Peygamberimiz, insan haklarını korumak için Hak Teâlâ tarafından konulan kurallara dair bir uyarıda bulunmuştu:

“Bir kimse gerçek dışı bir yemin ederek bir Müslüman’ın hakkını elinden alırsa, Allah o kimseye cehennemi mutlak kılar ve ona cenneti haram eder.” Böylesine ağır bir uyarı karşısında oradakilerden birisi şaşırarak sormuştu: “Eğer bu hak, basit bir şeyde olsa da böyle mi?” Peygamberimiz cevap vermişti: “İsterse misvak yapılan erak ağacından bir dal parçası olsun.” (Müslim, İman, 218)

İnsan, hayata geldiği andan itibaren sahip olduğu haklarla yaşar. Haklarını elde ederek yaşamak ister. Sorumluluklarını yerine getirirken, haklarının da korunmasını bekler. Hakkı elinden alındığında üzülür, öfkelenir. İnsan hakları Allah vergisidir; hem ikramdır hem kanundur.

Öncelikle her insanın yaşama hakkı vardır. Barınma ve beslenme, mal edinme ve biriktirme hakkı vardır. Eğitim görme, inanma ve fikir üretme hakkı vardır. İnsan olmanın vazgeçilmez gereği olan temel özgürlük alanları, keyfi uygulamalarla kısıtlanamaz. Dinimize göre, kadın-erkek, genç-yaşlı her birey için kendine özel dokunulmaz bir alan olmalı, herkes birbirinin dokunulmazlıklarına saygı göstermelidir.

İnsanoğlunun hak hukuk tanımadığı zamanlarda neler yaşandığını anlatmaya gerek var mı? Birebir ilişkilerde olduğu gibi, toplumlar ve devletler arası ilişkilerde de hakka riayet esastır. Her düzeyde hak ihlali ise “zulüm” olarak adlandırılır. Zulüm bizim inancımıza göre haramdır. Allah zalimleri sevmez ve er ya da geç zalimin hakkını mazlumdan alır.

İnsan bir küçük bakış atsa etrafına, nice hak sahibi görür çevresinde. Eşi, anne babası, çocuğu, komşusu, iş arkadaşı hatta ağaçlar ve kediler… Hepsinin kendi çapında özen ve saygı bekleyen hakları vardır. Kendi çıkarları için yaşayan kimse, diğerlerinin haklarını gözden kaçırma riskiyle karşı karşıyadır. Daima ve sadece kendi hakkının peşinde koşan ise diğerlerinin haklarını unutacaktır.

Oysa hak ve sorumluluk dengesidir hayatı yaşanır kılan. Sorumluluğunu üstlendiğinde zaten doğal olarak diğerlerinin haklarını da korumuş olur insan. Eş olma sorumluluğunun farkındaysa mesela, eşinin haklarını çiğnemez, kendi haklarını sayıp dökerken onun da hakları olduğu gerçeğini atlamaz.

İslam’da günahı ve sevabı küçümsememek şeklinde bir ilke vardır. Küçük de olsa hem günahın hem de sevabın anlamı vardır ve kişi bu anlamı sıradanlaştırmamalıdır. Hak ihlalleri de günah sınıfına girer ve ufak bir konuda, basit bir meselede bile olsa asla küçümsenmemelidir. 

Sonuçta her büyük adımın bir küçük deneme ile başladığı düşünülürse, insanın hata konusunda kendisine her şekilde dur demesi beklenir.

Peygamberimiz de buna işaretle, bir dal parçasını haksız yere almanın, sahibinden izinsiz ve rızasız biçimde değersiz bir eşyaya bile el uzatmanın cehenneme sürüklediğini anlatıyor. “N’olacak canım! Amaaan abartmaya gerek yok!” diyerek önemsenmeyen haksızlıkların, umulmayacak kadar ağır neticeleri olacağını söylüyor. Bir ismi el-Hak olan Rabbimizin, haksızlığı hoş görmediğini, daima haktan ve ahlaktan taraf olmayı emrettiğini anımsatıyor.

Maddi değeri olmasa da sahibine aidiyeti ile değer kazanan bir dal parçası, onu gasp edeni acı sona sürükleyebiliyorsa, gelin Gazze’ye bakalım…

Sahip oldukları bütün hakları gasp edilen Filistinli Müslümanların halini düşünelim.

En başta yaşama hakları ellerinden alınan, evleri, sevdikleri, en değerli eşyaları avuçlarından kayıp giden, her şeyini kaybeden Müslümanlar… 

Ve onları sadece Allah’a inandıkları ve kendi topraklarında özgürce yaşamak istedikleri için dev bir hapishaneye kapatan, yollarını kesen, izlerini silen, zincirleyen zalimler…

Hak Teâlâ’nın böyle büyük hak ihlallerini cevapsız ve cezasız bırakması mümkün mü?

Yalan yeminler, hurafe iddialar, vaad edilmiş toprak saplantıları ile Müslümanları yerinden yurdundan edenlerin yolu cehenneme çıkacak elbet. Allah onlara cenneti haram kılacak. Koskoca bir dünya insan haklarına dair şiirler okuyup masallar anlatırken, hak hukuk ve ahlakın Filistin’de esamisi okunmuyor. Bu acı gerçek karşısında bize düşen ise hem kendi küçük dünyamızda hem de Filistin’den dünyanın dört bucağına ulaşan evrende hakkın takipçisi ve koruyucusu olmak. Bir ufak dal parçasından ne çıkar ki demeden…