Peygamber Efendimiz, tarihin cefalı sayfalarından bahsettiği bir hadisinde şöyle buyurmuştu:

Sizden önceki ümmetler içinde öyle mümin kişiler vardı ki müşrikler tarafından yakalanır, onun için yerde bir çukur kazılır ve o çukurun içine gömülürdü. Sonra büyük bir testere getirilir, başının üzerine konulurdu ve kesilerek başı ikiye ayrılırdı. Bir başkasının da demir taraklarla derisinin altındaki kemiği ve sinirleri taranırdı da bu işkenceler o mümini dininden çeviremezdi. Ama Allah’a yemin ederim ki, bu din kesinlikle tamamlanacaktır.” (Buhârî, İkrâh, 1)

Peygamberimiz bunları anlattığında İslam’ın ilk yıllarıydı. Güçlünün zayıfı ezdiği zalim düzenlerinden ve atalarının dininden vazgeçmek istemeyen müşrikler, her yolu deniyordu. İslam’ın gönülleri aydınlatmasına engel olmak için her türlü imkânlarını seferber ediyorlardı. Ve eziyet ediyorlardı. Müslümanları hidayet yolundan döndürmek, Son Peygamberi susturmak için işkence ediyor, hakaret ediyor, zulmediyorlardı. Güçlüydüler, zengindiler, söz sahibi ve mal sahibiydiler. Karşılarında kim durabilirdi? Ezip geçiyor, çarpıp alıyorlardı.

İşte böyle bir zamanda Sevgili Peygamberimizin taze ve berrak davetine koşan Müslümanlar vardı. Kimisi köle, kimisi genç, kimisi muhtaç Müslümanlar. Yürekleri güçlüydü, imanları zengindi ama bu, onların eziyet görmesine engel olamıyordu. Alaylar, küfürler, tehditler, tehcirler arasında yaşamaya çalışıyorlardı. Masumdular; yeni bir dine inanmakla arınmış, sabırlı ve sebatkârdılar.

Sevgili Peygamberimiz tam da böyle bir ortama şefkati ve adaleti öğretmek için gönderilmişti. Barbarlık ve kabalık hökelekli voltalar atarak şehri dolaşırken, Mekke’nin insanına nezaketi ve merhameti öğretmek ne ağır bir görevdi… Âlemlere rahmet Hz. Muhammed (s.a.s.), şiddeti bir kenara koyarak insanca yaşamanın usulünü öğretmek için ne çok emek verecekti…

O günler sabır istiyordu. Karanlığın dağılacağına olan inançla aydınlığı beklemek, kötülüğün ilanihaye sürmeyeceğini bilerek iyilikte ısrar etmek, sabır istiyordu. Aciz ve sessiz bir sabır değildi bu. Aktif ve bilinçli bir sabırdı. Ne uğruna dişini sıktığını, neden sabrettiğini bilen bir duruştu. İlk müminler bu duruşa sahipti. Ve Peygamberimiz onlara daha önceleri de asırlar boyunca kendileri gibi asil bir sabırla Allah yolunda ayaklarını yere sağlam basan müminlerden örnekler veriyordu.

Asırlar geçti. İslam toplumları güçlendi. Medeniyetler inşa edildi. Dava yolunda sabır, neredeyse nostaljik bir hatıraya dönüştü. Aklını, emeğini, vaktini İslam davası uğrunda seferber etmek tatlı bir ideal. Yazılıyor ama ne kadar okunuyor? Anlatılıyor ama ne kadar öğreniliyor? Öğreniliyor ama ne kadar uygulanıyor? Meşakkatin tadı, azmin sıcaklığı, gözyaşının gücü ne kadar hatırlanıyor? Sorulur hâle geldi.

Rahata düşmek, kendine yaşamak, konfora âşık olup lezzet peşinde koşmak bugünün insanı için abartılarak anlatılıyor ama aslında insanoğlunun tabiatında var. Her çağın, her coğrafyanın kendine has apayrı güzellikleri içinde kendine “hakları çok ama sorumlulukları az” bir hayat kurma çabası insanın kanında var. Oysa iyiliğe giden, başarıyı temin eden ve en önemlisi de ahiret mutluluğuna götüren yol, gayret ve sorumluluk ile yürünüyor. İçinden gelen ile dininin emrettiği arasındaki dengeyi kurmak: İşte bunun adı mümin olmak…

Ashâbın çektiği eziyetler, önceki peygamberlerin tebliğine inanan kimselerin çektiklerine benziyordu. Bugün sadece Müslüman oldukları için işkenceye ve baskıya maruz kalan insanların çektikleri de ashâbın çektiği sıkıntılara benziyor. Hicret, şehadet, savaş, sefalet… Her biri sabır gerektirirken Gazze’den başlayan zulüm yayılmaya devam ediyor.

Bugün de aslında mümin olmak meşakkate hazır olmak anlamına geliyor. Refah içinde yüzerken cihat tanımı yapılamıyor. Derdini sevmek, İslam davasına âşık olmak yürek istiyor. Sanmayın ki zulüm sustu! Hakaret, yalan, iftira, şiddet sosyal medya balonuna binmiş kıtalar dolaşıyor.

Gazze başta olmak üzere, hak ve hakikat yolunda sebat eden kardeşlerimizi saygıyla anıyorum.

Ne yapabiliriz, bir daha ve bir daha düşünmeye kendimi ve sizleri davet ediyorum.

Gevşemeden boykota, duaya, hakikati konuşmaya, çocukları bilinçlendirmeye devam edelim.

Peygamber Efendimizin müjdelediği gibi, elbette Allah nurunu, dinini tamamlayacaktır. Kafirler karşısında müminlerin yenilmesine izin vermeyecektir.

Yeter ki biz mümin olalım…