"Müminlerden bazı kimseler Allah’a verdikleri sözü yerine getirdiler, kimileri onun yolunda can verdiler, kimileri de ecellerini bekliyorlar; (vaadlerini) asla değiştirmediler." (Ahzab,33/23)
Bir Hikaye
Bir savaşta asker yan siperde yaralanan arkadaşına yardıma gitmek için komutanından izin ister. Komutan arkadaşının yarasının ciddi olduğunu, şehit düşmüş olabileceğini kendisini de tehlikeye atmasının doğru olmadığını, çünkü hala o sipere ateşin devam ettiğini söyleyerek kabul etmez. Ama asker ısrarla arkadaşına gitmek için izin ister. Komutan izin verir. Arkadaşının yanına gider asker zar zor sürükleyerek yaralı arkadaşını getirir. Ama arkadaşı şehit düşmüştür. Komutanı biraz da sitemli bir şekilde: Değdi mi? diye sorar. Asker yaşlı gözlerle cevap verir. "Değdi komutanım, son sözleri geleceğini biliyordum oldu" der.
Denge: Yerinde ve Zamanında Bulunmak / Davranmak
Dengeleri korumak, sözünü çoğu zaman özellikle uluslararası ilişkilerde duyarız. Hayatın kendi içinde bir dengesi var. Yani Allah’ın yarattığı kainatta gezegenlerin hareketi, yağmurun yağması, gece ve gündüzün oluşması gibi yürüyen bir denge var. Bu dengenin sebebi hiç şüphe yok ki bu yaratılmışların emr-i ilahiye uymalarından kaynaklanıyor. Rabbimiz biz kulları içinde "dünya-ahiret dengesi ” için Kur'an-ı Kerim’i göndermiştir. Zulmün ortadan kalkması ve adaletin hakim olması için çalışmak görevimizdir. Zulme destek olmanın sonunun acı bir akıbet olduğunu Kur'an-ı Kerim bize haber vermektedir. (Hûd,11/113)
Kur'an-ı Kerim’in genel ahlaki talimatlarından birisi de; iyiliği emretmek, kötülükten alıkoymaktır (Âl-i İmran,3/110). Ayette geçen “iyiliği emir” bir manada sözlü bir uyarı; “ kötülükten alıkoymak” ise fiili / amelî bir müdahaleyi bize hatırlatmıyor mu? Yine bir başka ayette de şöyle buyrulmaktadır: “İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Âl-i İmran,3/104)
Zamanında Davranmak Deyince
Zamanında olunması gereken yerde olmak ve yapılması gerekeni yapmak önemlidir. Bu açıdan tedbir, hazırlık ve fiile dökmek üçlüsü hem sorumluluk hem de başarı açısından olması gerekenlerdir. Bu sebeple Efendimiz (sas)'in hayatı dikkatli okunmalıdır.
Örnek:1
Halife Hz. Ebu Bekir kendi döneminde zekat vermekten imtina eden kabileler olmuş. Bu itaatsizliğe karşı aldığı tedbir almış ve hemen orduyu hazırlamıştır. Bu duruma itiraz edenlere söylediği sözü çok net ve anlamlıdır. Bu tavra işaretle son devir alimlerinden Ebü’l Hasan Nedvi’nin (1914-1999) Ebu Bekir’i Olmayan İrtidat isimli kitap yazması da çok manidardır. Ridde ve lâ Ebâ Bekre lehâ (Mekke 1382/1962)
Örnek:2
Muhammed Esed (1900-1992) Mekke’ye Giden Yol isimli kitabında Senûsiyye tarikatı şeyhi Şeyh Ahmed Şerîf Senusi (1873-1933) ile aralarında geçen bir görüşmeyi anlatır. Devir İslam coğrafyasının zor zamanlarıdır. Gece yarısı şeyhin müritlerinde bir hareketlilik olur. Ne olduğunu anlamaya çalışan Muhammed Esed’e Senûsî, müritlerinin zikirle meşgul olduğunu söyler. Zikir alameti olarak tekbir sesleri gelmez. Bilakis makine sesleri gelir. Bu duruma şaşıran Muhammed Esed’e şeyh Senûsî şu cevabı verir:
"Şu anda müritler silahlarını söküyor, temizliyor ve yeniden takıyor, bu zamanın zikri budur, çünkü düşman kapıdadır." diyor.
Örnek:3
Bir Müftü: Denizli Müftüsü Ahmed Hulusi Efendi
Toplum önderleri olarak din hadimleri tarihin her döneminde üzerine düşeni yapmışlardır. İstiklal savaşında İlk cihad fetvasını yayınlayan da zamanın Denizli müftüsü Ahmed Hulusi Efendi’dir. 15 Mayıs 1919 günü tellallar ile halkı topladığı müftülük binasının önünde fetva veren Ahmet Hulusi Efendi "Müftünüz olarak Cihad-ı Mukaddes Fetvasını ilan ve tebliğ ediyorum. Elinizde hiçbir silahınız olmasa dahi üçer taş alarak düşman üzerine atmak suretiyle mutlaka fiili mukabelede bulununuz" sözleriyle halkı ayaklandırdı.
Kazanmak veya kaybetmek, Âmir b. Füheyre : “ Şimdi Kazandım”
Hz. Peygamber (sas) henüz Dârülerkam’a çekilmeden önce Müslüman olan kölelerden. Bu sebeple büyük işkencelere maruz kaldı. Daha sonra Hz. Ebû Bekir tarafından satın alınıp azat edildi ve onun koyunlarının çobanlığını yaparak geçimini sağladı.
Hicret esnasında koyunların izlerini silmek için getiren ve aynı zamanda süt tedariki yapan sahabi. Hicret esnasında kutlu yolcuları takip eden ve Efendimiz (sas)’den berat alan Süraka’nın beratını yazan sahabi.
Bi’ri maûne’de tuzağa düşürülen grupta idi. Cebbar b. Sülma’nın attığı mızrak, henüz kırk yaşında olan Amir’in sırtından girip göğsünden çıktı. O anda Amir, “Kazandım vallahi!” diye haykırınca öldürdüğü insanın son nefesindeki bu sözüne bir mana veremeyen Cebbar, günlerce üzerinde düşündüğü bu olayın tesiriyle daha sonra Müslüman oldu. Cebbar b. Sülma ve bu baskını düzenleyenlerin reisi olan Amir b. Tufeyl, Amir b. Füheyre’nin naaşının önce göklere yükseldiğini, daha sonra yere indiğini bizzat gördüklerini söylemişlerdir (bkz. DİA).
Son söz: Bugün biz Gazze için elbette çok üzülüyoruz. Ama asıl soru şu: Kim kazandı? Kim kaybetti?