İnanmayanlar İsa’ya tuzak kurdular;
ama Allah onların tuzaklarını boşa çıkardı.
Çünkü Allah tuzak kuranların tümünün üstündedir. 3/54
Geçmişini bilmeyen halini, halini bilmeyen de geleceğini kurgulayıp planlayamaz. Bu yüzden çokça tarih okunmalıdır. Bende bu günlerde Endülüs, Emevi ve Abbasiler üzerine yazılmış kitaplar okuyorum.
Uzun bir süre Osmanlı ve Selçuklu tarihini okudum. Yanlış ve eksik uygulamaları olmasına rağmen gördüm ki, Müslüman bu iki devlet, bir büyüğümüzün ifadesine göre “Asr-ı Saadetten sonra en iyi, en adil iki devlettir.”
Tarihte kardeş kavgası en can sıkıcı hadiselerdendir. Maalesef tarih kitapları da bunlarla dolu. Bu durum bizim tarihimizde olduğu gibi batı tarihi için de geçerlidir.
Düşünüyorum da, eğer Türk-İslam tarihinde bu denli kavgalar olmasaydı, galiba dünya Müslüman olurdu.
Hemen her iktidar sahibi, iktidarı elinden bırakmama adına yerine göre babasıyla, kardeşiyle kıyasıya mücadele etmiş; öldürmüş veya ölmüştür. İnsanoğlundaki bu hırs ve tamah olduğu müddetçe sadece olmasa iyi olur temennisinin dışında bir şey diyemiyoruz, yapamıyoruz. Bu hep olacaktır.
Batı Rönesans’ının, medeniyetinin arkasındaki en büyük müteharrik gücün, Endülüs medeniyetinin olduğu herkesçe malumdur. Endülüs Emevi devleti ilimde, mimaride ve sanatta eşine az rastlanır güzellikler ortaya koymuştur.
Endülüs’te Müslüman, Yahudi ve Hıristiyanlar, dinlerinin gereğini serbestçe yerine getirmelerinin yan ısıra; aynı zamanda kendi hukuklarını da uygulamıştır. Serbestçe ve özgürce yaşayıp, ticaret yapmışlardır. Bundan dolayı bütün din mensuplarınca “ortak vatan” ilan edilmiştir. Birçoğu barbar Hıristiyanlar tarafından yakılıp yıkılmasına rağmen Kurtuba’daki kalan birkaç sanat eserleri hala dünyayı kendine hayran bırakmaktadır.
Endülüs’ün ilim, sanat ve mimari alanındaki hizmetleri saymakla bitmez. Endülüs tarihini okurken gördüm ki yönetimi elinde bulunduranlar, kendi içlerinde çekişmeselermiş değil İspanya bütün Avrupa’nın Müslüman olmaması içten bile değil. Yukarda da ifade ettiğim gibi bu düşünce temenniden öteye geçmemektedir.
Ve (hatırla, ey Peygamber) hakikati inkara şartlanmış olanlar seni (tebliğden alıkoyup) durdurmak, öldürmek yahut sürgün etmek için sana karşı nasıl ince tuzaklar kuruyorlardı. Onlar (hep) böyle tertip peşinde koşarlarken Allah onların bu tertiplerini boşa çıkarttı. Çünkü Allah, bütün o tuzak kuranların üstündedir. 9/30
İ B R E T Melik VI. Muhammed, kendinden sonra hükümdarlık hakkı kardeşi Yusuf’un olmasına rağmen hakkını gasp ederek yerine oğlunu geçirmek istedi. Bunun gerçekleşmesi için de bir tertip düzenledi. Biraderinin hapsolduğu kale kâidine (kumandan) bir mektup gönderdi. Mektup da kardeşi Yusuf’un başını kesip mektubu getirene teslim etmesi yazılıydı.
Ulak, mektubu kale komutanı ile Yusuf’un satranç oynadığı esnada getirdi. Komutan mektubu alınca okumak üzere izin istedi. Okurken birden çehresi değişti. Yusuf olumsuz bir şeyin olduğunu anlayarak:
“Ne yazılmış! Melik yoksa benim başımı mı istiyor? dedi.
Kâid, cevap vermeye güç bulamadı. Hemen mektubu uzattı. Yusuf baştan sona mektubu okuduktan sonra tebessüm ederek;
“Hele gel şu oyunu bitirelim. Galiba ben mağlup olacağım” deyip hiçbir şey yokmuş gibi pervasızca tekrar oyuna devam etti.
Komutan telaş ve işin vahametiyle nasıl oynadığının farkında bile değildi. Karmakarışık sürdüğü taşları Yusuf düzeltiyordu. Bu hal üzere oyun son bulmuştu ki, Gırnata tarafından keskin üzengisiyle iki süvari çıka geldi. Selam verip, saygılarını gösterdikten sonra; melikin öldüğünü ve halkın saltanat tahtına Yusuf’u çıkarmak için beklediklerini müjdelediler…
Yusuf derhal hazırlığını yaparak Gırnata’ ya doğru yola çıktı. Melik olarak tahta oturdu.
Geçmişte nasıl Muaviye oğlu Yezid’i nâ-ehil olmasına rağmen saltanat tahtına oturtmuş, bu yüzden İslam dünyasında dinmeyen kanın (Kerbela) akmasına sebep olmuş ise Harun Reşit gibi tecrübe sahibi bir yönetici, ehil olmamasına rağmen çok değer verdiği hanımı Zübeyde’nin etkisiyle itidal sahibi, aklıselim oğlu Me’mun’un yerine küçük oğlu Emin’i veliaht tayin edip, bir sürü kardeşkanının akmasına sebep olduysa VI. Muhammed’de Yusuf’un hakkı olan koltuğu oğluna bırakmak istedi. Ne var ki istediği olmadan, kurduğu tertip gerçekleşmeden öldü. Aklıselim galip geldi ve III. Yusuf hakkını aldı.
Melik III. Yusuf, nâ-hak yere on yılı aşkın bir süre hapiste yattı. On beş yıl da iktidarda kaldı. Bu süre içinde halkın refahı, memleketin güzelleştirilmesi konusunda çok çalıştı. Babası V. Muhammed gibi olmasa da onun zamanında Gırnata yeniden mamur edildi. Şehir o hale geldi ki tezyinatça (süslemeyle) yabancı milletlerin dahi ibret alacağı cazibe merkezine dönüştü. Gırnata, tabi oldukları yönetimden hoşnut olmayan yabancı kübarâ ve asilzadeler için sığınak yeri haline geldi.
Kişinin adil olması, sözünde durması, hakkına razı olması ne güzel, aksi ise ne kötü…
Endülüs’te yaşanan bu olayı Ziya Paşa şiiriyle dile getirmiş:
Tanrı bir kimseyi yükseltmek için yaratmışsa
Yer altına soksan dahi başı göğe erer.
Eğer birini torpiline bakarak yükseltirsen
Yüksekte kalması mümkün değil.
Alevi ne kadar kıssan dahi
Gene de yukarıya doğru süzülür.
Suyu her ne kadar yukarı götürürsen götür
Nihayet aşağıya dökülmesi kaçınılmazdır.