Resûlullah Efendimiz (s.a.s.) bir hadisinde dünya ve ahiretle olan ilişkimizi önceliklerimiz üzerinden değerlendirerek şöyle buyurmuştur:

“Kimin derdi (niyeti ve önceliği) ahiret olursa Allah onun zenginliğini kalbine yerleştirir, iki yakasını bir araya getirir ve dünya boyun eğmiş bir şekilde ona gelir. Kimin derdi de dünya olursa Allah onun fakirliğini iki gözü arasına koyar ve iki yakasını bir araya getirmez. Oysa zaten (ne kadar hırslı olursa olsun) ancak kendisi için takdir edilen kadar dünyalık elde edebilir.” (Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 30)

Ahiret de Allah’ındır, dünya da. Ahiret yolcusu insan da dâhil olmak üzere, bütün varlıklar Allah’a aittir. Mülk O’nundur; Kudret ve hüküm O’nun… Bir kocaman oyalanma içinde koşarken insanoğlu, bu tartışmasız gerçeği unutur kimi zaman. Mal kendisinin, makam kendisinin, güç kendisinin zanneder. Her istediğine sahip olmak, herkesi yönetmek, her arzusunu gerçekleştirmek adına debelenir durur. Oysa hep acizdir, her an yardıma muhtaç ve bitişe yakındır. Son tahlilde kararın sahibi o değil, Allah’tır.

Ahirete giden yolda hızla ilerleyen her yolcu, arada nefes alıp durmalı ve düşünmelidir: Bu gidiş nereye? Arada teraziyi önüne koyup tartmalıdır: Dünya ve ahiret kefeleri ne durumda? Dengeler şaşmış mı? Hırslar dünya kefesini dolup taşırmış mı? Ahiret kefesi boş kalmış mı?

Dünya öyle cazip ve güzel ki, insanın kapılıp gitmemek için uyanık kalması ve sürekli uyarılması gerekiyor. Beş vakit ezan boşa okunmuyor, gün içinde beş defa namaz öylesine kılınmıyor. Yolculuğu hatırlayıp, ahireti hissetmek şart! Dünya nimetleri öyle renkli ve göz alıcı ki, insanın kendine sınır çizmesi ciddi emek istiyor.

Büsbütün sırtını dönmemek ama hepten kendini de kaptırmamak için dünya ile bir yürek mücadelesidir sürüp gidiyor. Akıl ve vahiyden gücünü alan mümin için dünya ahiretin tarlasıdır deniyor. Tarladan da alın teri ile ekip dikmeden, yorulup yıpranmadan bol ürün alınmıyor.

Dünya ile ahiret arasında denge kurmakla meşgul iken dikkatimizi çeken bir husus var: Önceliğimiz, özen ve önem atfettiğimiz hangisi? Elbette birinden birini yok sayamıyoruz. Peki gönlümüzde hangisine daha büyük bir yer ayırıyoruz? 

İşte Peygamberimiz bu noktada niyet ve gayretlerimizi sorgulamamızı istiyor. Bir kimsenin zihnini daha fazla meşgul eden, daha çok önem ve yatırım yaptığı yer ahiretse, onun yüreğinde bir kanaat duygusu oluşacağına ve dünyada da bu sayede rahat yaşayacağına dikkat çekiyor. Çünkü böyle bir insan, niçin yaratıldığını ve kendisinden ne beklendiğini biliyor. İmana ve salih amele göre hayatını dizayn ediyor. Elde ettiği ile mutlu oluyor ve Allah’tan başkasına umut bağlamıyor. Yetinen ve sevinen, derdi tasası ahiret olan, aklı fikri sonsuz hayatın kazançlarında takılı kalan bu mümini ilahi ikramlar bekliyor. O dünyanın peşinde koşmadığı için, dünya onun peşinde koşmaya başlıyor. İşleri derli toplu ve kolay ilerliyor.

Diğer taraftan kimin derdi günü, aklı fikri dünyalık kazanç ve menfaatlerde ise, onun kalbi bir türlü doymuyor, dingin ve olgun hale gelemiyor. Zengin bile olsa mutlu olamıyor. Dünyanın peşinde koşmaktan bitap düşse de hırslı ve yetinmez hali bir türlü sona ermiyor. İşleri zorlaşıyor, yolları çetrefilleşiyor. Bir türlü kanmıyor, akıllanmıyor. Peygamberimizin son cümlesi çok etkileyici: “Oysa zaten ancak kendisi için takdir edilen kadar dünyalık elde edebilir.”

Yalan dünyanın önceliği kalbimizi kaplamışsa Gazze’ye bakalım!

O yalan dünyanın gözleri önünde yerle yeksan olan Gazze’yi düşünelim.

Filistinliler için dünya çıkarları imandan önce gelseydi çoktan topraklarını terk etmişlerdi.

Dünyada rahatlarını önceleselerdi çoktan zalime boyun eğmiş, sus pus olmuşlardı.

Mutluluğu dünya cennetlerinde arasalardı çoktan köleleşmiş, erimişlerdi.

Oysa öncelikleri ahiret olduğu için hâlâ direniyorlar. İnanılmaz bir gönül zenginliği ile insanlığa adalet dersi veriyorlar.

Dertleri tasaları ahiret olduğu için, dünya ellerinden hızla kaydığı halde metanetle yaşamaya devam ediyorlar.

Elbette Peygamber müjdesi onları bulacak. Yürekleri huzura, işleri kolaylığa, akıbetleri hayra erecek.

Bize düşen mi? Kendi terazimizi kurmak…