İslam dünyasının Bestseller filmlerinden biri belki de birincisi Çağrı (orijinali The Message), diğeri ise “Çöl Aslanı” - Ömer Muhtar- özgün adıyla (Lion of the Desert) tır. Her iki filmi de Rahmetli Mustafa Akad çekti.
Çağrı filminde İslam’ın doğuşu, yayılışı, Peygamberimiz ve ilk inananların mücadeleleri; diğerinde Libya halkının Ömer Muhtar öncülüğünde İtalyanlara karşı verdiği mücadele anlatılıyor.
Sizlere ikinci filmden bir kesit sunacağım.
Ömer Muhtar (Anthony Quinn) cihat ettiği arkadaşlarından birinin, beyaz bayrak kaldıran İtalyan askerini vurmasına mani olur.
Arkadaşı; “…ama onlar bizi vuruyor…” dediğinde,
Ömer Muhtar; “…onlar bizim hocamız değil…” der.
Müslümanım diyen insanın hocası -her ne kadar beylik bir laf olduğu söylense de- Allah ve Resulü, bir de onların aydınlık yolundan gidenlerdir.
Efendimiz; “Ümmetim yanlışta birleşmez” buyuruyor. Doğru ila yanlışın ne olduğu İslam’da belirtilmiştir.
Yüce Yaratıcı, İslam ümmetini her türlü aşırılıktan uzak “vasat ümmet” olarak yarattığını söylerken, Peygamberimiz de; “aşırılar helak olmuştur” buyurarak ümmetini ölçülü olamaya davet etmiştir. Müslüman fevri ve hissi davranamaz. Ehliyle istişare eder ve gereğini yapar.
Bu temel ölçüye uygun hareket etmeyenler kendine olduğu kadar ikinci şahsa da zarar verir. Maalesef bize bizim dışımızdakiler değil, içimizdekiler daha fazla zarar vermektedir.
Elbette bizimle ilgili yapılan her türlü tenkidi dikkate alırız, almalıyız da. Eğer söylenende doğruluk payı varsa teşekkür eder gereğini yapar, kendimize çeki düzen veririz. Aksi takdirde yolumuza devam ederiz.
Ama tenkitte art niyet, İslam’ı ve Müslümanları küçük düşürme, değerlerimizle alay etmek varsa o zaman da yol kılavuzumuza daha bir sarılırız.
Çünkü kulluk kitabımızda Cenabı Hak; “Sen onların dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hristiyanlar da senden asla memnun kalmayacaklardır. De ki; “asıl doğru yol ancak Allah’ın yoludur.” Eğer sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyarsan, bilesin ki artık Allah sana ne dost ne de yardımcı olacaktır” (2/120) buyuruyor.
Diğer taraftan;
Müslüman, seven ve sevilendir. Efendimiz; ‘Sevmeyen ve sevilmeyende hayır yoktur.’ buyuruyor.
Müslüman, sosyal ve cemiyet adamıdır.
Müslüman, ikinci şahısla diyalog kurandır/kurabilendir.
Müslüman, insanların derdiyle dertlenen, onların sorunlarıyla uğraşandır.
Müslüman, inzivaya çekilip ibadetle meşgul olmaktansa insanların içinde olmayı yeğleyendir.
Müslüman, uçurumun kenarında, ateşin kıyısında gördüğü insanın haliyle hallenen, sorumluluk sahibidir.
Müslüman, hayata ve insanlara ferasetle bakıp, sırf kötülükleri görmekle kalmaz, aynı zamanda ‘Çürümüş köpeğin güzel dişlerini görendir/görebilendir.’
Müslümanın, hiç kimseyi ötekileştirmeyendir.
Müslüman, Allah’a ait tasarrufu kullanamaz/kullanmamalıdır. (Kimin cennete, kimin cehenneme gideceği O’nun takdirindedir)
Müslüman, taksimat-ı ilahiyi kabul edendir.
Müslümanın bu tür değer yargılarını çoğaltmak mümkündür.
Sonuç olarak derim ki;
Biz, bizim olan değişmez değerlerimizi her işimizin önüne geçirirsek,
Kınayanın kınamasından korkmazsak,
Hak hukuk ve adalete dikkat edersek,
Kendi hakkımız kadar başkalarının da hakkını gözetirsek,
Kendi yaşama hakkımızın olduğu kadar başkalarının da hakkının olduğuna inanırsak,
Meselelere empatiyle bakarsak,
Her şey çok daha iyi olur.
Dünya ve ahiretin mutlak sahibi; “Ey iman edenler! Siz kendinizi düzeltin. Siz doğru yolda olursanız, yoldan sapan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah'adır. O zaman Allah, size yaptıklarınızı haber verecektir” (5/105) buyurmaktadır.