عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ (رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ) قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : “…إِذَا أُسْنِدَ الْأَمْرُ إِلَى غَيْرِ أَهْلِهِ فَانْتَظِرِ السَّاعَةَ.”
Ebû Hüreyre'nin (ra) naklettiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur:
“Yönetim işi ehil olmayan kimselere verildiği zaman kıyameti bekle!”
(B6496 Buhârî, Rikâk, 35)
***
عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ: “أَرْبَعَةٌ يُبْغِضُهُمُ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ: الْبَيَّاعُ الْحَلاَّفُ، وَالْفَقِيرُ الْمُخْتَالُ، وَالشَّيْخُ الزَّانِى، وَالإِمَامُ الْجَائِرُ.”
Ebû Hüreyre'den (ra) nakledildiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur:
“Yüce Allah (cc) dört kimseye öfkelenir: Çok yemin eden satıcı, kibirli fakir, zina eden ihtiyar ve zalim yönetici.”
(N2577 Nesâî, Zekât, 77)
***
قَالَ عَمْرُو بْنُ مُرَّةَ لِمُعَاوِيَةَ: إِنِّى سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) يَقُولُ: “مَا مِنْ إِمَامٍ يُغْلِقُ بَابَهُ دُونَ ذَوِى الْحَاجَةِ وَالْخَلَّةِ وَالْمَسْكَنَةِ، إِلاَّ أَغْلَقَ اللَّهُ أَبْوَابَ السَّمَاءِ دُونَ خَلَّتِهِ وَحَاجَتِهِ وَمَسْكَنَتِهِ.”
Amr b. Mürre, Muâviye'ye Resûlullah'ı (sas) şöyle buyururken işittiğini söylemiştir:
“Herhangi bir idareci, kapısını ihtiyaç sahibine, yoksula ve elinde hiçbir şeyi olmayan fakire kapatırsa, ihtiyaç ve fakirlik içine düştüğünde Allah (cc) da göğün (cennetin) kapılarını onun yüzüne kapatır.”
(T1332 Tirmizî, Ahkâm, 6)
***
عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ عَنِ النَّبِيِّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ: “إِنَّمَا الْإِمَامُ جُنَّةٌ، يُقَاتَلُ مِنْ وَرَائِهِ وَيُتَّقَى بِهِ. فَإِنْ أَمَرَ بِتَقْوَى اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ وَعَدَلَ، كَانَ لَهُ بِذَلِكَ أَجْرٌ. وَإِنْ يَأْمُرْ بِغَيْرِهِ، كَانَ عَلَيْهِ مِنْهُ.”
Ebû Hüreyre'den (ra) nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:
“Devlet otoritesi en büyük hamidir. Haksızlıklarla onun vasıtasıyla (yani hukuk yoluyla) mücadele edilir ve onun vasıtasıyla (tehlikelerden) korunulur. Şayet bu otoriteyi kullanan(lar), Allah'tan sakınmayı emreder ve adaletle hükmeder(ler)se bu yaptıklarından sevap kazanır(lar). Bunun aksine davranır(lar)sa (vebalini) çeker(ler).”
(M4772 Müslim, İmâre, 43)
***
عَنِ ابْنِ عُمَرَ عَنِ النَّبِيِّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) أَنَّهُ قَالَ: “عَلَى الْمَرْءِ الْمُسْلِمِ السَّمْعُ وَالطَّاعَةُ، فِيمَا أَحَبَّ وَكَرِهَ، إِلاَّ أَنْ يُؤْمَرَ بِمَعْصِيَةٍ، فَإِنْ أُمِرَ بِمَعْصِيَةٍ، فَلاَ سَمْعَ وَلاَ طَاعَةَ.”
İbn Ömer'den (ra) nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:
“Müslüman bir kimsenin hoşlandığı ve hoşlanmadığı her hususta (yöneticisini) dinleyip itaat etmesi gerekir; ancak kendisine Allah'a isyanı gerektiren bir şey emredilmesi hâriç. Eğer kendisine Allah'a isyanı gerektiren bir emir verilirse, bunu dinleme ve buna itaat etme yoktur.”
(M4763 Müslim, İmâre, 38)
***
Allah Resûlü (sas) ashâbından bazılarını yeni fethedilen yerlere vali olarak görevlendiriyordu. Vali olarak görevlendirilenler Peygamberimiz (sas) ve sahâbîlerle vedalaşıp tek tek Medine’den ayrılıyorlardı. Arkadaşlarının vali olduklarını gören bazı sahâbîler ise kendilerinin de bu göreve getirilmelerini arzu ediyorlardı. Ebû Zer (ra) de vali olmak isteyenlerdendi. Zaman zaman, "Ben de valilik yapabilirim." diye aklından geçiriyor ve böyle bir göreve getirilmeyi arzuluyordu. Bir gün bu düşüncesini Peygamber Efendimiz'e (sas) aktarmaya karar verdi. Müsait bir ânında Allah Resûlü’nün (sas) yanına yaklaşıp, "Ey Allah’ın Resûlü! Bana idari görev vermiyor musun?" diye sordu. Bu isteği karşısında Allah Resûlü (sas) eli ile Ebû Zerr’in (ra) omuzuna vurdu ve ona, "Ebû Zer! Sen zayıfsın. İdarecilik ise emanettir. Gerçekten hakkıyla yerine getirmeyen ve gereğini eda etmeyenler için bu vazife kıyamet gününde rezillik ve pişmanlıktır." buyurdu.
Başka bir rivayette ise Peygamber Efendimiz (sas), Ebû Zerr’e (ra) şöyle dedi: "Ebû Zer! Senin gerçekten zayıf olduğunu görüyorum. Kendim için ne istiyorsam senin için de onu isterim. İki kişiye bile olsa sakın başkan olma! Yetim malını da yönetmeye kalkma!" Hz. Peygamber (sas), ashâbını yakından tanıyordu. Onlardan kimin hangi görevleri ifa edebileceğini çok iyi biliyor ve görevlendirmelerini de buna göre yapıyordu. Efendimizin (sas), Ebû Zerr’e (ra) yöneticilik vazifesini vermemesi, onun ahlâkî kusurlarından dolayı değildi. Nitekim Ebû Zer (ra), Peygamber Efendimizin (sas) en sevdiği sahâbîler arasında yer alıyordu. Efendimiz (sas) onun hakkında, "Şu gök kubbenin altında ve yeryüzünün üstünde Ebû Zerr’den (ra) daha doğru sözlü kimse yoktur." demişti. O hâlde, Efendimizin (sas) ona yöneticilik vazifesi vermemesi, ahlâkî yönden bir noksanlığı olduğu için değil, idareciliği hakkıyla yerine getirmesini sağlayan özel meziyetlere sahip olmamasından kaynaklanıyordu. Çünkü yöneticilik için sadece ahlâkın güzel olması yeterli değildi. Bunun yanında idarecinin karşılaşacağı durumlar ile baş edebilmesi için özel kabiliyetlere sahip olması gerekiyordu. Alacağı yanlış kararların âhirette vebali çok büyüktü. Bundan dolayı Efendimiz (sas), vazifenin hakkıyla yerine getirilmemesi durumunda idarecinin kıyamet gününde pişmanlık duyacağı konusunda ashâbını uyarıyordu: "Siz yöneticiliği çok isteyeceksiniz. (Oysa) o, kıyamet gününde pişmanlık olacaktır. Süt emenin hâli ne güzeldir ama sütten kesilenin hâli ne kötüdür!"
İdarecilik, kişinin omuzlarına yüklenen en ağır sorumluluklardan biri idi. Sevgili Peygamberimiz (sas) bu sorumluluğu, "Hepiniz birer çobansınız/sorumlusunuz ve hepiniz yönettiklerinizden mesulsünüz. Devlet başkanı bir sorumludur ve yönettiklerinden mesuldür. Evin beyi bir sorumludur ve yönettiklerinden mesuldür. Evin hanımı da bir sorumludur ve yönettiklerinden mesuldür. Köle de efendisinin malı üzerinde bir sorumludur ve yönettiklerinden mesuldür." sözleri ile ifade etmişti. İnsanların sorumluluğunu üstlenip bunu hakkıyla taşıyabilmek ise herkesin başarabileceği bir iş değildi. Bu nedenle Allah Resûlü (sas), idarecilerin seçimine çok önem vermişti. Yönetici, yetkilerini Allah (cc) yolunda samimi bir şekilde idaresi altındakilerin hizmetinde kullanmazsa, bu vazife gerek dünyada ve gerekse âhirette onun için bir pişmanlık sebebi olacaktı.
İdareciliği bir emanet olarak değerlendirmekteydi Allah’ın Resûlü (sas). Emanet, sorumluluk demekti ve bunu da ashâbına sık sık hatırlatmaktaydı. Aslında o, Yüce Rabbimizin (sas) şu âyetine vurgu yapmaktaydı: "Allah (cc), size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Doğrusu Allah (cc), bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah (cc), hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir." Yöneticiliği en iyi şekilde yerine getirmek ancak âdil davranmak ile mümkün idi. Adalet ise yöneticinin liyakatli olması ile gerçekleşebilirdi. Bundan dolayı, Sevgili Peygamberimiz (sas), görevlerin liyakatli kimselere verilmesinin önemini her fırsatta vurgulamıştır.
Bir seferinde mescidinde ashâbına vaaz ederken bir bedevî geldi ve Efendimize (sas), "Kıyamet ne zaman?" diye sordu. Peygamber Efendimiz bedevînin konu ile ilgisi olmayan bu sorusunu cevaplamadan konuşmasına devam etti. Bunun üzerine orada bulunanlardan kimisi, Peygamberimizin (sas) bedevîyi duyduğunu fakat sorduğu sorudan hoşlanmadığı için cevaplamadığını, kimisi ise onu duymadığını düşündü. Nihayet Resûlullah (sas) sözünü bitirince, "O kıyameti soran kimse nerede?" diye sordu. "Benim, yâ Resûlallah!" dedi bedevî. "Emanet zayi edildiği zaman kıyameti bekle!" buyurdu Allah’ın Resûlü (sas). Bedevî, "Emaneti zayi etmek nasıl olur?" diye sorduğunda ise Resûlullah (sas), "Yönetim işi ehil olmayan kimselere verildiği zaman kıyameti bekle!" buyurdu.
Allah Resûlü (sas), insanların idareciliğe getirilmesinde liyakat sahibi olmayı en önemli kıstas olarak belirlemişti. Ancak kişilerin kendilerini ehliyetli görerek idarecilik arzusuyla görev talebinde bulunmalarını hoş karşılamamıştı. Önde gelen sahâbîleri de Allah Resûlü’nün (sas) bu tavrını bildikleri için ona göre davranmışlardı. Fakat tüm sahâbîler Hz. Peygamber’in (sas) bu uygulamasının farkında değildi.
Bir gün Ebû Musa el-Eş’arî (ra), Hz. Peygamber (sas) ile görüşmek isteyen iki amcaoğlu ile birlikte Allah Resûlü’nün (sas) huzuruna varmıştı. Fakat Ebû Musa (ra), onların Hz. Peygamber (sas) ile ne için görüşmek istediklerini bilmiyordu. Hz. Peygamber’in (sas) huzuruna vardıklarında iki amcaoğlu da Hz. Peygamber’den (sas) yöneticilik vazifesi istediklerini arz etti. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sas), Ebû Musa’ya (ra) dönerek, "Sen bu işe ne diyorsun Ebû Musa?" buyurdu. Ebû Musa (ra), bu durum karşısında çok mahcup olmuştu. Ne diyeceğini bilemiyordu. Efendimize (sas) dönerek, "Seni hak din ile gönderen Allah’a (cc) yemin ederim ki bu ikisi niyetlerini bana söylemediler. Ben onların vazife isteyeceklerini bilmiyordum." dedi. Ebû Musa’nın (ra) sözlerini tamamlamasından sonra Allah Resûlü (sas), "Biz yönetim işimize, görevlendirilmek isteyeni tayin etmeyiz." buyurdu. Başka bir rivayette ise, "Vallahi, biz bu yönetim işine ne onu isteyen birini tayin ederiz, ne de ona hırs gösteren birini!" buyurdu. Kendisinden herhangi bir görev istemeyen Ebû Musa’yı (ra) ise Yemen’e vali tayin etti.
Peygamber Efendimizin (sas) yöneticiliğin talep edilmesini yasaklaması, yöneticilik ile elde edilen yetkilerin kötüye kullanılması ihtimalini engellemeye yönelik bir tedbirdi. Nitekim Efendimiz (sas), insanın tabiatı itibariyle dünyanın menfaatlerine karşı zaaf içerisinde olduğunu çok iyi biliyordu. Takdir görme, şöhret, maddî kazanç elde etme, övülme gibi dünyevî pek çok menfaatin elde edilmesi, yönetici olmak ile çoğu zaman mümkün oluyordu. Bundan dolayı Peygamberimiz (sas), "Kişinin mal ve makama düşkünlüğünün dinine verdiği zarar, bir koyun sürüsünün içine salıverilmiş iki aç kurdun o sürüye verdiği zarardan daha büyüktür." buyurmaktaydı. Hakikaten de tarih boyunca yönetici olmayı çok arzulayan pek çok kimse dünyanın zevk ve sefasına aşırı düşkün olagelmişti. Bu kimseler, asırlarca hırslarının esiri olmuş, halklarına zulüm ve işkence yapmış, hatta menfaatleri için kan dökmüştü. Böylece sadece kendilerine değil, hem kendi toplumlarına, hem de temsil ettikleri dinlerine zarar vermişlerdi.
Aslında Allah Resûlü (sas), nefsî arzuları tatmin için yöneticilik talep etmeyi yasaklamıştı. Fakat idarenin ehil olmayan kimselerin eline geçmemesi için, liyakatli olanların yöneticilik talep etmesi ve hizmet için koşması, hizmete koşması da mümkündü. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de bildirildiğine göre, Hz. Yusuf (as) zindandan çıkınca Mısır hükümdarına, "Beni ülkenin hazinelerine bakmakla görevlendir. Çünkü ben iyi bir koruyucu ve bilgili bir kişiyim." demiş ve hükümdar da güvenilir ve ilim sahibi bir kimse olduğunu bildiği için onun bu talebini kabul etmişti.
Sevgili Peygamberimiz (sas), verilen görevi hakkıyla yerine getireceği düşüncesiyle idareci yapılanlara Allah’ın (cc) yardım edeceğini, ancak kendisi talep ederek görev alanların vazifeyle baş başa kalacakları ve yardım görmeyecekleri konusunda ashâbını uyarmıştı. Zira liyakatli olduğu için bir göreve atanan, insanların problemlerini çözmek için gayret sarf eden samimi ve âdil idareci birtakım zorluklarla karşılaşacak ama bu güçlükleri Allah’ın (cc) yardımı ile aşacaktır. Fakat liyakatli olmadığı hâlde sırf kendini tatmin için bir göreve atanmak isteyen kimseyi Allah (cc) yalnız bırakacaktır. Bu kimse doğal olarak yöneticilikte başarılı olamayacak, idaresi altındaki toplumun refah ve huzuru yok olacaktır. Haksızlık ve zulüm yaygınlaşacak, yönetim sonunda çökecektir.
Allah’ın (cc) yardımı çeşitli şekillerde tezahür edebilir. İdareci için nasip edeceği yardımcı bunlardan birisidir. Nitekim Allah Resûlü (sas) böyle bir yardımın önemini şöyle izah etmektedir: "Allah (cc) bir idareci hakkında hayır dilediği zaman, ona dürüst bir yardımcı verir. Eğer o idareci yapılması gereken bir işi unutursa bu yardımcı, ona hatırlatır. Eğer idareci işi kendisi hatırlarsa o zaman da bu yardımcı işin yapılması hususunda idareciye yardımcı olur. Eğer Allah (cc) onun hakkında hayır dilememişse ona kötü huylu bir yardımcı verir. Eğer yapılması gereken bir işi unutursa yardımcısı ona hatırlatmaz. Eğer idareci işi kendiliğinden hatırlarsa o zaman da işin yapılmasında ona yardımcı olmaz."
Diğer taraftan kendisine idarecilik teklif edilen kişinin bunu kabul etmeme hakkı da vardır. Ancak kabul ettikten sonra kimse bu göreve hıyanet edemez. İdareci, yüklendiği sorumluluk gereği, yapması gereken şeyleri yapar ve yapmaması gereken şeylerden de uzak durursa emanetin hakkını yerine getirmiş olur. Ancak aksi şekilde davranırsa, görevine hıyanet etmiş olur. Bu çerçevede Sevgili Peygamberimiz (sas), konuya verdiği önemden dolayı bazı hususları oldukça ayrıntılı bir şekilde açıklamıştır.
Allah Resûlü’nün (sas) idarecilerden yapmalarını istediği ilk şey, yönetimlerinde âdil davranmalarıdır. "... Ben Allah’a (cc), hiç kimsenin benden ne mal ne de kan konusunda isteyeceği bir hakkı olmadığı hâlde ulaşmak isterim." buyuran Allah Resûlü (sas), hak ve adaletin timsaliydi. Adaletin nasıl sağlanacağını hem sözleriyle hem de uygulamalarıyla ümmetine gösteren Peygamberimizi (sas), değil adaletsiz davranma eylemi, böyle bir düşünce bile ciddi şekilde öfkelendirmeye yetiyordu. Nitekim Mahzûmoğulları kabilesinden hırsızlık yapan bir kadının affedilmesi için, Kureyşlilerin talebi üzerine, aracılık yapmak üzere gelen Üsâme’ye, "Sen, Allah’ın (cc) koyduğu cezalardan birinin affı için aracılık mı ediyorsun?" diye kızmış ve sonrasında halka hitap ederek şöyle buyurmuştur: "Sizden öncekilerin helâk olmalarının sebebi şuydu: Onlardan güçlü bir kimse hırsızlık yaparsa onu cezalandırmazlar, zayıf bir kimse hırsızlık yaptığında ise ona ceza uygularlardı. Allah’a (cc) yemin ederim ki Muhammed’in (sas) kızı Fâtıma hırsızlık yapmış olsaydı mutlaka onun da elini keserdim."
Bir yönetici olarak daima âdil bir şekilde davranan Sevgili Peygamberimiz (sas), idarecinin âdil olması gerçeği üzerinde önemle durmuş, en büyük müjdeleri de âdil idareciler için vermiştir. Nitekim Allah Resûlü (sas), bir hadiste âdil idareciyi Allah’ın (cc) gölgesinden (himayesinden) başka gölge (himaye) olmayan günde, kendi gölgesi (himayesi) altında gölgelendireceği (himaye edeceği) yedi kişi arasında ve hatta ilk sırada sayarken, bir başka hadiste duası geri çevrilmeyecek üç kişi arasında zikretmiştir.
Allah Resûlü (sas) âdil yöneticiyi övüp ona müjdeler verirken, zalim yöneticiyi ise yermekte ve onu da çirkin hareket eden kişiler arasında zikrederek Allah (cc) katında kötü bir konuma sahip olacağını şöyle ifade etmektedir: "Yüce Allah (cc) dört kimseye öfke duyar: Çok yemin eden satıcı, kibirli fakir, zina eden ihtiyar ve zalim yönetici."
Toplumsal düzenin tesisinde adaleti temel olarak gören Allah Resûlü (sas), fethedilen bölgelere valilerini gönderirken de onları öncelikle adalet konusunda uyarmıştır. Nitekim Muâz b. Cebel’i (ra) Yemen’e gönderirken ondan halka âdil davranmasını isteyerek, "...Sakın (zekât olarak) onların mallarından en iyilerini seçip alma. Mazlumun bedduasından sakın, çünkü onunla Yüce Allah (cc) arasında hiçbir engel/perde yoktur." demiştir.
İdarecileri âdil olmaları konusunda sık sık uyaran Allah Resûlü, adalet duygusunda zafiyet meydana getirebilecek konularda da dikkatli olmalarını istemiştir. Meselâ hediyeleşme insanların birbirlerine karşı ilgisini ve sevgisini artırır. İnsanlar arasında hediyeleşmeyi teşvik eden Sevgili Peygamberimiz (sas), adalet duygusuna halel getirebileceği endişesiyle idarecilerin hak ettikleri ücretten başka maddî bir beklenti veya karşılık peşinde olmamalarını öğütlemiştir. Bu bağlamda zekât memurlarından Abdullah İbnü’l-Lütbiyye, topladığı zekâtlar ile birlikte Peygamberimizin (sas) huzuruna gelmiş ve "Bu sizin payınız; bu ise bana verilen hediyelerdir." demişti. Hz. Peygamber (sas) ise onun hediye almasını hoş görmemiş, aldığı hediyelerin zekât memuru olduğu için verildiğini ima ederek, "Anne babanın evinde otursaydın bu hediye sana verilir miydi, verilmez miydi?" buyurmuş, böylece zekât memurlarının hediye adı altında rüşvet almasının yolunu kapatmıştır.
Allah Resûlü’nün (sas) idarecilerden yapmalarını istediği bir diğer husus, yönetimi altındakilere iyi davranmalarıdır. İdarecilerden, bu görevi bir ‘emanet’ yani sorumluluk olarak görmelerini isteyen Sevgili Peygamberimiz (sas), bu emaneti üstlenen kişinin halka kötü davranma hakkı olmadığı kanaatindedir. Nitekim Allah Resûlü (sas) kendisine biat eden ashâbına asla kötü muamele etmemiş, onlara güç yetirebileceklerinden fazlasını yüklememiş ve biatlerinin gereğini ’gücünüz yettiğince’ kaydını koyarak yerine getirmelerini istemiştir.
Abdullah b. Mes’ûd (ra) Sevgili Peygamberimizin (sas) bu yöndeki tavrını, "Biz Hz. Peygamber (sas) ile birlikte bulunurduk. Kendisi bizi hiçbir konuda zorlamazdı, sadece bir kere söylerdi ve biz onu yapardık." sözleriyle özetlemiştir. Peygamber (sas) aynı yaklaşımı idarecilik görevi verilenlerden de beklemiştir. Bir gün Allah Resûlü (sas) Hz. Âişe (ra) validemizin yanında, "Allah’ım, bir kimse ümmetimin yönetimi konusunda bir vazife alır da onlara zorluk çıkarırsa sen de ona zorluk çıkar! Bir kimse ümmetimin yönetiminde görev alır da onlara hoş muamele ederse, sen de ona hoş muamele eyle!’ diyerek Allah’a (cc) yalvarmıştır.
İdareciliğe getirilen kişinin halkın problemleriyle ilgilenmesi beklenir. Çünkü Allah Resûlü’nün (sas) sünnetine göre idarecilik, halk için sorumluluğu üstlenmeyi, onlar için gayret etmeyi gerektirir. Allah Resûlü’nün (sas) idarecilerden yapmalarını istediği hususlardan biri de yönetimindekiler için çalışmalarıdır. Nitekim Sevgili Peygamberimiz (sas), "Müslümanların idaresini üstlenip de onlar için çalışmayan ve onları doğruya yönlendirmeyen yönetici, onlarla birlikte cennete giremez." buyurmaktadır.
Allah Resûlü’nün (sas) yöneticilerden yapmalarını istediği bir diğer husus, sorumlulukları altındakileri kollayıp gözetlemeleridir. Allah’ın idareciyi emri altındakileri gözetmekle mükellef kıldığını belirten Allah Resûlü (sas), bu görevini yerine getirmeyenlerin âhiret yurdunda büyük hüsrana uğrayacaklarını şöyle belirtmiştir: "Allah’ın, bir gruba yönetici yaptığı kişi, o grubu doğruya yönlendirmek için çaba sarf etmezse, cennetin kokusunu dahi alamaz."
Yönetici, yönettiklerine iyi işleri emredip, onları kötülüklerden korumakla da görevlidir. Toplumun yapmış olduğu kötülüklere, açıktan işledikleri haramlara, suçlara engel olunması yöneticinin sorumluluğundadır. Nitekim Peygamber Efendimiz (sas) bu konuda şöyle bir örnek sunmaktadır:
"Allah’ın (cc) çizdiği sınırları aşmayarak orada duranlarla bu sınırları aşıp ihlâl edenler, bir gemiye yerleşmek üzere kura çeken topluluğa benzerler. (Bu kuranın sonucunda) onlardan bir kısmı geminin üst katına, bir kısmı da alt katına yerleşirler. Alt kattakiler su almak istediklerinde üst kattakilerin yanından geçmek durumundadırlar. Alt katta oturanlar, "Hissemize düşen yerden bir delik açsak, üst katımızda oturanlara eziyet vermemiş oluruz." derler. Şayet üstte oturanlar, bu isteklerini yerine getirmek için alttakileri serbest bırakırlarsa, hepsi birlikte batar helâk olurlar. Eğer bunu önlerlerse, hem kendileri kurtulur, hem de onları kurtarmış olurlar."
Geminin üst katındakiler yöneticilere, alt kattakiler ise yönetilenlere benzetilebilir. Yönetici, sorumluluğu altındaki kimselerin hatalarını düzeltmezse, bu hatalarının sonuçlarından yalnızca hatayı işleyenler değil, toplumun tamamı etkilenecektir. Bu açıdan bakıldığında yöneticinin toplumun her kesimi ile ilgilenmesi, onların sorunlarını dinleyip çözüm aramasının gerekliliği görülecektir. Yöneticinin bir kenara çekilip halkın sorunlarıyla ilgilenmemesi ise kendi sonunu getirecektir.
İdarecinin, üstlendiği yöneticilik emanetini ifa ederken kendi başına hareket etmemesi, alınacak kararlarda sorumluluğunu üstlendiği insanların da görüşlerine müracaatta bulunması da büyük önem arz etmektedir. Peygamber Efendimizin (sas) yöneticilerden yapmalarını ısrarla istediği şeylerden biri de budur. Zaten Yüce Allah (cc) da bu hususu, "...Yönetimde onlara danış." âyetiyle emretmektedir. Allah Teâlâ’nın (cc) bu emrine binaen Allah Resûlü (sas) yönetimde önemli konularda ashâbıyla sürekli istişare hâlinde olmuş ve kararlarını istişareler sonucunda vermiştir. Allah’ın Resûlü (sas) olmasına ve vahiy almasına rağmen yönetimini istişare ile yürütmüştür. Nitekim Ebû Hüreyre (ra), "Resûlullah’tan (sas) daha çok ashâbıyla istişare eden bir kimseyi görmedim." demiştir.
Allah Resûlü (sas) yönetimde ashâbıyla istişare ederek hareket ederken, istişarenin yönetimde olmazsa olmaz bir gereklilik olduğunu şu ifadelerle vurgulamıştır: "İdarecileriniz iyi kimselerden, zenginleriniz cömert kişilerden olduğunda ve işleriniz, aranızda istişare ile yürütüldüğünde, yeryüzünde yaşamanız toprak altına girmenizden daha hayırlıdır."
Allah Resûlü (sas) idarecilerin yapmaları gereken hususları sıraladığı gibi yapmamaları gereken hususları da sıralamıştır. Yapılmaması gereken şeyleri yapmayı da göreve hıyanet olarak kabul etmiş ve böyle bir tutum sergileyenleri âhirette karşılaşılacak ağır cezalar konusunda uyarıda bulunmuştur.
Göreve getirilen kişinin, çok küçük bile olsa, hak etmediği bir şeyi alıp gizlemesini Allah Resûlü (sas) göreve hıyanet olarak nitelendirmiş ve böyle bir hareketin cezasının ağır olacağını, idarecilikle görevlendirdiği bazı şahısların yanında şöyle ifade etmiştir: "Sizden herhangi bir kimseyi görevli tayin edersek ve o da bir iğneyi hatta daha küçük bir şeyi bizden gizlerse bu hıyanet olur, kıyamet gününde o gizlediği şeyle gelir!"
Peygamber Efendimiz (sas) bu konudaki tavizsiz tutumunu gerekli gördüğü her yerde sergilemiş ve önde gelen sahâbîlerini bile, bu konuda uyarmıştır. Muâz b. Cebel (ra) Allah Resûlü (sas) ile ilgili bir hatırasını şöyle aktarmaktadır:
"Resûlullah (sas) beni Yemen’e vali olarak gönderiyordu. Yemen’e hareket edeceğim sırada peşimden bir haberci göndererek beni geri çağırdı ve şöyle dedi: "Seni niçin geri çevirdiğimi biliyor musun? Benim iznim olmadan (ganimetten) hiçbir şey alma! Çünkü bu bir hainliktir. Her kim bu dünyada böyle bir hainlik yaparsa kıyamet günü (Allah’ın (cc) huzuruna), yaptığı o hainlikle getirilir. İşte seni bunun için çağırmıştım, şimdi vazifene gidebilirsin."
Yönetici ile yönetilenlerin ahenkli bir ilişki kurabilmeleri için ilk şart birbirlerine güvenmeleridir. Yönetilenin yöneticisine karşı güven duyabilmesi için de yöneticinin dürüst olması ve yalan söylememesi gerekir. Zira yalanın olduğu bir yerde dürüstlük ve güvenden bahsedilmesi mümkün değildir. Allah Resûlü’nün (sas) yöneticilerden asla yapmamalarını istediği ve üzerinde çok durduğu hususlardan biri de budur. Çünkü Allah Resûlü’nün (sas) bildirdiğine göre bir insan, kendini bir kere yalana kaptırdı mı bundan kopamaz ve daima yalan söyler. Yalan söyleyen yöneticiyle de kıyamet gününde Allah’ın (cc) asla konuşmayacağını Sevgili Peygamberimiz (sas) haber vermektedir.
Sevgili Peygamberimiz (sas) yöneticilerden idareleri altındaki kişileri asla aldatmamalarını isteyerek şu uyarıda bulunmuştur: "Allah’ın bir gruba yönetici kıldığı kimse, idaresi altındakilere ihanet üzere ölürse, Allah (cc) ona cenneti haram kılar."
Allah Resûlü (sas) yöneticilerin halka sû-i zanda bulunarak şüpheli muamelesi yapmamalarını istemiştir. Böyle bir tavır içerisine girmenin tehlikesini ise şöyle ifade etmiştir: "Bir yönetici, idaresi altında bulunan kimselere sû-i zan ile muamele yapmaya kalkışacak olursa onları fesada sürükler."
Üstlenilen göreve karşı ihanet sayılabilecek hususlardan biri de idarecinin, kapısını muhtaç ve yoksulun yüzüne kapatmasıdır. Resûlullah (sas) böyle idareciler için de, "Herhangi bir idareci kapısını ihtiyaç sahibine, yoksula ve elinde hiçbir şeyi olmayan bir fakire kapatırsa, ihtiyaç ve fakirlik içine düştüğünde Allah (cc) da göğün (cennetin) kapılarını onun yüzüne kapatır." buyurmaktadır.
Allah Resûlü’nün (sas) üzerinde durduğu hususlar göz önünde bulundurulduğunda, yöneticilere ağır bir sorumluluk yüklendiği anlaşılmaktadır. Bu sorumlulukların hakkıyla yerine getirilmesi ise ancak âdil bir yönetim ile mümkündür. Nitekim Peygamber Efendimiz (sas), "Yönetici bir kalkandır. Onun ardında savaşılır, onunla tehlikelerden korunulur. Şayet o, Allah’a (cc) karşı sorumluluk bilincini emreder ve adaletle hükmederse bütün yaptıklarından sevap kazanır. Bundan başka bir şey emrederse yaptıklarının karşılığını (vebalini) çeker.’ buyurarak, âdil yöneticinin yaptığı hizmetin karşılığını alacağını bildirmektedir. Bu sayede idareci, hem yaptığı güzel hizmetler sebebiyle dünyada takdir görecek, huzur ve barış içerisinde yönetimini uzun yıllar devam ettirebilecek, hem de ecir ve sevap olarak âhirette bunun karşılığını görecektir.
Peygamberimizin (sas) tanımladığı âdil yönetici, yönettiklerinin dertlerini dinler, onlara çözümler bulur, onların her türlü ihtiyacını gidermeye çalışır, onlara hoş muamele eder, hiçbir fark gözetmeksizin eşit davranır, adam kayırma, rüşvet gibi yöntemlere başvurmaz. Hak etmediği şeye el uzatmaz, yalan söylemez, halkının güvenini kazanır... Adaletle yönetilen böyle bir toplumda huzur ve barış hâkim olur. İsyan, kargaşa ve terör bu toplumdan uzak olur.
Buna mukabil adalet olmayan yerde zulüm vardır, haksızlık hâkimdir. Zalim yönetici, hevâ ve heveslerine uyar, yöneticilik vasfı olmadığı için eziyet, işkence ve baskı ile işlerini yürütmeye çalışır. Böyle bir idarecinin olduğu yerde doğal olarak huzur ve refahtan, sosyal ve ekonomik gelişmişlikten, bilimsel çalışmalardan söz edilemez.
Toplumsal düzenin tesisinde yöneticinin tavrı kadar olmasa bile yönetilenin de tavrı önemlidir. İdareciler gibi yönetilenlerin de görevleri ve sorumlulukları vardır. Yönetilenler, başlarına getirilen idareciye itaat etmek ve ona yardımcı olmak durumundadırlar. Nitekim Yüce Allah (cc), "Ey iman edenler! Allah’a (cc) itaat edin. Peygamber’e (sas) itaat edin. Sizden olan idarecilere de..." buyurur.
Peygamber Efendimiz (sas) de yönetilenlerin, başlarına geçen idarecilere itaat etmeleri gerektiği üzerinde ısrarla durmuş ve bu itaatin önemini şu şekilde vurgulamıştır: "...Her kim emîre (yöneticiye) itaat ederse şüphesiz bana itaat etmiş olur. Her kim de ona isyan ederse şüphesiz bana isyan etmiştir."
Allah Resûlü (sas) Veda Haccı’nda toplanan büyük kalabalığa da, "Ey insanlar! Allah’a (cc) karşı sorumluluk bilinci içerisinde olun. Sizin başınıza kulağı kesik Habeşli bir köle bile getirilmiş olsa Allah’ın Kitabı’na göre hareket edip size de onu uyguladığı sürece emirlerini dinleyin ve itaat edin!" şeklinde seslenmiştir.
Yönetilen ilk önce idareciye karşı samimi davranmalıdır. Bu samimiyet, yöneticiye karşı dürüst ve açık sözlü olmak, gerektiğinde destek vermek, gerektiğinde uyarmak, itiraz etmek, eleştirmek, hatta tavır koymak ile gerçekleşir. Bunlar, yönetilenlere düşen görevlerdir. Nitekim Sevgili Peygamberimiz (sas) yöneticiye karşı içtenlikle davranmayı en doğru işlerden kabul etmiş, yönetici zalim olduğunda ise onun karşısında hakkı söylemeyi cihadın en faziletlisi olarak nitelemiştir. Nitekim devesinin üzengisine ayağını koymuş bir hâldeyken kendisine, "Cihadın hangisi daha üstündür?" diye soran bir kişiye de "Zalim idarecinin karşısında hakkı söylemektir." diye cevap vermiştir.
Görevine hıyanet eden yöneticilerin destekçileri olmasa bu tarz yaklaşımlarını devam ettirmeleri oldukça zordur. Bazı insanlar kişisel menfaatleri uğruna yapılan haksızlıklara göz yumarak, bilerek veya bilmeyerek idareciye destek verebilirler. Hıyanet içinde bulunan idareci de bazılarının, yanında yer almasını, yaptıklarının doğruluğuna bir delil kabul edebilir. Yönetilenlerin yanlış fiilleri bulunan bir yöneticiye bu şekilde destek vermemelerini isteyen Allah Resûlü (sas), Kâ’b b. Ucre’ye (ra) şöyle söylemiştir: "Yâ Kâ’b! Benden sonra gelecek bazı devlet adamlarından seni Allah’a (cc) sığındırırım. Her kim onların kapılarından girer, yalanlarını doğru sayar, yaptıkları zulümlerine yardımcı olursa ne o benden sayılır, ne de ben ondan. O kimse mahşer günü havzımda benim yanıma gelemez. Her kim de onların kapılarından girsin veya girmesin onların yalanlarını doğrulamaz, yaptıkları zulümlere yardım etmezse o bendendir, ben de ondanım. Mahşer günü bu kişi havzımın yanına gelecektir..."
Yöneticiye itaat konusu üzerinde hadislerde ısrarla durulmaktadır. Peki, yöneticinin verdiği her emre itaat etmek gerekir mi? İtaatin sınırı nedir? Yöneticinin verdiği her emir uygulanır mı? Sahâbenin yaşadığı şu ilginç olay hakkında Peygamber Efendimizin (sas) yorumu bu itaatin sınırını çizecek mahiyettedir: Hz. Peygamber (sas) bir seriyye hazırlayıp, onlara ensardan Abdullah b. Huzâfe’yi (ra) komutan olarak tayin eder. Ordu hareket etmeden önce de askerlerin ona itaat etmesini emreder. Yolda ilerlerken, askerler bir şekilde komutanı kızdırırlar. Bunun üzerine şakacı bir kişiliğe sahip olan Abdullah b. Huzâfe onlara, "Hz. Peygamber (sas) bana itaat etmenizi emretmedi mi?" der. Askerler de ‘Evet.’ diye cevap verirler. Bunun üzerine onlara odun toplayıp ateş yakmalarını emreder. Askerler de odun toplar ve ateşi yakarlar. Komutan askerlerine bu ateşe girmelerini emreder. Askerler komutan emrettiği için ateşe girmeye niyetlendiklerinde birbirlerine bakarlar. Bunun üzerine bazıları, "Biz Hz. Peygamber’e (sas) ateşten kaçmak için tâbi olduk, şimdi ateşe mi gireceğiz?" derler. Bunun üzerine komutanın öfkesi diner ve ateş söndürülür, dolayısıyla hiç kimse ateşe girmeden dönerler. Olay Hz. Peygamber’e (sas) intikal ettiğinde, Peygamber (sas), "Eğer ateşe girmiş olsaydınız, oradan ebedî olarak çıkamazdınız. İtaat ancak meşru olan hususlarda olur." buyurur.
"Allah’a (cc) isyan olan yerde itaat yoktur." buyuran Hz. Peygamber (sas), yöneticiye itaatin maruf yani iyi işlerde olacağını vurgulayarak, "Müslüman bir kimsenin hoşlandığı ve hoşlanmadığı her hususta (yöneticisini) dinleyip itaat etmesi gerekir; ancak kendisine Allah’a (cc) isyanı gerektiren bir şey emredilmesi hâriç. Eğer kendisine Allah’a (cc) isyanı gerektiren bir emir verilirse, bunu dinleme ve buna itaat etme yoktur." buyurmuştur.
Netice olarak, yönetici ve yönetilen, toplumsal düzenin tesisinde iki önemli unsurdur. Ahenkli bir düzenin sağlanmasında hem yöneticinin hem de yönetilenin sorumluluğu vardır. Yönetici üstlendiği görevi bir emanet olarak telakki edecek ve bu emanetin hakkını verebilmek için çaba sarf edecektir. Yönetilen de başındaki idarecinin meşru taleplerine itaat edecek ve yönetimde ona yardımcı olmaktan geri durmayacaktır. İşte Allah Resûlü’nün (sas) uyguladığı ve ümmetinden de uygulamasını istediği yönetimde, yönetenle yönetilenler arası ilişkiler bu şekildedir. Nitekim Sevgili Peygamberimiz (sas), idarecilerin yönetimindekileri sevdiği ve onlara dua ettiği, yönetilenlerin de başlarındaki yöneticileri sevdiği ve onlar için dua ettiği bir yönetici yönetilen ilişkisini hayırlı olarak değerlendirmektedir.
Kaynak: Diyanet Hadislerle İslam