عَنْ جَابِرِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ (رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ) قالََ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ َ “مِفْتَاحُ الْجَنَّةِ الصَّلاَةُ وَمِفْتَاحُ الصَّلاَةِ الْوُضُوءُ.”
***
Câbir b. Abdullah'tan (ra) rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur:
“Cennetin anahtarı namaz, namazın anahtarı ise abdesttir.”
(T4 Tirmizî, Tahâret, 1; HM14717 İbn Hanbel, III, 341)
***
عَنْ حُمْرَانَ، فَلَمَّا تَوَضَّأَ عُثْمَانُ قَالَ:... سَمِعْتُ النَّبِيَّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) يَقُولُ: “لاَ يَتَوَضَّأُ رَجُلٌ فَيُحْسِنُ وُضُوءَهُ، وَيُصَلِّى الصَّلاَةَ إِلاَّ غُفِرَ لَهُ مَا بَيْنَهُ وَبَيْنَ الصَّلاَةِ حَتَّى يُصَلِّيَهَا.”
Humrân'dan (ra) nakledildiğine göre, Hz. Osman (ra) abdest aldığında dedi ki: Hz. Peygamber'in (sas) şöyle dediğini işittim: “Bir kimse abdest alır ve güzelce abdest almaya özen gösterir, ardından da namaz kılarsa, bu abdestle namaz arasında işlediği (günahlar) o namazı kılıncaya kadar mutlaka bağışlanır.”
(B160 Buhârî, Vudû’, 24; M540 Müslim, Tahâret, 5)
***
عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ: أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ: “إِذَا تَوَضَّأَ الْعَبْدُ الْمُسْلِمُ –أَوِ الْمُؤْمِنُ– فَغَسَلَ وَجْهَهُ خَرَجَ مِنْ وَجْهِهِ كُلُّ خَطِيئَةٍ نَظَرَ إِلَيْهَا بِعَيْنَيْهِ مَعَ الْمَاءِ –أَوْ مَعَ آخِرِ قَطْرِ الْمَاءِ– فَإِذَا غَسَلَ يَدَيْهِ خَرَجَ مِنْ يَدَيْهِ كُلُّ خَطِيئَةٍ كَانَ بَطَشَتْهَا يَدَاهُ مَعَ الْمَاءِ –أَوْ مَعَ آخِرِ قَطْرِ الْمَاءِ– فَإِذَا غَسَلَ رِجْلَيْهِ خَرَجَتْ كُلُّ خَطِيئَةٍ مَشَتْهَا رِجْلاَهُ مَعَ الْمَاءِ –أَوْ مَعَ آخِرِ قَطْرِ الْمَاءِ– حَتَّى يَخْرُجَ نَقِيًّا مِنَ الذُّنُوبِ.”
Ebû Hüreyre’den (ra) nakledildiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur: “Müslüman —veya mümin— bir kul/kişi abdest alır da yüzünü yıkarsa, gözleri ile baktığı her günah suyla —yahut suyun son damlasıyla— yüzünden çıkar gider. Ellerini yıkadığı zaman elleriyle işlediği her günah su ile —yahut suyun son damlası ile— beraber ellerinden çıkar gider. Ayaklarını yıkadığı zaman ayaklarının yürüyerek işlediği her günah su ile —yahut suyun son damlasıyla— birlikte çıkar gider. Sonunda o kul/kişi günahlarından arınmış olur.”
(M577 Müslim, Tahâret, 32; T2 Tirmizî, Tahâret, 1)
***
عَنْ أَبِى حَازِمٍ قَالَ كُنْتُ خَلْفَ أَبِى هُرَيْرَةَ وَهُوَ يَتَوَضَّأُ لِلصَّلاَةِ فَكَانَ يَمُدُّ يَدَهُ حَتَّى تَبْلُغَ إِبْطَهُ فَقُلْتُ لَهُ: يَا أَبَا هُرَيْرَةَ! مَا هَذَا الْوُضُوءُ؟ فَقَالَ: يَا بَنِى فَرُّوخَ! أَنْتُمْ هَا هُنَا؟ لَوْ عَلِمْتُ أَنَّكُمْ هَا هُنَا مَا تَوَضَّأْتُ هَذَا الْوُضُوءَ. سَمِعْتُ خَلِيلِى (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) يَقُولُ: “تَبْلُغُ الْحِلْيَةُ مِنَ الْمُؤْمِنِ حَيْثُ يَبْلُغُ الْوَضُوءُ.”
Ebû Hâzim (ra) anlatıyor: Ebû Hüreyre’nin (ra) arkasında idim. Namaz için abdest alıyordu. Kolunu koltuk altına kadar yıkadı. Kendisine, “Ey Ebû Hüreyre! Bu nasıl abdest?” dedim. Bana, “Ey Benî Ferrûh! Siz burada mıydınız? Sizin burada olduğunuzu bilsem böyle abdest almazdım. Lâkin ben dostumun (sas) şöyle dediğini işittim: “Müminin ziyneti (nuru), abdest suyunun ulaştığı yere kadar varır.”
(M586 Müslim, Tahâret, 40)
***
عَنْ عَمَّارِ بْنِ يَاسِرٍ، أَنَّ النَّبِيَّ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) ﴿قَالَ يُونُسُ: إِنَّهُ سَأَلَ رَسُولَ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) عَنْ التَّيَمُّمِ؟﴾ فَقَالَ: “ضَرْبَةٌ لِلْكَفَّيْنِ وَالْوَجْهِ.”
Ammâr b. Yâsir'den (ra) nakledildiğine göre, o, Hz. Peygamber'e (sas) teyemmümü sormuş, Peygamber (sas) de, “(Teyemmüm) eller için (bir vuruş) ve yüz için bir vuruştur” buyurmuştur.
(HM18509 İbn Hanbel, IV, 264; DM770 Dârimî, Tahâret, 65)
***
عَنْ أَبِى ذَرٍّ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : “الصَّعِيدُ الطَّيِّبُ وَضُوءُ الْمُسْلِمِ وَإِنْ لَمْ يَجِدِ الْمَاءَ عَشْرَ سِنِينَ.”
Ebû Zer'den (ra) rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur: “Temiz toprak, on sene boyunca su bulamasa bile, Müslüman’ın abdest suyu (mesabesinde) olur.”
(N323 Nesâî, Tahâret, 203; T124 Tirmizî, Tahâret, 92)
***
Allah Resûlü (sas), ölümü ve âhireti hatırlatması dolayısıyla kabirlere ziyarette bulunur, ashâbına da bunu tavsiye ederdi. Engin merhametiyle her konuda ashâbına yol gösteren Rahmet Elçisi (sas), kabristanda nasıl davranmaları gerektiği hususunda da onları uyarır, kendisi de kabirdekilere selâm verir ve dua ederdi. Âdeti olduğu üzere, bir gün sahâbîlerle birlikte bir kabristana uğradı ve “Esselâmü aleyküm ey müminler diyarı(nın sakinleri)!” diyerek selâm verdi. Sonrasında ise, “İnşallah biz de size katılacağız, (ancak din) kardeşlerimizi (dünyada) görmüş olmayı çok arzu ederdim.” diye ekledi. Bunu duyan sahâbîler merakla, “Yâ Resûlallah! Biz senin kardeşlerin değil miyiz?” dediler. Allah Resûlü (sas), “Siz benim ashâbımsınız, kardeşlerim ise henüz (dünyaya) gelmeyenlerdir.” buyurdu. Bunun üzerine ashâb-ı kirâm, “Ümmetinden henüz dünyaya gelmeyenleri nasıl tanıyacaksın Yâ Resûlallah?” diye sordular. Resûlullah şöyle dedi: “Bir adamın siyah atlar arasında, alınları ve ayakları beyaz (sekili) atları olsa, onları tanımaz mı?” Ashâbın, “Elbette tanır.” cevabını duyan Resûl-i Ekrem (sas), ümmetinden hiç görmediği insanları kıyamet gününde nasıl tanıyacağını, müjde niteliğindeki şu cevabıyla bildirdi: “İşte benden sonra gelecek olan kardeşlerim, aldıkları abdestten dolayı kıyamet günü abdest azaları parlayarak gelecekler. Ben de onları Kevser havuzu başında karşılayacağım.”
Sevgili Peygamberimizi (sas) görme saadetine eremeyip, onunla asr-ı saadette yaşayamamış olsalar da, onun kardeşleri, nurlu simaları ile âhirette tanınabileceklerdir. Bunun yolu ise maddî ve mânevî kirlerden arınma vesilesi olan abdesttir. İslâm’da birtakım ibadetlerin yerine getirilmesi için hazırlık aşaması olan abdest, Farsça “âb” (su) ve “dest” (el) kelimelerinin birleşmesiyle oluşmakta ve “el suyu” anlamına gelmektedir. Arapçası ise “vudû”dur. Kendisi ibadet olmasının yanında, diğer bazı ibadetlerin yapılmasının da ön şartı olan abdest, belli uzuvları su ile usulüne uygun olarak yıkamak, bazılarını ise mesh etmekten ibarettir.
İslâm dininde kulun Allah’ın (cc) huzuruna ibadet maksadıyla çıkabilmesi için maddî ve mânevî yönden temizlenmiş ve arınmış olması esastır. Bu yüzden ibadet için hazırlanan kişi (bedenen temiz olsa bile) abdestsiz olma durumunda abdest, cünüp olma durumunda ise gusül almak suretiyle mânevî (hükmî) kirlilikten temizlenir. “Hadesten tahâret” olarak da bilinen bu temizlik, Kur’ân-ı Kerîm’de şu şekilde bildirilmektedir: “Ey iman edenler! Namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi, dirseklere kadar ellerinizi ve —başlarınıza mesh edip— her iki topuğa kadar da ayaklarınızı yıkayın. Eğer cünüp iseniz, (boy abdesti alıp) iyice yıkanarak temizlenin.” Âyette bildirildiği üzere yüzü, kollarla birlikte elleri, ayakları yıkamak ve başı mesh etmek abdestin farzlarından (temel şartlarından) sayılmıştır.
Allah Resûlü (sas), yalnız, ruhları câhiliyenin düşünce ve inanç kirlerinden arındırmakla kalmamış, beden temizliği konusunda da oldukça hassas davranarak ashâbına bunu öğretmiştir. Câhiliye karanlığından yeni kurtulmuş, her türlü kirden arınma ihtiyacında olan insanlara, “temizliğin imanın yarısı olduğunu” bildiren Hz. Peygamber (sas), bizzat uygulamalı olarak bedenin nasıl temizlendiğini ve nasıl ibadetlere hazır hâle geldiğini anlatmıştır. Bir defasında bir sahâbînin, “Yâ Resûlallah, abdest nasıl alınır?” sorusu üzerine bir kap su isteyen Allah Resûlü abdest almaya başlamıştır. Ellerini üç kere, yüzünü üç kere, kollarını üç kere yıkamış, başına mesh etmiş, şehâdet parmaklarını kulaklarına götürüp uçlarıyla içini, başparmaklarıyla dışlarını mesh etmiş ve ayaklarını da üçer defa yıkamıştır. Sonrasında ise, “İşte abdest böyle alınır. Kim buna bir şey ekler veya eksiltirse (Resûlullah’a (sas) muhalefetten dolayı kendisine) kötülük etmiş ve zulmetmiş olur.” buyurarak abdestin hakkını vermeyenlere veya bu konuda aşırıya kaçanlara uyarıda bulunmuştur.
Allah Resûlü (sas) abdeste Allah’ın (cc) adıyla başlamayı, abdest alırken ağza su vermeyi, her iki burun deliğine su çekip temizlemeyi, başın ön ve arka tarafına (kaplama) mesh yapmayı, kulaklara birer kere mesh etmeyi, abdest uzuvlarını yıkarken ovmayı bizzat uygulayarak ashâbına öğretmiştir. Abdestin sünnetleri arasında zikredilen bu uygulamalar, usulüne uygun ve lâyıkıyla alınan bir abdestin özellikleri arasındadır.
Abdestin hakkının verilerek alınması konusunda oldukça titiz davranan Resûl-i Ekrem (sas), Lakît b. Sabre (ra) isimli sahâbînin: “Ey Allah'ın Resûlü, bana abdest hakkında bilgi verir misin?” sorusu üzerine şöyle buyurmuştur: “Abdest organlarını güzel bir şekilde, özenerek yıka. Parmaklarının arasından suyu geçir. Oruçlu değilsen ağız ve buruna su verirken içine iyice çek.” Hz. Peygamber (sas), abdest alırken uzuvların kuru bir yer kalmayacak şekilde yıkanmasına dikkat eder, suyun sakal aralarına ulaşmasını sağlar, ellerini yıkarken eğer parmağında yüzük varsa onu hareket ettirir ve parmaklarının arasını hilallerdi. Allah Resûlü’nün (sas) abdest konusundaki bu hassasiyetine şahit olan Abdullah b. Amr (ra), bir yolculuk esnasında namazı yetiştirmek için acele ederek ve mesh edercesine az su kullanarak abdest aldıkları sırada, Hz. Peygamber’in (sas) kendilerini gördüğünü ve ses tonunu yükselterek onlara, “Ateşte yanacak olan şu topuklara yazık! (Hiçbir yeri kuru bırakmadan) abdestinizi güzelce alın!” demişti.
Resûlullah (sas), abdest azalarını kimi zaman bir, kimi zaman iki, kimi zaman da üç kere yıkardı. Onun, azalarını üçer kere yıkamak suretiyle abdest aldıktan sonra, “İşte bu, benim ve benden önceki peygamberlerin abdestidir.” dediğine dair rivayetler bulunmaktadır. Böylece, abdestin önceki peygamberler ve ümmetleri tarafından da bilindiği ortaya çıkmaktadır.
Hz. Peygamber (sas), abdest aldıktan sonra yapılmasını hoş karşıladığı bazı hareketleri de bildirmiş, söz gelimi güzel bir şekilde abdest aldıktan sonra, “Eşhedü en lâ ilâhe illâllâhü vahdehû lâ şerîke leh ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve Resûlüh. Allâhümme'c'alnî mine't-tevvâbîne ve'c'alnî mine'l-mütetahhirîn.” (Şehâdet ederim ki, tek olan, hiçbir ortağı bulunmayan Allah’tan (cc) başka hiçbir ilâh yoktur ve şehâdet ederim ki, Muhammed (sas) O’nun (cc) kulu ve elçisidir. Allah’ım! Beni tevbe edenlerden ve temizlenenlerden eyle!) denilmesinin cennete girmeye vesile olacağını haber vermiştir. Bu yüzden abdest aldığı sırada insanın Rabbine tam bir teslimiyetle dua etmesi, özellikle her bir azayı yıkarken onunla ilgili duada bulunması, abdest vesilesiyle huzura ermek ve hakiki bir temizlik için önemlidir.
Sevgili Peygamberimizin (sas) hayatının her ânını dikkatle gözlemleyerek onun her davranışını örnek alan ashâb-ı kirâm, abdest konusunda da aynı hassasiyeti göstermiş, onun abdest alışını sonraki nesillere aynen nakletmiştir. Nitekim tâbiînden Abdu Hayr (ra), sahâbîlerin ileri gelenlerinden Hz. Ali'nin (ra) kendilerine abdesti şu şekilde öğrettiğini anlatmaktadır: “Hz. Ali (ra) bir defasında bizim yanımıza geldi ve namaz kıldı. Sonra abdest suyu istedi. Biz içimizden, "Namazı kıldığı hâlde suyu ne yapacak ki?" dedik. Halbuki onun maksadı bize bir şeyler öğretmekmiş. Nihayet içinde abdest suyu bulunan bir kapla bir leğen getirildi. Önce kabı sağ eline döküp iki elini üç defa yıkadı. Sonra üç kez suyu ağzına ve burnuna ayrı ayrı verip dışarı attı. Ardından üç defa yüzünü ve üçer defa da sağ ve sol kolunu yıkadı. Sonra elini kaba daldırıp başını bir kez mesh etti. Sonra da sağ ve sol ayaklarını üçer kere yıkadı. Akabinde bize şöyle dedi: Resûlullah'ın (sas) abdestini öğrenmek kimi sevindirecekse, işte bu, onun abdestinin ta kendisidir.”
Resûlullah'ın abdest alışını merak edenler, onu görmüş olan sahâbîlerden bunu nakletmelerini istemişlerdir. Ashâbdan da, “Resûlullah'ın (sas) abdest alma şekli işte böyleydi.” ifadesiyle onun abdestinin hiçbir ayrıntısının atlanılmadan ve değiştirilmeden anlatıldığı pek çok rivayet nakledilmiştir. Hz. Osman (ra) da, “Resûlullah'ı (sas) benim aldığım gibi abdest alırken gördüm.” diyerek, etrafındakilere sünnete uygun bir şekilde abdest almayı öğretmiş ve devamında Allah Resûlü'nün (sas), “Kim benim aldığım şu abdest gibi abdest alır da sonra kalkıp iki rekât namaz kılarsa ve kıldığı bu namazda hatırına dünyalık getirmezse Allah onun geçmiş günahlarını affeder.” buyurduğunu nakletmiştir.
Abdest, başta namaz olmak üzere, Kur'an okumak ve Kâbe'yi tavaf etmek gibi diğer ibadetlerin de anahtarı konumundadır. Nitekim Allah Teâlâ (cc), kullarına namaza kalktıkları zaman abdest almalarını emretmiş, Hz. Peygamber (sas) de Allah'ın (cc) emrettiği şekilde güzelce abdest alınmadıkça namazın tamamlanmayacağını bildirmiştir. Allah Resûlü (sas), “Namazın anahtarı temizliktir, namazın başlangıcı tekbir almak, bitişi ise, selâm vermektir.” buyurmuş, temizlenmeden yani abdest almadan hiçbir namazın kabul olmayacağını şu şekilde dile getirmiştir: “Sizden bir kimse, abdesti bozulunca tekrar abdest almadıkça Allah (cc) onun kılacağı namazını kabul etmez.” Ashâbdan bir kişinin abdestini tam almadan, ayağında kuruluk bulunduğu hâlde namaz kıldığını gören Allah Resûlü (ra), ondan abdestini ve namazını iade etmesini istemiştir. Bu şekilde Sevgili Peygamberimiz (sas), huşû ile kılınarak tadına varılan namazların, ancak eksiksiz alınan bir abdestle mümkün olabileceğini bildirmiştir.
“Cennetin anahtarı namaz, namazın anahtarı ise abdesttir.” buyuran Allah Resûlü (sas), namazla abdest arasındaki sıkı irtibattan dolayı pek çok kez bunları birlikte zikrederek, bu iki ibadetin günahların affına vesile olduğunu haber vermiştir. “Bir kimse abdest alır ve güzelce abdest almaya özen gösterir, ardından da namaz kılarsa, bu abdestle namaz arasında işlediği (günahlar) o namazı kılıncaya kadar mutlaka bağışlanır.” buyuran Hz. Peygamber (sas), abdestle arınan kulun namazla Rabbini yüceltmesinin mükâfatını dile getirmiştir. Ümmetine, “Kim güzelce abdest alır da kalbiyle ve yüzüyle yönelerek iki rekât namaz kılarsa, cennete girmeyi hak eder.” müjdesini veren Sevgili Peygamberimiz (sas), hakkını vererek abdest alıp namaz kılan kişinin âhirette hak ettiği mevkii bildirmiştir.
Resûl-i Ekrem'in (sas), günahlara kefaret olan ve hasenatı artırmaya vesile kılınan şeyler arasında zikrettiği abdest, devam edildiği sürece, kişinin mânevî yönden derecesinin yükselmesine de sebep olmaktadır. Nitekim Allah Resûlü (sas) bir sabah vakti Hz. Bilâl'e (ra), “Ey Bilâl! Bana Müslüman olduğun dönemde işlediğin ve çok faydasını umduğun bir amelini söyle! Zira ben bu gece cennette önümde senin ayakkabılarının sesini işittim!” buyurmuş ve şu cevabı almıştır: “Doğrusu benim işlediğim ve en çok faydasını umduğum amel, gecenin veya gündüzün bir saatinde tertemiz paklanıp sonra da o temizlikle Allah"ın bana takdir ettiği kadar kıldığım namazdır.”
Resûl-i Ekrem (sas), genellikle her namaz için abdest almayı tercih etmiş, Mekke'nin fethedildiği gün olduğu gibi, tek abdestle bütün vakitleri kıldığı da olmuştur. Sahâbîler ise çoğu zaman, abdestleri bozulmadığı sürece aynı abdestle namaz kılmaya devam etmişlerdir. Abdest tazelemenin faziletinden dolayı kimi sahâbîler, her namaz için abdest almaya özen göstermişlerdir. Nitekim her namaz için abdest aldığı görülen Abdullah b. Ömer'e (ra) bunun sebebi sorulduğunda şöyle demiştir: “Ben, sabah namazı için abdest alsaydım, abdestim bozulmadıkça onunla (günlük) bütün namazları kılabilirdim. Lâkin Resûlullah'ın (sas), "Kim abdest üzerine abdest alırsa kendisi için on hasene (sevap) vardır." buyurduğunu işittim ve bunun sevabını arzuladığım için bu şekilde abdest aldım.”
Allah Resûlü (sas), namaz ve benzeri ibadetleri yerine getirmek amacıyla abdest aldığı gibi, diğer zamanlarda da mümkün mertebe abdestli olmaya özen göstermiştir. Ashâbını bununla yükümlü tutmamış ancak onların da bunu uygulamalarından hoşlanmıştır. Hz. Âişe (ra), Resûlullah'ın (sas) yatmadan önce namaz abdesti gibi abdest alıp öyle uyuduğunu nakletmekte, Allah Resûlü (sas) de abdestli olarak yatağına giren ve uykusu gelinceye kadar Allah'ı (cc) zikreden kimsenin, dünya ve âhirete dair yaptığı duasının kabul edileceğini haber vermektedir. Bunun yanında, abdestin öfke ateşini söndürdüğünü bildiren Hz. Peygamber (sas), ashâbına öfkelendiklerinde abdest almalarını tavsiye etmiştir.
Suyun temiz ve temizleyici olarak kabul edildiği İslâm dininde su kullanarak temizlenmek her fırsatta teşvik edilmiştir. Temiz olmak kaydıyla su vasfı değişmeyen sıvılardan da abdest alınabileceği bilinmektedir. Hz. Peygamber (sas), deniz suyuyla abdest alınıp alınmayacağı sorusuna, denizin suyunun temiz, ölüsünün de helâl olduğu şeklinde cevap vermiştir. Allah Resûlü (sas), Kur'an'da, “temizlenmeyi seven kimseler” olarak anılan Kubâ ahalisinin, mânevî temizliklerinin yanında, suyla yapılan temizliğe de özen göstermeleri dolayısıyla övgüye lâyık olduklarını bildirmiştir.
Hz. Peygamber'in (sas) “imanın ayrılmaz bir gereği” olarak nitelediği abdest, şüphesiz yalnız bedendeki kirleri temizlemekle kalmaz, insandaki olumsuz duyguları, negatif enerjiyi, hata ve günahların karasını da alır götürür. “Her kim abdest alır ve de abdesti(ni) güzelce almaya özen gösterirse, günahları vücudundan çıkar, hatta tırnaklarının altından süzülür gider.” buyuran Allah Resûlü (sas), abdest ile yere dökülen her damlanın kişiyi günahlarından arındırmaya vesile olduğunu müjdelemektedir. O hâlde yıkanan yalnız abdest uzuvları değildir; Allah'ın rahmetiyle insanın benliği yıkanmakta ve günaha bulanan her uzuv bu arınmadan nasibini almaktadır. Resûl-i Ekrem bu arınışı şöyle dile getirmektedir: “Müslüman —veya mümin— bir kul/kişi abdest alır da yüzünü yıkarsa, gözleri ile baktığı her günah suyla —yahut suyun son damlasıyla— yüzünden çıkar gider. Ellerini yıkadığı zaman elleriyle işlediği her günah su ile —yahut suyun son damlası ile— beraber ellerinden çıkar gider. Ayaklarını yıkadığı zaman ayaklarının yürüyerek işlediği her günah su ile —yahut suyun son damlasıyla— birlikte çıkar gider. Sonunda o kul/kişi günahlarından arınmış olur.”
Abdestle dünyada temizlik ve arınmışlık duygusunu tadan mümin, âhirette de abdestin nuruyla aydınlanacaktır. Zira, “Müminin ziyneti (nuru), abdest suyunun ulaştığı yere kadar varır.” buyuran Allah Resûlü (sas), abdestin, inananları yalnız dünyada değil, âhirette de nurlandıracağı müjdesini vermektedir. Abdest nuru, âhirette Muhammed ümmetinin alâmet-i fârikası olacak ve müminler abdest uzuvlarındaki parlaklık sebebiyle “(elleri ayakları) sekililer” diye çağrılacaklardır. Nitekim Allah Resûlü (sas), kıyamette kendilerini tanıyıp tanıyamayacağını soran ashâbına, “Elbette tanıyacağım. Sizin o gün hiçbir ümmette bulunmayan bir simanız olacak. Benim yanıma abdest izlerinden dolayı yüzleriniz ve ayaklarınız nurlu olarak geleceksiniz.” şeklinde cevap vermiştir. Bu nedenle, bu hadisi nakleden Ebû Hüreyre (ra), abdest alırken kimi zaman kollarını pazılarına kadar, ayaklarını da baldırlarına kadar yıkamış ve yanındakilere şu tavsiyede bulunmuştur: “Sizden her kim yapabilirse bu parlaklığı artırsın!”
Sevgili Peygamberimiz (sas), abdest almayı ve mümkün olduğunca abdestli bulunmayı tavsiye etmekle birlikte, abdest alırken suyun israf edilmesini yasaklamıştır. Ashâbından Sa'd b. Ebû Vakkâs'ın (ra) abdest aldığı sırada suyu fazla kullandığını görünce ona, “Bu ne israf!” demiş, Sa'd ise, “Abdestte de israf olur mu?” diye sormuştu. Bunun üzerine Allah Resûlü (sas), “Evet, akan bir nehir kenarında olsan bile (haddinden fazla tüketirsen abdestte de israf olur)!” buyurarak bu konudaki hassasiyetini dile getirmişti.
Abdest, idrar ve dışkı yollarından herhangi bir şey çıktığında, ağız dolusu kusma, vücudun herhangi bir yerinden kan, irin gibi şeylerin çıkarak akması durumlarında bozulmaktadır. Zikredilen bu durumların gerçekleşebilmesi ihtimaliyle, insanın iradesini kontrol edemediği, bayılma, delirme, sarhoş olma ve uyuma gibi durumlarda da abdestin bozulması söz konusudur.
Allah Resûlü (sas), tuvalet ihtiyacını giderdiği zaman abdestini tekrar almıştır. Ancak namazda iken karnında bir ağrı hissederek abdestinin bozulduğu zannına kapılan kişinin bir ses duymadığı veya koku hissetmediği sürece namazına devam etmesi gerektiğini bildirmiş, bu tür vesveselerin şeytanın işi olduğunu haber vermiştir. Hz. Peygamber (sas), uyuma ve kusma durumlarında ise abdestin bozulduğunu bildirmiştir.
Abdestte, baş, boyun ve kulaklar ıslak el sürülmek suretiyle mesh edilir. Aynı şekilde mest ve sargı üzerine de mesh etme söz konusudur. Dinde kolaylığın esas olması bağlamında, özellikle soğuktan korunmak için giyilen mestlerin ve yaralara sarılan sargıların üzerine mesh etmenin abdest için yeterli olduğu bildirilmiştir. Hz. Peygamber (sas) de kimi zaman başıyla birlikte sarığının, mestlerinin, ayakkabı, çizme ve (mest özelliğine sahip olan kalın) çoraplarının üzerine mesh ederek bu konuda ümmetine kolaylık sağlamıştır. Resûlullah (sas), mest üzerine meshin süresini yolcu için üç gün üç gece; yolcu olmayan kimse için ise, bir gün bir gece olarak tayin etmiş, mestlerin uyku veya abdest bozma durumlarında çıkarılmamasını ancak cünüplükten dolayı çıkarılmasını emretmiştir. Mest üzerine meshin makbul olabilmesi için mestlerin abdestli olarak giyilmiş olması, ayaktan çıkarılmaması ve ayağın ıslatılmaması gerekmektedir. Abdesti bozan durumların mest üzerine meshi de bozduğu, dolayısıyla mestli iken abdesti bozulanın, mestini çıkarmadan üzerine mesh etmek suretiyle yeniden abdest alması gerektiği bilinmektedir.
Daha önce de belirttiğimiz üzere, İslâm'da temizliğin su kullanılarak yapılması esas olmakla birlikte, suyun bulunmadığı veya hastalık, soğuk, can güvenliği endişesi gibi çeşitli nedenlerden ötürü su kullanımının mümkün olmadığı durumlarda kolaylık prensibi gözetilerek teyemmüme ruhsat verilmiştir. Toprak veya toprak türü temiz bir madde kullanılarak ellerin, yüzün ve kolların mesh edilmesi şeklinde yapılan teyemmüm, zorunlu durumlarda abdest ve guslün yerine geçen itibarî/simgesel bir temizliktir. Allah Teâlâ (cc), kullarını temizlemek, onlar için nimetini tamamlamak ve onların şükretmesini sağlamak maksadıyla, kullarına teyemmüm kolaylığını getirdiğini şu şekilde bildirmektedir: “Eğer hasta veya yolcu iseniz veya def-i hacetten gelmişseniz yahut kadınlarla münasebette bulunmuş olup da su bulamamışsanız temiz toprağa teyemmüm edin, ondan yüzlerinize ve ellerinize mesh edin. Allah (cc) size güçlük çıkarmak istemez fakat şükredesiniz diye sizi temizleyip arındırmak ve size olan nimetlerini tamama erdirmek ister.”
Teyemmümle ilgili âyetin indiriliş sebebiyle ilgili Hz. Âişe'den (ra) gelen bir rivayete göre, Allah Resûlü (sas) ve müminler bir yolculuktan dönmekteydiler. Bu sefer sırasında Hz. Âişe'nin (ra) gerdanlığı kaybolmuş, insanlar da onu aramaya koyulmuşlardı. Ancak arama işi uzamış, tan yeri ağarmaya başlamıştı. İnsanların abdest için su bulamamaları ve namaz vaktinin girmiş olması dolayısıyla teyemmüm âyeti nâzil olmuştu. Bunun üzerine Allah Resûlü (sas) ve müminler, kalkıp teyemmüm yapmışlar hatta ashâbdan Üseyd b. Hudayr (ra), bu âyetin inişine sebep olması dolayısıyla Hz. Âişe'ye hitaben, “Allah seni hayırla mükâfatlandırsın! Vallahi, senin başına ne sıkıntı gelmişse mutlaka Allah (cc) senin için onda bir çıkar yol ihsan etmiş ve o işte Müslümanlar için bir bereket kılmıştır.” demişti.
Beden temizliğinin ötesinde mânevî bir arınma yöntemi olan teyemmümün yapılışını Allah Resûlü (sas), “(Teyemmüm) eller için (bir vuruş) ve yüz için bir vuruştur” şeklinde tarif etmiştir. Böylece teyemmüm, ister abdest isterse boy abdesti niyetiyle olsun, elleri —avuç içi toprağa gelecek şekilde— temiz toprağa dokundurup yüzü meshetmek, sonra bir kez daha dokundurup kolları dirseklerle beraber meshetmekten ibarettir.
Abdest ve guslü bozan şeyler yanında, kullanılabilir su bulmak da, teyemmümü bozmaktadır. Teyemmümü gerekli kılan şartların uzaması durumunda abdest ya da gusül niyetiyle teyemmüme devam edilir. Nitekim Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur: “Temiz toprak, on sene boyunca su bulamasa bile Müslümanın abdest suyu (mesabesinde) olur.” Allah Resûlü'nün (sas) ve ashâbının gerekli gördükleri durumlarda teyemmüm yapmayı tercih ettikleri bilinmektedir. Nitekim ashâbdan Amr b. Âs (ra), Resûlullah tarafından bir askerî birliğin başında komutan olarak görevlendirilmiş ve seriye ile gönderilmişti. Amr b. Âs (ra), gittikleri yerde soğuk bir gecede ihtilâm olmuş ve suyla guslederse hastalanıp öleceğinden korkup teyemmüm etmişti. Hatta arkadaşlarına da teyemmümlü olarak sabah namazını kıldırmıştı. Bu durumdan rahatsız olan bazı kimseler Resûlullah'a (sas) şikâyette bulunmuşlar ancak Allah Resûlü (sas), Amr b. Âs'ın (ra) bu davranışını onaylamıştı. Yine sahâbîlerden Ammâr b. Yâsir'in de gittiği bir sefer sırasında gusletmesi gerekmiş, ancak su bulamayınca o da toprakta yuvarlanmış ve sonrasında namazını kılmıştı. Bu durumu Resûlullah'a (sas) anlattığında ise, Peygamberimiz (sas) sadece elleriyle (toprağa vurup yüzünü ve kollarını meshederek) teyemmüm etmesinin yeterli olacağını söylemişti.
Allah Resûlü (sas), suyun bulunmadığı veya kullanılmasının çeşitli sıkıntılara sebebiyet verebileceği durumlarda teyemmüm yapılmasında hiçbir sakınca görmemiş hatta bundan kaçınanları eleştirmiştir. Nitekim Resûlullah (sas) zamanında başından yaralanan bir kişinin gusletmesi gerekmiş, teyemmüm yapabilecekken arkadaşlarının ısrarı üzerine yıkanmış ve bunun neticesinde vefat etmişti. Bu durumu duyan Allah Resûlü (sas) üzülerek, “Onun ölümüne sebep oldular, Allah (sas) onların canlarını alsın! Cehaletin şifası sormak değil miydi?” demişti.
Peygamberimiz (sas) zamanında iki adam yolculuğa çıkmışlar, ancak namaz vakti geldiği hâlde su bulamamışlardı. Toprakla teyemmüm edip namaz kıldıktan sonra su bulmuşlar ve biri namazını iade ederken diğeri etmemişti. Resûlullah'a (sas) bu olayı anlattıklarında o, namazı tekrar kılmayan kimseye, “Sünnete uyup doğru yapmışsın; namazın tamamdır.” demiş, abdest alıp tekrar kılana ise, “Sana da iki kat sevap vardır.” buyurmuştu.
Cenâb-ı Hakk'ın (cc) huzuruna çıkmadan önce mümin insan, dıştan içe doğru bir temizlik yapar. Şartlara göre kimi zaman abdest kimi zaman gusül bazen de teyemmümle, yalnız bedenini değil, ruhunu, nefsini ve gönlünü arındırır, bu şekilde huzur-ı ilâhî'ye çıkmaya lâyık hâle gelir. Abdest suyunun paklığında veya temizleyici olan toprağın saflığında mânevî bir iklime doğru ilk adımını atar. Arınmaya içtenlikle niyet eden insan, yıkadığı her bir uzuvla sadece görünen kirlerden değil, mânevî kirlerinden yani günahlarından da arınır. Yalnız ibadetlerin değil, hakkı verildiğinde cennetin de anahtarı olabilecek bu arınmayla kişi, dünyanın geriliminden kendisini soyutlayarak huzura kavuşur. Mümin, Resûl-i Ekrem'in (sas) gösterdiği hassasiyetle ve hissettiği samimiyetle abdestini aldığında, şüphesiz temizliğin verdiği gönül rahatlığını tadacak ve ibadetin tadına varabilecektir. Abdesti Peygamber Efendimizin (sas) ve ashâbının abdestine ne kadar benzerse, hayatının da onlarınki gibi berraklaşması mümkün olabilecektir. Her zaman abdestli bulunmaya özen gösteren mümin, abdestin serinliğini ve huzurunu hissederek her an temiz kalacaktır. Zira, “Abdeste ancak mümin kimse müdavim olur.” buyuran Allah Resûlü (sas), inananları hayatın her ânını abdest temizliğinde yaşamaya teşvik etmiştir.