Günün ve ömrün her anında dilinden zikir ve niyaz düşmeyen Allah Resûlü (sas) akşam ve sabah şöyle dua ederdi:

"Allah’ım! Senden dünya ve âhirette afiyet dilerim. Allah’ım! Senden dinim, dünyam, ailem ve malım hakkında af ve afiyet dilerim. Allah’ım! Ayıbımı gizle." (Ebû Dâvûd, Edeb, 100-101)

Yeryüzünün akıllı ve onurlu varlığı olan insan ile Rabbi arasında görünmeyen bir bağ vardır. Allah’ın ruhları yarattığı o ilk günden yani elest bezminden beri, her bir ruhun Rabbimiz ile iletişimi vardır. Bu iletişim, tevhide inanan ve varlığını Rabbine adayan mümin kimselerde zirveye ulaşır.

Tanrıyı tanımadığını söyleyen, O’nun gönderdiği dine sırtını dönen inkarcıların ruhuna gelince, onlar Allah’tan uzaktır sanılmasın. Dilleri ve kalpleri mühürlense de en nihayetinde ruhları O’na dönecek ve ahiret günü hesap verirken yine O’nunla iletişime geçecektir.

Dua bir iletişim tarzıdır. Farklı dinlere ve kültürlere bağlı olsa da inanç sahibi olan ve maneviyata değer veren her insan, duaya hayatında yer açar. Dua, özünde sınırlı ve aciz bir varlık olan insanın, kendisinden çok daha yüce, sınırsız ve mutlak irade sahibi olan bir güce yalvarmasıdır. Halini ona arz etmesi, ondan yardım istemesi, ondan medet ummasıdır. İmkansızlıklar ya da çaresizlikler karşısında Allah’a dua eden mümin kul için de dua, vazgeçilmez bir ibadettir.

Dua kulluğun özüdür. Kul olduğunu, muhtaç olduğunu, bir avuç çamurdan ibaret olduğunu ikrardır. Allah’a duyulan sevginin, saygının, itimadın ifadesidir. “Hiç kimse olmasa sesimi duyan, Allah var, O yeter!” diyebilmektir.

En güzel örneğimiz Sevgili Peygamberimiz de hayatından duayı eksik etmezdi. Aslında onun dilinden sıklıkla dua cümleleri dökülmesi, Allah ile sürdürdüğü kesintisiz iletişimin eseriydi. Duayla beslendiğinin, dua sayesinde Allah’ın rahmetini yanı başında hissettiğinin göstergesiydi. Peygamber Efendimiz savaşta ya da barışta, gecede ya da gündüzde, namazda ya da yolculukta, evde ya da çarşıda fark etmeksizin dua eder, her yapıp ettiğini Allah’a arz ederdi. Açlıkta da toklukta da, korkuda da sevinçte de, yalnızken de kalabalıkta da edecek bir duası mutlaka olurdu. Bazen kötülüklerden Allah’a sığınır, bazen O’nun inayetiyle iyilikleri hayatına çağırır, bazen de ölüm ve ötesi için yalvarırdı.

Resûl-i Zîşan Efendimizin dualarında sağlık, huzur, barış, esenlik ve bereket gibi iç açıcı kavramlar gül misali açardı. İnsan ne kadar çalışsa çabalasa, sonuçta ona bu güzellikleri ihsan edecek olanın Yüce Mevla olduğunu vurgulardı Peygamberimiz. Sabah ve akşam mübarek dilinden dökülen dualar arasında da af ve afiyet niyazının olması elbette tesadüf değildi.

Affedilme ihtiyacı, insan olmanın gereğidir. İnsan, bilerek ya da bilmeyerek işlediği onca hatanın ve kusurun affedilmesini ister. Bağışlanmak, arınmak, temizlenmek ve yaşadığı değer kaybını telafi etmek ister. İnsanı gerçek manasıyla affedecek olan ise sadece ve sadece Allah’tır. Geçmiş ve gelecek bütün günahları affolunmuş olan Peygamberimizin Allah’tan hâlâ af dilemesi elbette bizlere örnek içindir. Sevdiğinin affını istemenin güzelliğini görmemiz içindir. Sadece kendisi için değil, ailesi, sevdikleri ve hatta bütün müminler için de bağışlanma dilemek ise sünnet-i seniyyedir.

Afiyet, her anlamda huzurlu ve hoşnut olmaktır. Sağlıklı, mutlu, gönlü sekinet içinde olmaktır. Hayatından memnun, hâlinden razı olmaktır. Bu öyle bir nimettir ki para ile satın alınabilmesi, değiş-tokuş yaparak elde edilebilmesi mümkün değildir. Zengin, soylu, meşhur ya da güçlü nice insan vardır ki ağzının tadı yoktur. Yüreği darda, aklı firardadır. Afiyetle yaşayamaz. Zira afiyete kavuşmak, o huzuru ve tadı almak ancak Allah’ın ikramıyla mümkündür. İşte bu yüzden Peygamberimiz de Allah’tan kendisi, ailesi, dinî yaşantısı ve dünyevî işleri için afiyet niyaz eder. Bu dünya hayatı ile yetinmez, ahiret hayatı için de afiyet duasında bulunur. Elimizdeki her türlü nimetin içimize sinmesi, bize umut vermesidir afiyet. O halde güzel olan, sadece nimeti istemek değil, ona afiyetle sahip olmaktır.

Şimdi düşüncelerimizi Kudüs’e çevirelim. Gazze’ye, Filistin coğrafyasına…

Elde avuçta imkân adına ne varsa hepsini yitiren insanların topraklarına…

Afiyet nedir unutmuş, ağızlarının tadı kalmamış ama dirayetle ayakta durmaya devam eden müminlerin vatanına…

Onların huzuru, sağlığı, hayatlarının düzene girmesi ve topraklarının zulümden temizlenmesi için desteğe ihtiyaçları var. Bu desteğe bizim dualarımız da dâhil elbette.

Allah’tan dünyamız ve ahiretimiz için af ve afiyet dilerken, dualarımızı kendimize has kılmayalım. Bencil olmayalım. Gazzeli çocukları, Kudüslü gençleri, Filistinli kadınları ve bütün mazlumları, mağdurları, muhacirleri duadan unutmayalım.

Afiyet öyle geniş bir anlama sahip ki…

Onu dilerken, dileğimizi daraltmayalım.

Dünyanın barışı, af ve afiyeti için duaya sarılalım.