Modern dönem büyük iddialarla ve hayallerle başladı. On sekizinci yüzyıldan itibaren Batı merkezli bir dünya şekillenirken “aydınlık bir çağ” sloganları atılıyordu.

Nitekim “Aydınlanma Dönemi” halihazırda pek çok akademik kitabın bölümü ve çalışmanın başlığı olarak varlığını devam ettirmektedir. Zıddından hareketle öncesinin “karanlık” olduğunu işaret eden bu başlık bile söz konusu dönemin iddialarının boyutlarını göstermesi bakımından önemlidir.

Modern dönemin öncülerine göre akıl, bilim, teknoloji gelişecek ve insanlık daha güzel bir hayata kavuşacaktı. Bunun için, söz konusu anlayışın sahipleri, Hristiyanlığın içi boş, hayata rehberlik edemeyen skolastik dünyasıyla büyük bir mücadeleye giriştiler. Sonra Batı kendi aile kavgasını ve bu kavganın sonucundaki mutabakatlarını dünyanın tamamına empoze etti. Kendi anlayışını dünyanın her yerine egemen kılmak için medya, siyaset, ekonomi, kültür gibi tüm araçları hoyratça kullandı. Bu esnada bilimsel gelişmeler ilerlemeye devam etti. Buharlı makinaların ve tekerleğin icadıyla başlayan süreç baş döndürücü bir hızla gelişti. Dünya küresel bir köye dönüştü.   

Tüm bunlarla beraber modern dönem, insanlık tarihinin en büyük felaketlerine ve dramlarına sahne oldu. Deniş aşırı yolculuk yapacak araçlar geliştiren ve ateşli silahları icat eden Batı, coğrafi keşifler adı altında, kendi dışında kalan tüm zayıf coğrafyaları köleleştirdi. Sömürgeleştirdiği coğrafyaların insanlarını güç kullanarak acımasızca köleleştirdi. Köle ticareti köleleştirilen milyonarlarca insanın sevkiyatı için pazarlar ve liman şehirleri kuruldu. Sömürgeleştirilen ülkelerin tüm zenginlik kaynakları talan edildi. İnsanlık ve insani değerler adına, tarihin, en mahcup edici olayları yaşandı.

Bu esnada dünyanın yeni egemenleri paylaşım kavgasına tutuştu. Yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde ve ortasında iki defa dünya savaşı yapıldı. Dünya ilk defa Hiroşima ve Nagazaki’de atom bombalarının korkunç yüzüyle karşılaştı. İkinci dünya savaşı sonrası uluslararası güvenlik teşkilatları kuruldu ama bugün dünya coğrafyasının üçte ikisi savaş ve kaosla kuşatılmış vaziyette. Ekonomik kuruluşlar ihdas edildi ama dünya nüfusunun yarısı yoksulluk içinde hayata tutunmaya çalışıyor. İklim değişiklikleri, çevresel krizler, ekonomik bunalımlar, salgın hastalıklar, uluslararası terör örgütleri gibi her biri kıyamet senaryolarını andıran küresel musibetlerin ortasında, yorgun, mutsuz, umutsuz bir dünya var karşımızda.

Elbette, her şeyin tükendiği bir süreçten ve olumsuzlara çaresizce teslimiyetten bahsetmiyoruz. Doğru bir çıkış yolu tercih edildiğinde tüm sorunlarının üstesinden gelmek mümkündür. Önemli olan, her şeyin her yerde olduğu ve dünyanın, tüm insanlığın beraberce yaşadığı büyükçe bir eve dönüştüğü bilişim çağında, samimiyetle konuşmak, sorumluluk duygusuyla davranmak ve daha güzel bir dünyanın yaşanmasına katkı sunma çabası içinde olmaktır. Bu bağlamda, yaşanan bireysel ve küresel bunalımların, bir arayışı ve sekinete çıkan bir yol bulma imkân ve ihtimalini de beraberinde getirmesi mümkündür.

Öncelikle, insanın kendisiyle yüzleşmeye ihtiyacı var.  “Bilgi çağında” insan, varoluşun hikmetini, manayı, tefekkürü kaybetmiştir. Şimdi neyi kaybettiğini hatırlamak, kendisini tedirgin eden ve hayatı yaşanmaz hale getiren semptomların gerçek sebeplerini bulmak zorundadır.  Elbette son yıllarda yeryüzünün büyük siyasî, iktisadî ve toplumsal krizlerle kuşatıldığını; bir yanda alabildiğine israf, bencillik ve rehavet yaşanırken diğer yanda dünya nüfusunun yarıdan fazlasının açlık, yoksulluk, sefalet ve sosyal problemlerin kıskacında bir hayata mahkûm edildiğini; savaşlar, terör örgütleri ve salgın hastalıklarla milyonlarca insanın kan, gözyaşı ve umutsuzluk girdabına sürüklendiğini; bu çağda yaşayan ve çevresinde olan-biteni fark etme yeteneği olan herkes bilmektedir. Ama bütün bunlar, gezegenimizde “neler” yaşandığına dair tablolardır. Oysa asıl önemli olan ve daha iyi bir geleceğe katkı sunacak şey ise bütün bunların “neden” yaşandığını ortaya koymaktır. Çünkü istenmeyen ve ıstırap veren bir durumda önemli olan, semptomların sebeplerini doğru tespit ederek gerçekçi bir teşhis ve uygun bir reçete ile tedaviye başlamaktır.

Bu bağlamda, modern dönemde bireysel boyuttan küresel alana yaşanan bunalımların, felaket ve trajedilerin, en ciddi sebeplerinden birisi; insani değerlerin ötelenmesi ve fıtratın yozlaşmasıdır. Yani yaşanan esasında büyük bir hakikat ve merhamet krizidir. Hakikatin kaybedilmesi derin bir anlam krizine, merhametin yitirilmesi ise vahim bir ahlak krizine yol açmıştır.  

Modern dönemin paradigmaları insanı ele alırken maalesef onun Allah’la irtibatını görmezden gelmiştir. Böylece insan yeryüzündeki ulvi misyonunu ve ilahi otoriteye karşı sorumluluk ve hesap verme bilincini kaybetmiştir. Eşya, varlık, insan ve toplumla ilişkilerde güzel ahlakı ve hukuku yok sayarak kendi huzuruna ve geleceğine kast etmiştir. Kur’an-ı Kerim insana, en güzel şekilde yaratıldığını, üstün özelliklerle donatıldığını, sorumlu kılındığını, yeryüzünde bulunuş gayesinin iyilik ve merhametin egemen olması ve kötülüğün ortadan kalkması için gayret etmek olduğunu, zaaflarına yenik düşmemesi gerektiğini hatırlatmaktadır. Ama maalesef modern dönemde insan, yalnızca fiziki boyutuyla öne çıkartılmış, onu varlık âleminde farklı ve değerli kılan erdemler ihmal edilerek güç merkezli bir bakışla adeta doğal seleksiyonun bir unsuru olarak kabul edilmiştir. İnsanın huzur, güven ve refahı, tamamen maddi unsurlara endekslenmiş, merhamet merkezli değerler, ideal insan tasavvurunun dışında bırakılmıştır. Güçlünün kendini haklı gördüğü bir anlayış öne çıkmıştır. Nükleer, kimyasal, biyolojik silah denemelerini güç yarışına dönüşmüş, dünyayı defalarca yok edebilecek silahlar üretilmiştir.

Modern dönemin anlam ve ahlak krizi, insanın tabiatla ilişkisini de adeta bir kavgaya endekslemiştir. Açgözlülük, tamahkarlık, cehalet, insanı tabiat karşısında saldırgan bir konuma sürüklemiştir. İnsan, Allah’ın tabiata koyduğu yasalara uygun hareket etmek yerine doğayla savaşmayı tercih etmiştir. İnsanın ve tüm varlığın doğayla ontolojik bütünlüğü ve uyumu göz ardı edilmiştir. Binlerce yıldır insanoğlunun tabiata dair edindiği tecrübe ve birikim de hiçe sayılmıştır.

Ürettiği devasa makinalar ve ileri teknolojinin insana doğa karşısında üstünlük sağlamadığı, çevresel felaketlerle bir kez daha açıkça ortaya çıkmıştır. Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle, insanların elleriyle yaptıkları sebebiyle, karada ve denizde düzen bozulmuş, yeryüzünde fesat ortaya çıkmıştır.

Bu türbülanstan çıkışın ilk hamlesi insanlığın kendisiyle yüzleşmesi ve varlığın anlamını tefekkür ederek yeni bir başlangıç yapma iradesini ortaya koymasıdır. Doğayla ve toplumla ilişkisinde sorumluluk duygusu ve hukuku egemen kılmasıdır. Zira insanı değerli kılan, kalbinden hayata taşıdığı sevgi, merhamet ve sorumluluk duygusudur. Ulaşım ve bilişim çağında hayatı kolaylaştıran gerçek imkân, teknolojiden önce merhamet ahlakıdır. Zira söz konusu gelişmeler ancak merhamet zemininde kaldığında insanlığın iyiliğine hizmet etmekte, merhamet olmayınca ekonomi, eşya, teknoloji, küresel fesadın teknik enstrümanlarına dönüşebilmektedir.  

Dolayısıyla küresel bir şaşkınlık ve arayışın öne çıktığı zor zamanlar, şayet küresel bir bilince dönüşebilirse insanlık gelecek adına umuda doğru bir yol bulmuş olacaktır. Bunun için herkesin yapabileceği pek çok şey vardır. Önce kendi aklını ve kalbini hakikate ve iyiliğe ayarlamak gerekir. Sohbetleri, okumaları, hayalleri aynı zeminde buluşturmak gerekir. Elbette organize olmayan iyilik, kötülüğün işini kolaylaştırmaktan öteye geçmeyecektir. Öyleyse daha güçlü beraberlikler ve organizasyonlar kurmak gerekir.