Ölüm engel olunamayan, set çekilemeyen “her nerede olursak olalım bizi yakalayacak“[1] olan yegane hakikattir. O bir mümin için dünyadan kopuş ahiretten kaçış değil, Allaha varış vuslata eriştir. Her bir insan için teslim oluştur ölüm. İlk insan kadar eskidir ama her bir insan için yenidir. İnsan ölümü hayatında sadece bir kere tecrübe eder ustası olamadan çırak olarak göç eder. Bununla beraber hiçbir insanın kendine yakıştıramadığı şeydir ölüm. Hatta ölümü düşünmek bile ölümdür insan için. Oysa kaçmak için attığımız adımlar, verdiğimiz nefesler bile bizi nihayetinde ölüme götürür. Hakikatte ise bir mümin için tadılacak kadar lezzetli, bir kafir için tadılacak kadar acı ilahi bir kanundur. Herkesi eşitler ölüm ama hiç kimseyi asla eşit kılmaz. Nitekim Rabbimiz “müminler meleklerin selamıyla ölürken“[2] “kafirler selam dilenerek ölürler.“[3] Buyurur. Birinciler için nimet olan ölüm ikinciler için külfettir. Adanmış bir hayatla aldanmış bir hayatın tezahürüdür bu durum.
Ölüm aynı zaman eşsiz bir vaizdir. Sözü yoktur ama o konuştuğunda herkes susar. Cirmini ve cürmünü hatırlar insan. İşte bunun için öğüt isteyene ölüm yeter. Öğüte kulak veren, yürek açan müminler için ölüm “esenliktir, rahmettir, müjdedir.“[4] Sırt çeviren, kulak kapayan kafirler için ise “korkunç bir şeydir.“[5] Allah’ın Rasulü “mümin öldüğünde istirahate çekildi kafir öldüğünde insanlar ve tüm mahlukat rahata erdi.“[6] Buyurur. Gerçekte ölünce bana ne olacak sorusu insanın ölmeden önceki amelinde gizlidir. Yani insan nasıl yaşarsa öyle ölecek neye inanmış ise ona kavuşacak. Bundan dolayıdır ki ölümle ilgili birçok ayette Allaha kavuşma gerçeği dikkatimize sunulur. İnsan istese de istemese de Allaha kavuşacak. Çünkü insanın fani varlığı Allah’ın baki varlığına aittir. Mümin de olsa kafir de olsa son durak hayat verenin divanı olacak. Allaha kavuşmayı isteyen müminle kavuşmaktan kaçacak kafirin durumunu Allah’ın Rasulü çok güzel özetler: “Allaha kavuşmayı arzulayan mümine Allah da kavuşmayı arzular. Kendisine kavuşmak istemeyen kafire kendisi de kavuşmak istemez buyurur. Hz Aişe’nin hiç kimse ölmeyi hoş görmez sorusu üzerine Kâinatın Efendisi durum senin zannettiğin gibi değil. Bir mümine ölüm hali gelince ilahi rıza ve lütufla müjdelenir. Artık onun için hiçbir şey ahiret yolculuğu kadar sevimli değildir. Kâfire ölüm hali gelince karşılaşacağı azap kendisine bildirilir de artık hiçbir şey ona ölüm kadar sevimsiz gelmez. Kâfir Allah’ın huzuruna çıkmaktan hoşlanmadığı gibi Allah da onunla mülaki olmayı murat etmez.“[7] Buyurur. Rasulullah bu hadisiyle ebedi mutluluğun ve hüznün dünyada yaptıklarımızdan bağımsız olmadığını söyler. Bütün bunlardan dolayı Allah’ın Rasulu ölümü çokça hatırlayan ve sonrası için hazırlık yapan insanı “akıllı insan“[8] ölümü gündemine almadan hayat yaşayan insanı ise “bedbaht insan“[9] diye tarif eder. Ve mümine “dünyada bir yolcu gibi yaşamasını“[10] tavsiye eder. Her an gitmeye hazır yolcular için apansız gelen ya da erken gelen ölüm yoktur. Hazır olmayan yolcular için ise her ölüm erken gelmiş ölümdür. Nitekim Rabbimiz huzuruna hazır olarak gelmemiş mücrimlerin şöyle diyeceklerini haber verir: “Rabbimiz gördük ve işittik. Bizi geri çevir de salih amelde bulunalım.“[11] Fakat “onların bu talebi kabul olmayacak.“[12] Hatta “geri gönderilseler bile yaptıklarının aynısını tekrar yapacaklarını“[13] haber verir.
Ölüm bilincinin kendisini dirilttiği insanlar vardır. Tıpkı ölümü yattığın zaman yastığının altında kalktığında burnunun ucunda bil diyen ve yüzüğüne vaiz olarak ölüm yeter diye yazdıran Hz. Ömer gibi. Yine ölüm şuurunun insanları dirilttiği şehirler vardır. Mekke Medine İstanbul gibi. Bu şehirlerin adeta diri olan ölüleri lisanı halle kendilerini diri zannedenlere bir gün siz de öleceksiniz derler. Bugün ölümü gündemimize almamakla ve ölülerimizi hayatın ve şehirlerin dışına taşımakla ölümü kendimizden savmış olmuyoruz. Sadece yüzleşmekten korkuyoruz başımıza geleceği mukadder olan ölümle. Oysa insan ancak ölmeden önce ölünüz nebevi nasihati ile hayat yaşarsa müebbet hayatın varisi olabilir. Ruhlarımızı diri tutacak olan da işte bedenlerimizin tadacağı bu ölüm bilincidir.
İnsan doğası gereği ölümden korkar. Oysa ölüm ölümsüzlüğe açılan kapıdır. Nasıl hayat ölümün başlangıcı ise ölüm de ebedi hayatın başlangıcıdır. O bir yokluk, bitiş, çürüyüş değil; faniden bakiye, adiden âlâya, suniden tabiiye, yalandan hakikate geçiştir. Bütün bu yönleriyle ölüm hayatın yükünden, imtihanından, çilesinden hatta mahrumiyet ve imkânsızlıklarından ebedi olarak kurtuluş, özlemini çektiğimiz hayalini kurduğumuz ve sevdiğimiz ne varsa onlara kavuşmadır. Kısacası ölüm özlemini çekmemiz gereken asli vatanımıza yolculuğumuzdur. Hakikatte korkulacak olan ölümün kendisi değil, korkulacak olan ölüm öncesi korkunç bir hayatı yaşamak ve ölüm sonrası yaratanın karşısına çıkacak yüzümüzün olmamasıdır. İşte bundan dolayıdır ki Rabbimiz “o gün yüzler vardır parıl parıl parlar Rablerine bakarlar, yüzler de vardır kapkaradır.“[14] buyurur. Ölüm yaşanan bir hayatı anlamlı ve değerli kılan ikramdır. Ölüm olmasaydı yüzleri parlayacak müminle yüzleri kararacak kâfirin yani imanla inkarın, salih ile fasidin, sıddık ile kâzibin, iyi ile kötünün, hak ile batılın bir farkı olmazdı. Öyleyse İnsana dost olarak bu dünyada ölümü yaratan Allah yeter. Düşman olarak ölümü unutturan nefsi yeter. Ders olarak ölümün bizzat kendisi yeter.
[1] Nisa Süresi 78
[2] Nahl Süresi 32
[3] Nahl Süresi 28
[4] Fussilat Süresi 30-32
[5] Enfal süresi 50-51, Muhammed Süresi 27-28
[6] Nesai, Cenaiz, 48-49
[7] Buhari, Rikak, 41; Müslim, Zikir 14-18
[8] İbni Mace, Zühd 31
[9] Tirmizi, Sıfatü’l- Kıyame, 17
[10] İbni Mace, Zühd 3; Tirmizi,Zühd,20; Müsned, 2,24
[11] Secde Süresi 12, Enam Süresi 27
[12] Secde Süresi 14, Müminun Süresi 100
[13] Enam süresi 28
[14] Kıyame Süresi 22-24