“(Hâl böyle iken) nereye gidiyorsunuz? O, âlemler için içinizden dürüst olmak isteyenler için ancak bir öğüttür.”
(Tekvir, 81/ 26-27.)
Adı isyan ve nisyan demek olan insanın dünya yolculuğu hatasının bir cezası değil, tövbesinin bir ödülü olarak başladı. Aşağıda olan anlamına gelen dünya, insanoğlu için bir zamana kadar sefer edeceği misafirhane kılındı. Yaratıldığı ilk günden itibaren duygu düşünce ve davranışıyla durmaksızın yolcudur insan. Anne karnına düşmekle başlayan dünyevi sefer kendisinden başka son olmayan ahiretle nihayet bulacak. Dolayısıyla “Nereye gidiyorsunuz?” sorusu anne denilen merhamet kaynağı varlığın evladına ilk öğrettiği sorulardandır. Dini, ırkı rengi, kültürü, statüsü ne olursa olsun her anne evladının iyiye, iyiliğe kavuşmasını ister. Çünkü nereye gittiğini bilmemekten daha tehlikeli bir şey yoktur insanoğlu için. Ayrıca “Nereye gidiyorsunuz?” sorusunun bir anne şefkatince Kur’ani bir uyarı olması da insanoğlu için seferin ne kadar önemli olduğunu teyit eder. Tekvir suresinde kıyametin dehşetli hâllerinden, cennet ve cehennemden, Kur’an’dan ve risaletten bahsedildikten sonra “Nereye gidiyorsunuz?” sorusunun sorulması, insanoğlunun tüm sefer hakikatinin kıyamet ve sonrası ebedî bir hayatın amacına uygun olması ikazına matuftur. Bu sorunun ilahi bir ikaz olmasından başka çağrışımları da vardır. Örneğin “Kimle, ne ile ve nasıl gidiyorsunuz?” demektir. Zira “Nereye gidiyorsunuz?” sorusunun hemen akabinde Kur’an’ın insanlık için bir öğüt ve uyarı olduğu ifadesinin gelmesi yoldan önce yoldaşın ne kadar önemli olduğunu, bundan da öte dünya denilen yolculukta yoldaş Kur’an olmadıktan sonra istikamet üzere olunamayacağı gerçeğidir.
İnsanlık dünya yolculuğunda diri diri toprağa gömdüğü, üzerlerine bombalar yağdırdığı çocukların hangi günahtan dolayı öldürüldükleri sorusuna cevap veremediği müddetçe “(Hâl böyle iken) nereye gidiyorsunuz?” (Tekvir, 81/26.) sorusunun da büyük tehditler barındırdığının farkına varamayacaktır. İnsanın duygu düşünce ve eylemleriyle seferde olduğu dünyada nereye gittiğinin anlamı ne ile gittiğinde gizlidir: Kur’an’ın aydınlatıcı ışığı olmaksızın gidilen her bir yerin insanın ümit ettiği yer olamayacağı gerçeğidir.
Bugün İslam âlemi de dâhil olmak üzere insanlık risaletin aydınlatıcı ışığında mı yolculuk yapmaktadır? Bu sorunun cevabı yine risaletin bizzat kendisinde gizlidir. Örneğin Allah kendisini göklerin ve yerin sahibi olarak her şeyi gören, işiten ve bilen, her şeye kadir olan, kullarının yaptığı her şeyi ihata eden, kalplerin özünü bilen, hesapsızca rızık veren olarak tanıtır. Bu gerçeğe rağmen sorumsuz insanoğlu göklerin ve yerin düzenini bozmak adına durmaksızın yarışmaktadır. Hesapsızca rızık verdiğini ilan ettiği hâlde tüm düzeni başkalarının rızkına el uzatarak bozanlara zalim demekte ve zalimlerin yaptıklarından sakın ha Allah’ın gafil olduğunu zannetmeyin diyerek zalimlerin akıbetinin dehşetine dikkat çekmektedir. Sınırlarını çiğneyenleri, ayetlerini (ikazlarını) yalanlayanları zalimler olarak isimlendiren, ne kullarına zulmetmeyi ne de kullarına zulmedilmesini (Âl-i İmran, 3/108; Mümin, 40/31.) istemeyen Allah, zalim olan nice topluluğa mühlet verdiğini (Hac, 22/43-48.), zulümlerinden sonra da yeni bir nesil var ettiğini (Enam, 6/6.) haber vermiştir. Bununla beraber halkı iyilik üzere olan bir topluluğu helak etmediğini (Enam, 6/131; Hud, 11/117.) bildirirken dünyayı iyiliğin kurtaracağına işaret etmektedir. Kur’anın aydınlatıcı ışığında bir yolculuğu değil de Kur’an’dan uzak bir yolculuğun acı sonuçlarını kendi eylemlerinin neticesi olarak yine insanın bizzat kendisinin tadacağının uyarısında bulunur.
Allah’ın sevgisinden mahrum olmak yolda yolcu olamamak ya da yolda kalmak demektir. Vuslata varamamak, cennete ulaşamamak ve rızasına kavuşamamak demektir. Bu aynı zamanda risaletin aydınlatıcı kulvarında yolculuk yapan muttaki ve muhsinlerle beraber olamamanın da acısına işarettir. Tarihin öznesi olanlar müttakiler ve muhsinler olmadıkça ya da bunlar tarihin nesnesi olmaya devam ettikçe gerek kendileri için olsun gerekse de tüm insanlık için seferde olmak ızdırap, seferde olan muzdarip olmaya mahkûm olacaktır. Tarihin nesnesi olmak Allah’ın istediği bir hayatı yaşamamak ve yaşanmasına vesile olamamak demektir. Böyle bir hayat inanmışlığın ve adanmışlığın hayatı değil, inandırılmışların ve aldatılmışların hayatıdır. Nesnesi olunan böyle bir hayatta yol da yolcu da tehlikede demektir.
Allah iman edip şükreden bir topluluğa (Nisa, 4/147.) ve istiğfar üzere olan bir topluluğa (Enfal, 8/33.) azap etmeyeceğini bildirir. Buna karşın zulümleri sebebiyle insanları hemen cezalandırsaydı yeryüzünde bir canlının bile kalmayacağını açıklaması, zalime verilen mühletin bir ihmal değil bir imkân olduğunu hatırlatmak içindir. (Nahl, 16/61; Fatır, 35/45.) Misafir olarak gönderdiği dünya hayatında kendi istediği gibi bir yolda yolcu olmayı reddeden, yoldan çıkmış olan nice toplulukların olduğunu ve bunların kendilerine emanet edilen tüm değerlere ihanet ettiğini bildirir.
Bugün modern dünya doğusuyla batısıyla, kuzeyiyle güneyiyle, zenginiyle fakiriyle, âlimiyle cahiliyle, genciyle yaşlısıyla, kadınıyla erkeğiyle, farklı dinlerin mensuplarıyla; sosyal hayattan siyasete, iktisattan iletişime, ticaretten teknolojiye, tıptan sanata ve kültüre varıncaya değin büyük bir değişim geçiriyor. Bu değişimin sancısının büyük olacağını ülkelerin sınırlarını kapatmasından, ticaretin durma noktasına gelmiş olmasından her türlü faaliyetin sanal bir ortamda yapılmaya insanların mecbur kalmasından ya da mecbur bırakılmasından ve mabetlerin bile kapatılmış olmasından anlayabiliriz. Birçok şeyin eskisi gibi olmayacağı bu zorunlu değişim insandan topluma, bilimden dine, maddeden manaya, ahlaktan akideye, devletten topluma, fizikten metafiziğe varıncaya değin yeni bir düşünce dünyasının da temelini atacağa benziyor. Bu küresel sorunun toplumlardaki en büyük etkisi dünyanın bundan sonra nasıl bir değişim alacağının bilinememesidir. Değişim ya müminin eliyle ıslah ya da fasidin eliyle ifsat sonucunu doğuracak. Mücadele kadim bir mücadele: Âdemle İblis’in, Habil ile Kabil’in, İbrahim ile Nemrut’un, Musa ile Firavun’un, Muhammed (s.a.s.) ile Ebu Cehil’in mücadelesi. Yolda olanlar ile yoldan çıkanların mücadelesi. Nereye gittiğini bilenler ile nereye gideceğini dahi bilemeyenlerin mücadelesi. Emanete sahip çıkanlar ile emanete ihanet edenlerin mücadelesi. Kısacası Hak ile batılın mücadelesi.
İnsanlık kadim yolculuğunda eylemlerinin bir sonucu olarak birçok şeyle sınanmıştır. Bu yolculukta sınanmasına sebep olan şey, insanı Rabbine yaklaştırdıkça rahmet, Rabbinden uzaklaştırdıkça gazap olmuştur. Bugün nanoteknolojisiyle, yapay zekâ teknolojisiyle uzay yolculuğuyla kibrin, azgınlığın, servetin, ihtişamın kölesi olan insanlığa ufacık bir virüsle acziyeti ve değeri hatırlatılıyor; “Tanrıyı tatile çıkardık.” diyenlerin medeniyet anlayışlarının bitmişliğine ve tükenmişliğine şahitlik ediyoruz. Bununla beraber Allah’ın her an bir işte olduğuna inanan müminin ise tevazuyla masuma el uzatışına, gözyaşını silmek için çırpınışına şahitlik ediyoruz. Kibriyle öldürmeye çalışanların karşısında tevazusuyla yaşatmaya çalışanların koşturmacasına şahitlik ediyoruz. Masumların ekmeklerini ve geleceklerini çalmış olanların çaresizliğiyle, masumlarla ekmeklerini ve geleceklerini paylaşmış olanların gayretine ve farkına şahitlik ediyoruz. Aslında tarihi yeniden yazmaya aday olanların bitmeyen yeni bir mücadelesine şahitlik ediyoruz.