okumaya ara vermiştir. Kulaklarında gösteren sıkıntıdan dolayı ağrıları artmaya başlamış. Gündüzleri azap, geceleri azdırıp içinde geçirmeye başlamış. Hastalığının cismani değil, ruhani olduğuna inandığı için doktora gitmiyor ilaç kullanmıyordu. Bir müddet sonra 26 Nisan 1943 Pazartesi günü akşam saat yedi buçukta öldü. Ertesi gün fatih Caminde kılınan cenaze namazının ardından Edirnekapı mezarlığına defnedildi.
SES Olabildiğince kısa hal tercümelerinin ardından okuma hususunda dikkat edilecek esaslara geçebiliriz. Hafız Sami’nin okuyuşuna da geçmeden yazar, yirmi iki sayfa gibi uzun sayılacak bir kısımda “ses” ve sesin özellikleri hakkında gayet güzel bir malumat vermiştir.
OKUMAK Okuma hususunda genel bazı bilgileri verdikten sonra Hafız Sami’nin okuyuşu üzerinde durmuştur.
Okumak kelimesi geçtiğinde akla gelen;
- Kuran
- Ezan
- Mevlit
- İlahi, durak ve ayin
- Kaside ve gazel
- Şarkı
- Beste
“Filan zat çok güzel okur” diye mutlak olarak bir hüküm verdiğimiz zaman, o zatın, yukarıya yazdığımız şeylerin hepsini güzel okur gibi umumi bir hüküm vermişe benzeriz. Bu doğru değildir. Hepsini aynı güzellikte okuyanı ne gördük ne duyduk. Hepsini iyi okuma kabiliyetini bir tek şahısta toplamamıştır. Ezanı Bilal-i Habeşi, Kuran’ı da Übey Bin Kaab ile Ebû Musa el-Eşarî’nin güzel okuması gibi.
Sağman Hoca Kuran okuyanın mevlit; mevlit okuyanın Kuran’ı iyi okuyamayacağına dair bazı izahatta bulunduktan sonra “Kuran okumak, öyle bir ince, derin ve köklü bir artistliktir ki, müzik âleminin başka kolları bunun yanında sönük kalır. Çünkü Kuran-ı Mecid, bir edebiyat mucizesidir. Bu dünyanın, tarihin ve hilkatin en büyük en büyük mucizesinin, yıllarca hizmet etmeden okunabileceğini sanmak azılı bir cehlin yapabileceği bir iştir…” diyerek Kuran okumak için emek sarf etmek gerektiğine vurgu yapmıştır.
Kuran okuyanları;
- Kupkuru hafızlar
- Mücevvidler!
Diye iki kısma ayırdıktan sonra Ali Rıza hoca, tecvit ve tecvitle okuma hususunda bazı izahatta bulunmuştur. “Bazen tecvitle okuyacağım diye ucube bir okuyuş tarzının olduğunu, kafaya vurur gibi gulguleli ‘kalkale’ler kulakları yararcasına çatlatılan ‘ayın’lar, elhasıl Kuran’ı hurûf ve elfazıyla kavga edercesine yapılan ifratlar… (…) Oysa tecvit bir ölçüdür. Ölçüyü sert kullanmak manasız olduğu gibi gülünçtür de.
Hafız Sami’nin iki kısma da girmediğini belirttikten sonra “Sakın zannedilmesin ki biz, “tecvit”e riayeti lüzumsuz görüyoruz. Böyle bir düşünce bilakis benim en azılı düşmanımdır. Hayır arkadaşlar! Tecvit-siz Kuran okunmaz. Benim parmağımı koyduğum nokta, onun sû’i istimalidir. Tecvit üzere okuyacağım diye kelimeleri kelime olduklarına pişman etmenin yersizliğini anlatmak istiyorum” dedikten sonra bazı hafızların tecvitle okuyuşlarına örnek vermiştir.
Tecvidi içselleştirenler ‘cemaate karşı Kuran okursa umulan tesir ve teessür gayesine varır. Kuran okumak yalınız şahsi bir ibadet veya icra-i san ’at değildir. Aynı zamanda karşılıklı “feyizlenme”dir de.’ bu maksada ulaşmak için de okuyucunun şu şartlar altında bulunması mutlaka lazımdır.
- Güzel bir ses,
- Tecvit,
- İlm-i kırâat,
- Manaya vukuf,
- Edaya vukuf (temsili okumak),
- Müzik,
- Pedagoji, psikoloji, sosyoloji ilimlerine vukuf,
- Aşk, okuma aşkı, meslek aşkı!
- Huzû, samimiyet!
Bunlar okuyucu tarafında bulunması gereken şartlardır. Bir de dinleyende bulunması gereken şart vardır ki, bu olmadıkça okuma san ’atı yapılmaz. Bu 10. şart da dinleyiciler de dinlemek sanatının bulunmasıdır. Bu sanatın bulunmadığı yerde okumak, odun pazarında pırlanta satmaya benzer.
Yazar belirlediği bu on şartı etraflıca izah ederken Hafız Sami’nin bu kaidelere nasıl uyduğunu örnekleriyle anlatmaya çalışmaktadır. Bu maddeleri okuduktan sonra bütün Kuran okuyan özellikle de “Selatin” ve merkezi camilerimizde görev yapan hocalarımızın bunlara riayet ederek okumalarını ne kadar isterim. Bazen tecvit, bazen manaya dikkat etmeden okuyan hafızlarımız/hocalarımız bu hususlara çok dikkat etmelidir.
Huzû ve samimiyet: “Kuran okumada başarıya ulaşmanın yolunun samimiyet, tevazu, huzû ve huşû’dur, dedikten sonra okurken hüsn-ü hâl, salah-ı bâl üzere olmak gerek… Kuran okuyan zât, ne okuduğuna inanmalı, ona karşı gerek saygı tavrını takınmalı. Hangi huzurda olduğunu idrak etmeli… İnsanlığın kötü duygularından ve çirkin huylarından, büyük İslam kaynağının şiddetle yasakladığı kibir ve azamet, hased ve rekabet gibi şeytânî, fısk u fücur, kin ve şürûr gibi hayvani duygulardan tamamıyla soyulmalıdır.
Kuran okumaktan maksat, tehyiç ve teheyyüç ise bu amaca böyle varılır. Yapmacıklı okuyuşlar, şımarıkça tavırlar, çirkin bakışlar, iğrenç jestler, hülasa etrafı süzerek ve kontrol ederek, terbiyesizce bulunuşlarla Hazreti Kuran’ı okumanın arasında ilgi bulunmak şöyle dursun, bu işte büyük vebal de vardır.”
HATIRA: “Ayasofya Caminde mukabele okuduğu zamanlarda camide izdiham olur, bilhassa hanımlar (İskele Camii İmamı) Nafiz Hocayı dinlemek üzere bu camie fevç fevç akarlarmış. Bunun neticesinde Nafiz Hoca’nın benliği kabarmış. Ancak bir müddet sonra nefsinde zuhur eden bu benlik onu rahatsız etmeye başlamış ve bunun tek zâhiri sebebinin güzel sesi olduğunu idrak eder etmez de derhal enâniyetinden ötürü Allah’a tövbe edip bu sesi ondan alması hususunda müntesibi olduğu Nasûhî Dergâhı’nda niyazda bulunmuş. Bu halis duası kabul olunmuş ki, ertesi sabah kalktığında o güzelim sesi gitmiş, yerine kısık, çatlak ve boğuk bir sesin ikame edilmiş olduğunu sevinçle görmüş.” Üsküdar’ın Üç Sırlısı; A. Yüksel Özemre; s. 64
Kitapta birçok meşhur hafızla ilgili detaylı olmasa da bilgi edinmek mümkündür. Ayrıca birbirinden güzel espri ve hatıraların varlığı da okuyucuyu rahatlatmaktadır.
Biraz mübalağalı da olsa Ali Rıza Sağman; “Hafız Sami kendini yalınız Türkiye’de değil, İslam Gayr-ı İslam bütün dünyaya duyurdu. Lakin en yakınlarına duyuramadan gitti, onun sesini duymuş olan kulaklara artık ses beğendiremezsiniz. (…) Çünkü o, inleyerek dinlemeyi de, dinleyerek inlemeyi de birlikte alıp götürdü!”
Hayatını başta Kuran olmak üzere mevlit, ilahi, kaside ve benzeri okumaya vakfeden değerli Hafız Sami’ye Cenabi Hak’tan rahmet diliyorum
NOT: Yazı içerisinde geçen ıstılahların tamamı yazara aittir. Bunları yazarken maksadım hiçbir Hafız-ı Kelamı, okuyucuyu incitmek veya yıpratmak değildir. Umulur ki, tüm Kuran karileri belirtilen hassasiyetlere riayet eder, Hafız Sami gibi sesini ve soluğunu samimiyetle İslam’ın en büyük mucizesi Kura-ı Kerîm okuyarak değerlendirir. Ahmet BELADA