Kerîm olan Rabbimizin kullarında görmekten hoşlandığı vasıflardan biri de cömertliktir. İnsanı Allah’a, cennete ve insanlara yaklaştıran bu vasıf, hikmet ehli tarafından, “kulun Yüce Yaratıcıya en ziyade benzeyen fiili” şeklinde değerlendirilmiştir (İsfehânî, ez-Zerîa ilâ Mekârimi’ş-Şerîa, s. 292). Cömertlerin Yüce Yaratıcı tarafından sevildiğinin Hz. Peygamber (s.a.s.) tarafından haber verilmesi de bu sebeple olsa gerektir (Tirmizî, “Edep”, 41).
Cömertliğin dışa yansıması olan sadaka ve infak, aynı zamanda kulun rabbine karşı sadakat ve samimiyetinin bir ispatıdır. Nitekim hadis-i şerifte “Sadaka bir burhan/kanıttır” (Müslim, “Tahâre”, 1) buyurulmuştur. Kulun dünyalığın esiri olmadığının, Yüce Allah’ın kendisini nimetlendirdiği şeylerden yine O’nun için vazgeçebileceğinin bir kanıtıdır. Sadakattir sadaka. Rabbinden gelenleri yine rabbine yaklaşmaya vesile kılma çabasının somut bir göstergesidir.
Demiş ya âşık; “Velî olmaz kişi taşlanmayınca, Sivâ endişesi boşlanmayınca…” Velayetin sırrına erişmek her şeyden önce, mâsivâdan yani O’nun dışında her şeyden vazgeçebilmekle başlar. Şehit, canıyla birlikte Allah yolunda sahip olduğu her şeyden vazgeçmekle Allah katındaki mertebesini elde eder.
Ensardan Ebû Talha (ö. 34/654-55) (r.a.) Medine’de malı en çok olan sahâbîlerdendi. Malının kendisine en sevimlisi Beyrahâ bahçesi idi. “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça iyiliğe asla eremezsiniz” (Âl-i İmrân, 3/92) ayeti nazil olunca, Ebû Talha Resûlüllah’a (s.a.s.) gelerek; “Allah, kitabında, ‘Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça iyiliğe asla eremezsiniz’ buyuruyor. Şüphesiz ki benim en sevgili malım Beyrahâ’dır. Bu malım Allah için sadakadır. Ben, Allah indinde onun sevabını ve benim için âhiret sermayesi olmasını dilerim. Şimdi onu istediğin yere sarf et Ey Allah’ın Resûlü!” (Buhârî, “Zekât”, 44; Müslim, “Zekât”, 43) diyerek emre anında imtisal etmiş, Rabbinden gelen buyruk karşısında teslimiyetini ispat etmişti.
Hz. Peygamber sahabeye, sadaka vermelerini emredince Hz. Ömer’in (r.a.) varlıklı zamanına rastlar ve kendi kendine “İşte fırsat, Ebubekir’i geçersem ancak bu gün geçerim” der ve sahip olduklarının yarısını getirip Allah Resûlü’nün önüne koyar. Hz. Ebûbekir (r.a.) onun peşinden malının hepsini getirince, Hz. Ömer’in hayalleri suya düşer ve “Bundan sonra seninle hiçbir şeyde asla yarışmam” diyerek müsabakadan çekilir. Nitekim Allah Resulü her ikisine de geride ne bıraktıklarını sorar. Hz. Ömer, verdiğinin bir o kadarını da geride bıraktığını söyler. Hz. Ebubekir daha farklı bir cevap verir: “Onlara Allah ve Resûlünü bıraktım!” (Ebu Dâvud, “Zekât”, 41).
Sahâbe, Hz. Peygamber’in yanında bu davaya baş koyduğu gün itibariyle zaten her şeylerinden vazgeçmişlerdi. Fakat onlar yine de kıyamet günü kuru bir soğanın başları üzerinde yapacağı gölgeye talipti. Mersed b. Abdillâh (ö. 90/708), her mescide gelişinde muhakkak tasadduk edecek bir şeyle gelirdi. Öyle ki bir gün evinde, başka bir şeyi olmadığı için ancak bir kuru soğan bulabilmiş ve onunla mescide gelmişti. Bu durumu kendisinden soran arkadaşına da, tasadduk etmek için evde başka bir şey bulamadığını fakat sahabeden birinin kendisine Allah Resûlünden; Müminin sadakasının kıyamet günü onun üzerinde gölge olacağını haber verdiğini nakleder (Ahmed b. Hanbel, Müsned, XXXVIII, 475; İbn Huzeyme, Sahîh, IV, 95).
Az veren candan, çok veren maldan demiş atasözümüz. Kimin verdiği ne getirir bilinmez ama gönülden verilenlerin karşılığının Allah katında katbekat nemalanıp sahibi için sürpriz hayırlara dönüşeceği muhakkak. Allah herkese sadece ameli miktarınca karşılık verecek olsa kim kendisini kurtarabilirdi. Fakat bazen göze çok küçük görünen salih amellerin Allah katında hesapsız lütuf kapılarını açtığına şahitlik eden örneklerin sayısı hiç de az değildir. Bazen bir hayvanı sulama, bazen de insanlara eziyet verebilecek dal ya da dikeni ortadan kaldırma Allah’ı o kimseden hoşnut kılmış ve bu sebeple bağışlananlar arasına girmesine vesile olabilmiştir (Buhârî, “Müsâkât”, 9; Müslim, “Selâm”, 153-155, “Birr”, 127-129). Yine hali vakti yerinde olan bir kimsenin, zor durumda olan bir kardeşinden olan alacağını ona bağışlaması, Allah’ın onun üzerinde olan alacaklarından vazgeçmesi ile karşılık bulabilmiştir (Buhârî, “Ehâdîsü’l-Enbiyâ”, 54; Müslim, “Müsâkât”, 31).
Bu bakımdan her müminin, cennet gibi çok pahalı bir mülkün göze çok küçük gelen bir fedakârlıkta olabileceği düşüncesiyle küçük büyük demeden her fırsatı değerlendirmesi gerekir. Nitekim “Bir güler yüz dahi olsa yapacağın hiçbir iyiliği küçük görme” (Müslim, “Birr”, 144) derken Hz. Peygamber (s.a.s.), aslında bir bakıma gizli hazinelere ait sihirli anahtarlara ulaşmanın yolunu gösteriyordu.
Sadaka ve infak, mana âleminde dereceler kat ettiren ibadet şekillerinden biridir. Öyle ki, yerine göre insanın büyük çaba ve zorluklarla yerine getirebileceği ibadetlerin kendisine kazandırabileceği fazilet ve mertebeyi bir anda elde edebilmesini sağlayabilecek potansiyele sahiptir. İbadet cinsinden yapılan her şeyin karşılığını vermek kuşkusuz Allah’a aittir. Kime hangi amelinden dolayı ne kadar vereceği yine onun ilmindedir.
Tebeu tâbiîn döneminin önde gelen âlimlerinden Abdullah b. Mübârek (ö. 181/797), çıkmış olduğu bir hac yolculuğunda, yol üzerinde bir kız çocuğunun çöpe atılmış ölü bir kuşu alıp evine götürdüğünü görünce hemen o eve uğrar ve çocuğa bunun sebebini sorar. Bir kulübede yalnız yaşayan ve kimsesi olmayan iki kız çocuğunun, açlıktan dolayı ölü bir kuş etini yemek durumunda kalmış olduklarını öğrenen İbn Mübârek yolculuğa devam etmekten vazgeçer. Yanında bulunan parasını da, memleketi Merv’e dönmek için kendisine yetecek yirmi dinar dışında o kız çocuklarına bağışlar. Yanındaki arkadaşlarının, neden böyle yaptığını sormaları üzerine de; “Bu yaptığımız, bu seneki haccımızdan daha faziletlidir” der ve memleketine geri döner (İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, X, 178).
Demiş ya şair;
Olmaz bir zerresi, Mizan’da heder,
Verdiğini, Allah için ver yeter…
Öyleyse, yapılanın zahiren küçük ya da büyüklüğüne değil, kim için yapıldığına bakmak, sahip olunan maddi imkânların şükrünün bir nişanesi olarak; yetimi, yoksulu, yolda ve zorda kalmışı kendine tercih edebilmek, ulûhiyet makamında her daim takdir ve lütuflarla karşılanma gibi sonuçlara gebedir. Kim bilebilir ilahi değer terazisinde neyin daha ağır basacağını? Kim bilebilir kulun kurtuluş beratını ne ile kazanacağını? Bilinen bir şey vardır o da Allah için verilenin karşılıksız kalmayacağı.