عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ (رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ) عَنِ النَّبِيِّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ: “مَنْ قَامَ لَيْلَةَ الْقَدْرِ إِيمَانًا وَاحْتِسَابًا غُفِرَ لَهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِهِ، وَمَنْ صَامَ رَمَضَانَ إِيمَانًا وَاحْتِسَابًا غُفِرَ لَهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِهِ.”
Ebû Hüreyre'den (ra) rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

“Her kim inanarak ve (sevabını Allah'tan (cc)) umarak Kadir gecesini ibadetle geçirirse geçmiş günahları bağışlanır. Her kim Ramazan orucunu inanarak ve (mükâfatını Allah'tan (cc)) umarak tutarsa geçmiş günahları bağışlanır.”

(B1901 Buhârî, Savm, 6)

***

عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : “مَا مِنْ أَيَّامٍ الْعَمَلُ الصَّالِحُ فِيهِنَّ أَحَبُّ إِلَى اللَّهِ مِنْ هَذِهِ الْأَيَّامِ الْعَشْرِ.”

İbn Abbâs'tan (ra) rivayet edildiğine göre, Allah Resûlü (sas) şöyle buyurmuştur: “Salih amelin Allah (cc) katında en sevimli olduğu günler (Zilhicce'nin ilk) on günüdür.”

(T757 Tirmizî, Savm, 52; İM1727 İbn Mâce, Sıyâm, 39)

***

عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ أَنَّ النَّبِيَّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ: “خَيْرُ يَوْمٍ طَلَعَتْ عَلَيْهِ الشَّمْسُ يَوْمُ الْجُمُعَةِ...”

Ebû Hüreyre'den (ra) nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur: “Güneşin doğduğu en hayırlı gün, cuma günüdür...”

(M1977 Müslim, Cum'a, 18)

***

عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ (رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ) أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ: “يَتَنَزَّلُ رَبُّنَا تَبَارَكَ وَتَعَالَى كُلَّ لَيْلَةٍ إِلَى السَّمَاءِ الدُّنْيَا حِينَ يَبْقَى ثُلُثُ اللَّيْلِ الْآخِرُ يَقُولُ: مَنْ يَدْعُونِى فَأَسْتَجِيبَ لَهُ، مَنْ يَسْأَلُنِى فَأُعْطِيَهُ، وَمَنْ يَسْتَغْفِرُنِى فَأَغْفِرَ لَهُ.”

Ebû Hüreyre'den (ra) nakledildiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur: “Yüce Rabbimiz (cc), her gece, gecenin son üçte biri kaldığında dünya semasına iner (rahmet nazarıyla bakar) ve şöyle buyurur: "Bana dua eden yok mu duasını kabul edeyim! Benden bir şey isteyen yok mu ona dilediğini vereyim! Benden mağfiret isteyen yok mu onu bağışlayayım!"”

(B6321 Buhârî, Deavât, 14)

***

عَنْ عُقْبَةَ بْنَ عَامِرٍ الْجُهَنِيَّ يَقُولُ: ثَلاَثُ سَاعَاتٍ كَانَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) يَنْهَانَا أَنْ نُصَلِّيَ فِيهِنَّ، أَوْ أَنْ نَقْبُرَ فِيهِنَّ مَوْتَانَا: حِينَ تَطْلُعُ الشَّمْسُ بَازِغَةً حَتَّى تَرْتَفِعَ، وَحِينَ يَقُومُ قَائِمُ الظَّهِيرَةِ حَتَّى تَمِيلَ الشَّمْسُ، وَحِينَ تَضَيَّفُ الشَّمْسُ لِلْغُرُوبِ حَتَّى تَغْرُبَ.

Ukbe b. Âmir el-Cühenî (ra) şöyle demiştir: “Üç vakit vardır ki, Resûlullah (sas) o vakitlerde namaz kılmamızı ve cenazelerimizi defnetmemizi bize yasaklardı: Güneşin doğmaya başlamasından yükselmesine kadar; güneş tam gökyüzünün ortasında iken (batıya) meyledinceye kadar; bir de batmaya başlamasından itibaren batıncaya kadar.”

(M1929 Müslim, Müsâfirîn, 293)

***

“Ey Allah'ın Resûlü (sas), (Allah'a (cc)) diğer vakitlerden daha yakın olunacak bir vakit var mıdır ya da özel olarak tercih edilecek bir zaman var mıdır?” Amr b. Abese'nin (ra) yönelttiği bu soruya Peygamberimiz (sas) şöyle cevap vermişti: “Evet. Azîz ve Celîl olan Allah'ın (cc) kula en yakın olduğu vakit, gecenin sonlarına doğru olan vakittir. O saatlerde Allah'ı (cc) ananlardan olmayı istersen, bunu yap! Kuşkusuz o vakitlerde kılınan namazlarda melekler hazır bulunup şahitlik yaparlar.” Ardından ibadet için uygun olmayan vakitleri de sıralayan Sevgili Peygamberimiz (sas), Amr b. Abese'ye (ra) güneşin doğduğu, gün ortasında tam tepe noktaya geldiği ve battığı anda namaz kılmasının yasak olduğunu öğretmişti. Demek ki, günün bereketli, hayırlı ve değerli zamanları olduğu gibi, ibadete uygun olmayan zamanları da vardı...

Peygamberimizin (sas) Amr'a (ra) verdiği cevapta, yirmi dört saatlik bir zaman dilimi içerisindeki mübarek ve mekruh vakitlerden söz edilmektedir. Allah Resûlü (sas) diğer pek çok sözünde hafta, ay ya da yıl içerisinde bulunan özel zaman dilimlerine de işaret etmiştir. Bu bağlamda Ramazan ayı, mübarek aylar içindeki en faziletli aydır. Ramazan, orucuyla teravihiyle, sahuruyla iftarıyla, gecesiyle gündüzüyle, akşamıyla sabahıyla, hâsılı her ânıyla Hz. Peygamber'in (sas) yoğun bir dinî coşku içinde geçirdiği bir aydır. Bu ayın ihya edilmesi sonucunda elde edilecek kazancı Sevgili Peygamberimiz (sas) şöyle müjdelemektedir: “Yüce Allah (cc) Ramazan ayında oruç tutmayı size farz kıldı. Ramazan gecelerini namazla geçirmek de benim sünnetimdir. Kim inanarak ve (sevabını yalnızca Allah'tan (cc)) umarak Ramazan ayında oruç tutup, geceleri de namaz (teravih) kılarsa, annesinden doğduğu günkü gibi günahlarından arınmış olur.”

Ramazan ayının mübarekliği, Kadir gecesinin bu ay içerisinde yer alması ile yakından ilgilidir. Peygamber Efendimiz (sas), “...Bu ayda öyle bir gece vardır ki, bin aydan daha hayırlıdır. Bu gecenin hayrından mahrum kalan, bin ayın hayrından mahrum kalmış gibidir.” buyurarak Kadir gecesinin önemi hakkında bize ipuçları vermektedir.

Kadir gecesinin mübarekliği ise, Kur'ân-ı Kerîm'in bu gecede indirilmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Kadir sûresinde bu husus şöyle anlatılmaktadır: “Şüphesiz, biz onu (Kur'an'ı) Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin ne olduğunu sen ne bileceksin! Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır. Melekler ve Ruh (Cebrail) o gecede, Rablerinin izniyle her türlü iş için iner de iner. O gece, tan yerinin ağarmasına kadar bir esenliktir.” Ayrıca Duhân sûresinde yer alan, “Biz onu (Kur'an'ı) mübarek bir gecede indirdik.” âyetinde de Kadir gecesinin kastedildiği belirtilmektedir.

Böylesine faziletli bir gece hakkında Resûlullah (sas), “Her kim inanarak ve (sevabını Allah'tan (cc)) umarak Kadir gecesini ibadetle geçirirse geçmiş günahları bağışlanır. Her kim Ramazan orucunu, inanarak ve (mükâfatını Allah'tan (cc)) umarak tutarsa geçmiş günahları bağışlanır.” buyurmuş ve Kadir gecesinde hangi duayı okuyacağını soran Hz. Âişe'ye (ra), “Allah'ım! Sen affedicisin, ikram sahibisin, affetmeyi seversin, beni de affet.” şeklinde dua etmesini tavsiye etmiştir. Fakat Peygamber Efendimiz (sas) Kadir gecesinin hangi gece olduğunu kesin olarak bize bildirmemiş, bu eşsiz gecenin Ramazanın son on günü içindeki tek sayılı gecelerde aranmasını tavsiye etmiştir. Bazı hadis rivayetlerinde Kadir gecesinin Ramazanın yirmi yedinci gecesi olduğu ifade edildiği için İslâm âleminde ağırlıklı olarak bu gece ibadetle değerlendirilmeye çalışılmaktadır. Aslında Kadir gecesinin kesin olarak belirlenmemiş olması, Ramazanın her gecesinin Kadir gecesi imiş gibi geçirilmesi gerektiği anlamına gelmektedir. “Her geleni Hızır, her geceyi Kadir bil!” sözü de bunu ifade etmektedir.

Ramazan ayına değer katan diğer özellikler arasında, bu ayda tutulan orucun farz olması, Peygamber Efendimizin (sas) itikâf ibadetini bu ayda yapması ve teravih namazının bu ayda kılınması sayılabilir.

Ramazanı ibadetlerle geçiren kulun mükâfatı, mübarek günlerden oluşan Ramazan Bayramı'dır. Bayram günleri, oruç tutmanın yasak olduğu günlerdir. Kendisine has bir namazın, bayram namazının bulunması bu günün değerinin bir göstergesidir.

Ramazan Bayramı'nın ardından Şevval ayı içerisinde altı gün oruç tutulması Peygamberimiz (sas) tarafından tavsiye edilmiş ve Peygamberimiz (sas) Ramazan ile birlikte Şevval'de altı gün oruç tutan kimsenin tüm seneyi oruçlu geçirmiş gibi sevap kazanacağını müjdelemiştir.

Mübarek aylar arasında, kulları ruhen ve bedenen Ramazana hazırlayan Receb ve Şâban aylarının ayrı bir önemi vardır. Receb ayı girdiğinde, “Allah'ım! Receb ve Şâban'ı hakkımızda mübarek eyle, bizi Ramazan'a ulaştır...” şeklinde dua eden Resûlullah (sas), üç ayları sevinç içerisinde karşılamıştır.

Receb ayının değerini yücelten önemli bir hâdise de Mi'rac'tır. Peygamber Efendimizin (sas) Mescid-i Harâm'dan Mescid-i Aksâ'ya gittiğini ifade eden İsrâ, oradan da yedi kat semaya yükseldiğini ifade eden Mi'rac olayı bir görüşe göre Receb ayında gerçekleşmiştir. Mi'rac'ta, Resûl-i Ekrem'e (sas) beş vakit namazın, Âmenerrasûlü olarak bilinen Bakara sûresinin son âyetlerinin ve “Allah'a (cc) şirk koşmayanların büyük günahlarının bağışlanabileceği” müjdesinin verilmesi Receb ayı için bir bereket vesilesidir.

Receb ve Şâban ayları, Peygamber Efendimizin (sas) oruç tutmaya büyük önem verdiği aylardır. Fakat Hz. Peygamber (sas), bütün ayı oruçlu geçirmenin Ramazanın şerefine özel bir durum olarak kalmasını istediğinden olsa gerek, Receb ayı orucundan bahsettiği bir hadisinde bu ayın tamamının oruçlu geçirilmesini hoş görmediğini belirtmiştir.

Hz. Peygamber (sas) Şâban ayı geldiğinde de oruç tutmaya özen gösterirdi. Çok sevdiği Zeyd'in (ra) oğlu Üsâme (ra) bunu fark etmiş, Şâban ayında tuttuğu kadar hiçbir ayda oruç tutmamasının sebebini sorduğunda Allah Resûlü'nden (sas) şu cevabı almıştı: “Bu ay Receb ile Ramazan arasında insanların gafil bulundukları bir aydır. Bu ayda ameller âlemlerin Rabbi olan Allah'a  (cc) arz olunur. Ben de amellerimin oruçlu iken Allah'a (cc) sunulmasını arzu ederim.” Kulun amellerinden Allah'ın (cc) haberdar olmaması düşünülemez. Fakat kulların amellerinin Allah'a (cc) belirli zamanlarda arz olunması, muhtemelen Allah'ın (cc) kullarına tevbe için fırsat tanımasından kaynaklanmaktadır.

Şâban ayı içerisinde muhtelif günlerde oruç tutan Hz. Peygamber'in (sas), Şâban'ın son günlerini oruçlu geçirerek Ramazan ayı ile birleştirdiği de olmuştur. Bununla birlikte, Hz. Âişe (ra) validemiz Peygamber Efendimizin (sas) Ramazan haricindeki hiçbir ayı tamamen oruçlu geçirdiğine şahit olmadığını söylemektedir. Bundan dolayı bu ayların tamamının oruçlu geçirilmesi yerine belirli günlerde oruç tutularak nefsin terbiye edilmesi ve Ramazana hazırlanması esas alınmalıdır.

Şâban ayının on beşinci gecesi ise, kültürümüzde Berât gecesi olarak adlandırılır. Peygamber Efendimiz, Şâban ayının yarısına denk gelen bu gecede Allah'a (cc) çok ibadet edilmesini, gündüzünde ise oruç tutulmasını tavsiye etmiş ve o gece güneş batınca Allah Teâlâ'nın (cc) dünyaya rahmetiyle tecellî ederek fecre kadar, “Bağışlanmak dileyen yok mu, onu bağışlayayım! Rızık isteyen yok mu, ona rızık vereyim! Belaya duçar olan yok mu, ona afiyet vereyim!..” buyurduğunu bizlere müjdelemiştir.

İşte böyle bir gecede uyanan Hz. Âişe (ra), Resûlullah'ı (sas) yanında göremeyince dışarı çıkıp aramaya başlamış ve onu Bakî' mezarlığında başını gökyüzüne kaldırmış bir vaziyette bulmuştu. Peygamber Efendimiz (sas), Allah'ın (cc) rahmetinin bu gecede ne kadar geniş olduğunu anlatmak için Hz. Âişe'ye (ra): “Şâban ayının yarısına denk gelen bu gece Allah (cc) dünya semasına iner (rahmetiyle tecelli eder) ve Kelb kabilesinin koyunlarının kıllarından daha çok sayıda günahkârı bağışlar.” buyurmuştu.

Kur'ân-ı Kerîm'de Ramazan ayından bahsedildiği gibi, “mâlûm aylar” denilerek hac mevsiminden de bahsedilmektedir. Peygamber Efendimiz “mâlûm aylar” ifadesini Şevval, Zilkade ve Zilhicce"nin ilk on günü olarak açıklamış olup, bunlar on iki aydan oluşan ve Muharrem ayı ile başlayan hicrî yılın son üç ayıdır. Hac ibadetinin yalnızca bu zaman zarfında yapılması bu dönemin mübarekliğinin bir göstergesi olmalıdır.

“Şüphesiz Allah'ın (cc) gökleri ve yeri yarattığı günkü yazgısında, Allah (cc) katında ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü haram aylardır.” âyetinde zikredilen “haram aylar” da mübarek aylar arasında yer almaktadır. Kan dökmenin ve savaşmanın yasak olduğu bu aylar Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Receb aylarıdır. Peygamber Efendimiz (sas) Veda Hutbesi'nde haram aylar hakkında şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Allah, bu ayınızda, bu beldenizde, bu gününüzü dokunulmaz (haram) kıldığı gibi kanlarınızı, mallarınızı ve ırzlarınızı da dokunulmaz (haram) kılmıştır.”

Hem hac mevsiminin hem de haram ayların içerisinde yer alan Zilhicce ayının ilk on gününün faziletini bizlere anlatan Peygamber Efendimiz (sas), “Salih amelin Allah (cc) katında en sevimli olduğu günler (Zilhicce'nin ilk) on günüdür.” buyurmaktadır. Bu sebeple O (sas), Zilhicce'nin dokuz gününü oruç tutarak değerlendirme yoluna gitmiştir. Onuncu gününde ise Kurban Bayramı'nın ilk günü olduğu için oruç tutmamıştır.

Kur'ân-ı Kerîm'de muhtelif yerlerde “on gün” ifadesi geçmekte ve bu ifadelerin Zilhicce'nin on gününü kastettiği belirtilmektedir. Bunlardan ilki Hz. Musa'nın (as) Allah Teâlâ ile buluşması için hazırlandığı süreyi anlatan, “Musa'ya (as) otuz gece süre belirledik, buna on (gece) daha kattık. Böylece Rabbinin belirlediği vakit kırk geceye tamamlandı.” âyetindeki on gecedir. İkincisi, Fecr sûresinde geçen, “On geceye andolsun.” âyetidir. “Allah"ın kendilerine rızık olarak verdiği (kurbanlık) hayvanlar üzerine belli günlerde (onları kurban ederken) Allah'ın (cc) adını ansınlar.” âyetinde yer alan “belirli günler” ifadesi de Zilhicce'nin on günü olarak yorumlanmaktadır.

Zilhicce'nin dokuzuncu günü, Kurban Bayramı arefesidir. Peygamberimiz (sas) hiçbir gecede bu gecede olduğu kadar çok sayıda kulun cehennemden azat edilmediğini müjdelemekte, şeytanın ise hiçbir zaman, arefe günü görüldüğünden daha küçük, daha hakir, daha zelil ve daha öfkeli görülmediğini belirtmektedir. Ayrıca, “Arefe günü tutulacak orucun önceki ve sonraki senenin günahlarına kefaret olacağını Allah'tan (cc) ümit ediyorum.” buyurarak Allah'ın (cc) rahmetinin indiği bu bayrama hazırlık gününde oruç tutulmasını teşvik etmektedir. Fakat bu teşvik hac farizasını ifa etmekte olan hacılar için değildir. Hatta Peygamber Efendimiz (sas), sıcaktan ve hac ibadetinin meşakkatlerinden dolayı hacıların hâlsiz kalıp hastalanabileceklerini düşünerek bu günde oruç tutmamalarını daha uygun bulmuştur. Kendisi de hac yaparken arefe günü oruç tutmamıştır.

Arefe gününden sonra Kurban Bayramı başlar ki, Peygamber Efendimiz (sas) Allah katında günlerin en değerlisinin Kurban Bayramı'nın ilk günü, sonra ikinci günü olduğunu ve bu günlerin Allah tarafından Ümmet-i Muhammed'e bayram kılındığını haber vermektedir. Allah'ın Kutlu Elçisi (sas), bu günleri Müslümanların bayramı olması dolayısıyla (oruç değil) yeme-içme ve Allah'ı (cc) zikretme günleri olarak nitelemiş, Hz. Âişe (ra) de, onun (sas) bu günlerde oruç tuttuğunu hiç görmediğini söylemiştir.

Zilhicce ayından sonra, hicrî yılın ilk ayı olan Muharrem ayı gelmektedir. Hz. Peygamber (sas), “Ramazan ayından sonra en kıymetli oruç Allah'ın (cc) ayı olan Muharrem ayında tutulan oruçtur.” buyurarak bu ayı “Allah'ın (cc) ayı” şeklinde nitelemiştir. Muharrem'i değerli kılan diğer bir husus ise, içerisinde Âşûrâ gününün bulunmasıdır. Peygamberimiz, “Âşûrâ günü orucunun, bir önceki yılın günahlarına kefaret olmasını Allah'tan (cc) ümit ediyorum.” diyerek Âşûrâ orucu tutmaya teşvik etmiştir. Hatta Peygamberimiz (sas) zamanında çocukların bile bu ibadete alışmasını arzu eden anneler, onlarla birlikte oruç tutmuşlar, onlara yünden oyuncaklar yaparak açlıklarını unutturmaya çalışmışlardır. Âşûrâ orucu, câhiliye döneminde de bilinen ve tutulan bir oruçtur. Peygamber Efendimiz (sas) Medine'ye geldiğinde yahudilerin bu günde oruç tuttuklarını görmüş, sebebini sorduğunda yahudiler, “Bugün Musa (as) ile İsrâiloğulları'nın Firavun"dan kurtuldukları gündür. Biz onu kutlamak için bu günde oruç tutuyoruz.” cevabını vermişlerdir. Bunun üzerine Allah Resûlü (sas); “Biz Musa'ya (as) sizden daha yakınız.” buyurarak Âşûrâ gününde oruç tutulmasını emretmiştir.

Ramazan orucu farz kılınmadan önce Müslümanlar Âşûrâ orucunu hep birlikte tutuyorlardı. Fakat Ramazan orucunun farz olmasının ardından Peygamber Efendimiz (sas) Müslümanları bu orucu tutma konusunda serbest bırakmıştır; dileyen bu gün oruç tutmuş dileyen tutmamıştır. İbn Abbâs, Âşûrâ günü ile birlikte bir gün öncesinin de oruçlu geçirilmesini, böylece yahudilere muhalefet edilmesinin daha uygun olacağını belirtmektedir.

Buraya kadar anlattığımız mübarek zaman dilimleri, yılda bir defa yaşayabildiğimiz aylar ve günlerdir. Bunlardan başka bir de her hafta istifade imkânı bulduğumuz mübarek vakitler vardır ki, bunların başında haftalık toplanma vakti olan cuma günü gelmektedir. Kur'ân-ı Kerîm'deki sûrelerden birinin isminin "Cuma" olması ve yine aynı sûrede Cuma namazından açıkça bahsedilmesi bu vaktin önemini göstermektedir. Peygamber Efendimiz (sas), cumanın “Müslümanların bayramı” ve “üzerine güneş doğan en hayırlı gün” olduğunu, Hz. Âdem'in (as) bu günde yaratıldığını, cennete girdiğini ve tekrar cennetten çıkartıldığını ifade etmektedir. Yine Peygamberimiz (sas), “Cuma günü öyle bir an vardır ki, şayet bir Müslüman kul namaz kılarken o âna rastlar da Allah'tan (cc) bir şey dilerse, Allah mutlaka ona dilediğini verir.” buyurarak cumanın icabet ânına dikkat çekmektedir. Bir hadiste bu kıymetli vaktin, imamın hutbe için minbere çıkması ile namazın eda edilmesi arasındaki vakit olabileceği ifade edilmekteyse de icabet ânının kesin bir şekilde belirlenmemesi, cuma gününün tümüne değer verilmesi gerektiğini göstermektedir. Şu hâlde cuma günü her ânını Allah'ın (cc) rızasına uygun bir şekilde geçiren kimsenin bu vakti yakalaması ve Allah'ın (cc) da onun dileklerini yerine getirmesi umulur.

Pazartesi ve perşembe günlerinin önemine de dikkat çeken Peygamber Efendimiz (sas), “İnsanların amelleri pazartesi ve perşembe günleri olmak üzere haftada iki defa (Allah'a (cc)) arz olunur ve inanan her kula mağfiret buyrulur. Yalnız din kardeşi ile aralarında düşmanlık bulunan kul müstesna! (Onlar hakkında), "Bu iki kişiyi (barışa) dönünceye kadar bırakın." denilir.” buyurmaktadır. Hz. Âişe'nin (ra) ifadesiyle pazartesi ve perşembe günü oruçlarını dört gözle bekleyen Allah Resûlü (sas), çevresindekilere de bu günleri oruçlu geçirmeyi tavsiye etmiştir.

Her hafta yaşadığımız mübarek vakitler olduğu gibi her gün karşılaştığımız bazı özel anlar da bulunmaktadır. Bunların başında, gecenin son üçte birine yani imsaktan önceki zamana rastlayan seher vakti gelmektedir. Amr b. Abese (ra) isimli sahâbî, bir gün Hz. Peygamber'in (sas) huzuruna gelerek Allah'a (cc) yakın olabilmek için gözetilmesi gereken ve diğer zamanlardan daha mübarek olan vakitlerin bulunup bulunmadığını sormuş, Allah Resûlü de, “Evet!” demiş ve sözlerine şöyle devam etmişti: “Allah'ın (cc) kula en yakın olduğu vakit, gecenin sonlarına doğru olan vakittir. Eğer bu saatlerde Yüce Allah'ı (cc) anan kişilerden olmayı başarabilirsen, bunu yap...” Ebû Hüreyre'den (ra) nakledildiğine göre, Resûlullah (sas) bir başka hadisinde gecenin bu anlarını ibadet ve taatla geçirenler hakkında ilâhî rahmetin tecellî edeceği müjdesini vermiştir: “Yüce Rabbimiz (cc), her gece, gecenin son üçte biri kaldığında dünya semasına iner (rahmet nazarıyla bakar) ve şöyle buyurur: "Bana dua eden yok mu ki duasını kabul edeyim! Benden bir şey isteyen yok mu ki ona dilediğini vereyim! Benden mağfiret isteyen yok mu ki onu bağışlayayım!" Kur'ân-ı Kerîm'de cennetle mükâfatlandırılacak kimseler sıralanırken, “seherlerde Allah'tan (cc) bağışlanma dileyenler” in de sayılması günün berekete uyanan bu ilk saatlerinin gaflet içinde geçirilmemesi gerektiğini göstermektedir.

Seher vaktinin kıymeti hakkında bilgi veren Peygamber Efendimiz (sas), bu nadide zaman diliminin gece namazı kılınarak değerlendirilmesini tavsiye etmiş, geçmişte yaşamış salih kişilerin de ısrarla buna devam ettiklerini söylemiş ve gece namazının Allah'a (cc) yakınlık sağlayacağını, günahlardan sakındıracağını, kötülükleri örteceğini ve vücudu hastalıklara karşı koruyacağını haber vermiştir.

Allah'a (cc) ibadetin her zamankinden daha kazançlı ve daha kıymetli olduğu böylesine faziletli vakitler yanında, ibadet etmenin yasaklandığı vakitler de vardır. Bunlara “mekruh vakitler” veya “kerahet vakitleri” denmektedir. Peygamberimizin namaz kılmayı ve cenazeleri defnetmeyi yasakladığı üç vakit; güneşin doğduğu, tam tepede olduğu ve battığı vakitlerdir. Bu üç vakitte namaz kılmanın mekruh oluşu, güneşe tapan insanların, güneşin doğuş, zirve ve batış ânını güneşe tapınma vakitleri olarak belirlemiş olmalarından kaynaklanmaktadır. Allah Resûlü (sas) onlara benzememek için Müslümanların bu vakitlerde ibadet etmelerini hoş görmemiştir.

Bazı rivayetlerden, bu yasağın, insanların namazı keyfî ve mazeretsiz olarak bu üç vakte kadar ertelemelerini engellemeye yönelik olduğu da anlaşılmaktadır. İbn Ömer (ra), Resûlullah'ın (sas) şöyle buyurduğunu nakletmektedir: “Hiçbiriniz bekleyip bekleyip de güneş doğarken ve güneş batarken namaz kılmasın.”

“Mekruh vakitler tamamen ibadetten uzak ve boş geçirilmesi gereken vakitler midir?” gibi bir soru akla gelebilir. Kerahet vakitleri, lüzumsuz veya işe yaramaz vakitler olmayıp, sadece namaz açısından mahzurlu kabul edilen vakitlerdir. Dolayısıyla Kur'an okuma, zikretme gibi ibadetlerle meşgul olmakta bir sakınca yoktur.

Bazı vakitlerin, kendilerinde cereyan eden hâdiseler sebebiyle diğer vakitlerden daha mübarek oldukları Kur'an ve sünnetin bizlere bildirdiği bir gerçektir. Ancak bu vakitlerin insanlar için de bereketli olabilmesinin en temel şartı; Allah'a (cc) kulluk bilinciyle geçirilmeleridir. Yine yılın hangi ayı, günü ve saati olursa olsun kulluk bilinciyle geçirilirse o zaman dilimi azizdir, mübarektir, özeldir. Nice mübarek vakitler vardır ki, değerini bilmeyip gafil olanlar için ancak bir kayıptır.

Bütün vakitler, Allah'ın (cc) insanlara sunduğu birer nimettir. İnsan değerlendiremediği müddetçe vaktin mübarek olmasının ona bir fayda sağlamayacağı da bilinmesi gereken bir gerçektir. Bu vakitlerin huzur, bereket, af ve mağfiretinden yararlanabilmenin yolu; Peygamber Efendimizin (sas) öğrettiği gibi, Allah'ın (cc) rızasına erişebilmek için az da olsa devamlı ibadet etmektir. Her ânında Allah'ın (cc) hoşnutluğunu gözeten bir kul, hangi gün olduğu tam olarak bilinemeyen Kadir gecesine de erişecek, diğer mübarek vakitleri de hakkıyla ihya edebilecektir.

İnanan insanlar, Kur'an ve sünnet ölçüsüne göre zamanını şekillendirmeli; kulluk şuuruyla, hizmet bilinciyle geçirilmeyen her ânın zarar ve ziyan olacağı gerçeğini unutmamalıdır.