Hikmet, hâkimin hükmüne boyun eğmektir. Allah, kendisine hikmet verilen Lokman (as) dan şükretmesini isterken( Lokman, 12) “Kitaba sımsıkı sarıl “ (Meryem, 13) diyerek Yahya (as) ı sebatın peygamberi olarak takdim eder. Calut’un zulmüne engel olan Davut (as) da hikmet, adalet olurken (Bakara, 250-251) Süleyman (as) da ise hükmünde isabet etmekte görünür hikmet (Enbiya, 78-79). Musa (as) da, Hızır’ın yolunu takip etmede, sözüne itaat etme olarak karşımıza çıkarken (Kehf, 71-72) İsa (as) da hikmet, Allah’ın izniyle ölüye hayat verme, babasız dünyaya gelme şeklinde zuhur etmiştir. Yusuf (as) da hikmet, sabır olmuş, iffet olmuştur (Yusuf, 22-30). Zekeriyya (as) da bitmeyen bir aşkla dua olurken Allah Rasulü’nde (sav) hikmet, üsve-i hasene ve hatem’ül enbiya olarak anlam bulur (Ahzab, 21,40).
Şükreden bir evlada sahip olma derdinde olan Lokman olmak, genç yaşında sımsıkı sarıldığı kitabı uğruna ebedileşen Yahya olmak, mihrapta ağarmış ömründe evlat için Rabbine iltica eden Zekeriyya olmak, kuyuya atılıp zindana giren, sabredip sarayda iffet abidesi Sultan Yusuf olmak , Calut’un karşısında adalet için savaşan Davut olmak, mısırdan sürgün edilip Hızır’la sırdaş, Harun’la yoldaş Musa olmak, havarilerince şirke maruz kalan İsa olmak , hicrete zorlanan, Taif’te taşlanan, Miraç’la taltiflenen Hz.Muhammed (s.a.v) olmak. Hepsi Allah’ın kendileri hakkındaki hükmüne hikmetle bakmış, ilahi mesajları hikmetle aktarmış ve Allah’ın şan ve şeref sahibi kıldığı kimseler olmuştur. Bundan dolayıdır ki hikmet, aynı zamanda sahibine izzet katan bir kazançtır.
Hikmet, sahibi olduğumuz hayatın ve onun içerisindeki tüm varlığın mahkûmu olmamayı öğreten Rabbani bir nimettir. O, kulda basiret ve fazilet halidir. Dolayısıyla insanın değeri, mahkûm ve hâkim olduklarıyla ölçülür. Kendisine hâkim olanla kendisinin mahkûmu olan, benliğine sahip çıkanla benliğine ait olan, arzularına gem vuranla arzularının kölesi olan, hakka sahip çıkanla batıla mahkûm olan arasında fark vardır. Ancak İnsanın bu farkı kavrayıp işinde ve oluşunda yanlışa düşmemek için hikmet sahibi ve hükmünde hata yapmayan Allah’a teslimiyeti, Hikmet-ün Baliğa dediği kitabını anlayarak yaşaması ve hikmeti öğreten peygamberlerinin yolunu takip ederek onları model alması gerekmektedir. İşte o zaman hayat ve onunla gelen dertler bile insan için bir derman olur. Allah’ın kendileri hakkındaki hükmüne hikmet nazarıyla bakmış hiçbir nebinin dertlerinden şikâyet ettiğine rastlamıyoruz. Bundan da öte bütün dertlerine rağmen bir mutluluk, bir sekinet ve teslimiyet haline şahit oluyoruz. Sabrettikleri her bir sıkıntının akabinde gelecek rahmete ve tevekküle sarıldıklarını görüyoruz. Çünkü onlar, zorluklarla beraber kolaylıkların olduğuna iman etmiş model şahsiyetlerdir.
Peygamberleri örnek almış ve Allah’ın hükmüne teslim olmuş Müslüman da tıpkı model aldıkları peygamberler gibi muhakeme denilen manevi hassasıyla kâinatı ve varlığı okur. Bu, filozofça okunduğunda “bilgi”, mutasavvıfça okunduğunda “keşf”, müfessirce okunduğunda “nebevî öğreti”, fakihçe okunduğunda “Şârinin maksadı”, itikatça okunduğunda “gaye ve amaç” olur. Müslüman, bu dünyada bilgiyi edinen, keşf yönü olan, marifeti arzulayan, gaye ve amacı sorgulayan, Allah’ın maksadını anlamaya çalışan ve peygamberleri model alan kişilerdir.
Rabbimiz Kuran’da kime hikmet verilmişse ona çok hayır verilmiştir buyurur. Hikmet verilip, çokça hayra kavuşanlar öncelikle Allah’ın nebileridir. Hayırlara sahip hikmetli kimse düşmanını bile dost eder, hayırdan yoksun hikmetsiz kimse dostunu bile düşman eder. En güzel şekilde mücadele etmesini Resulüne emreden Allah, seninle aranda düşmanlık olan kimse ile bir de bakarsın candan dost olmuşsunuz der. O nedenledir ki kula düşen hikmet denizinden hayır kesesini doldurmaktır.
Hikmet, Allah ile izzetlenmek demektir. Mümine düşen Allah ile izzetlenmiş olduklarından şüphe olmayanların yolunda olmaktır. Çünkü Onlar, özünü Hakk’a sözünü hakikate çevirmişlerdir. İşte o zaman insan sultan olsa da, Hz. Yusuf gibi babası karşısında saygı secdesine kapanır, dağa çıktığında Hz. Musa gibi tevazu sahibi olur. Ateşe atıldığında Hz. İbrahim gibi teslim olur, şehadete gitse de Hz Yahya gibi yumuşak, Hz. Zekeriya gibi ümitvar, Hz Davut gibi muhkem, Hz Süleyman gibi hâkim, Hz, Muhammed (s.a.s) gibi fatih olur.
Böylesi hayat yaşamış nebiler için dertler ve sıkıntılar bile mutluluğun ve huzurun kaynağı olmuştur. Hikmetsiz insanda en paha biçilmez şeyler bile huzursuzluk sebebi olur. Hikmetli insanda ise en sıradan şey bile huzur sebebidir. Huzur, her şeye Hâkim olan Allah’ın kulunu sevdiğinin izharıdır. Servet ve evlat bile hikmetsiz ve huzursuz insanda helak sebebi olurken, bir ağaç parçası hikmetli ve huzurlu Musa (as) da asa olur. Bilgi gibi bir nimet huzur bozan hikmetsiz şeytanda kibir olurken, kutlu nebilerde haşyet sebebi olmuştur.
Hikmetli kimse Allah’ın kendisi hakkındaki hükmüne razı olan kimsedir, haddini ve hukukunu bilir. Bu bilme hali salt bir bilgi hali değildir. Bilgi ceset ise hikmet ruhtur. Bilgi madde ise hikmet manadır. İnsan cesede ve maddeye baktığı kadar ruha ve manaya da bakmalıdır. Salt cesede ve maddeye bakış insanı esir alır. Yerini, haddini ve hukukunu bilen insan başkasının yerine, haddine ve hukukuna göz dikmez. Hikmet aynı zamanda korkulardan ve kaygılardan emin olma halidir. Hikmet sahibi insan, Allah’ın kendisi hakkındaki hükmüne rıza gösterir. Verdiğinde Allah’ı övdüğü gibi, aldığında da Allah’ı över. Hikmetli insan, Allah’ın kendisi hakkında hayırdan başka bir şeyi murat etmeyeceğini bilir. Bu şuur, teslim olmuş kişi için kaygılarının ve korkularının bir panzehiridir. Hikmet de zaten şuur sahibinden istenmiştir.
Hikmet, insanın duygu ve düşüncesiyle, maddesi ve manasıyla, ailesi ve toplumuyla, devleti ve milleti ile dünyası ve ukbasıyla barışık olmasına vesile olan ilahi bir ikramdır. Bu ikram her daim Allah ile barışık bir teslimiyet kazandırır. Allah ile barışık olan, her durum ve mekânda Allah’ı, anmaya layık görür. Allah’ı anmaya layık gören Allah tarafından anılmaya layık görülür. Allah’ın kulunu anması kulun Allah’ı anmasından daha büyük bir olaydır. Çünkü insan kul olarak, Allah yaratan olarak anar. Kul, Allah’ı fikrinde, zikrinde, işinde, aşında, namazında, infakında anarken Allah ise kulunu her yerde anar. Öyle olur ki Allah kulunun yeri gelir dostun yanında nimet, düşmanı nazarında izzetle anılmasını sağlar. Bu Allah’la azîz olmak demektir. Allah’ın azîz ettiğini de kimse zelil edemez. Hikmet, izzetin sadece Allah’ın yanında olduğuna iman halidir. O hiçbir şeyi boş, gayesiz ve amaçsız yaratmamıştır. Kullarına yaşattıkları da boş gayesiz ve amaçsız değildir. Yaşadığı yorgunluklar, yılgınlıklar ve musibetler karşısında kula düşen “vardır bir hikmeti” deyip şükrü, sabrı, adaleti, merhameti, teslimiyeti, iffetiyle çağlardan çağlara örnekliği devam edecek olan Allah Resulünün hayatından çözümler üretebilmektir.