Kendisinden netice beklenen bir eylemin “vesile” ve “maksat” merkezli iki kutuplu bir boyutu mutlaka bünyesinde barındırması gerekir. Buna göre, bir ideale ulaşma hususunda müspet sonuç elde etmek isteniyorsa hem vesile hem de maksat müspet olmalıdır. Aksi takdirde bu alanlardan herhangi birinde menfi bir yaklaşım söz konusu olduğunda netice de menfi olacaktır. Nitekim araç ve amacın pozitif yüklendiği bir eylem, dinî literatürde “rıza” kavramıyla vücut bulmuş ve kulun iradesiyle Yaratıcının muradının kesişmesi anlamında “tevfîk”; ayrışıp uzaklaşması manasında da “hizlân” olarak isimlendirilmiştir. Buradan yola çıkacak olursak dindarın, mahlûkata merhamet ve mabûda itaat şeklinde özetlenebilecek Allah rızası idealine ulaşma inancının dünyevileşme neticesinde farklı bir boyuta evrilmesinde mantığa bürüme psikolojisi etkilidir. Diğer bir ifadeyle, kendince dinen meşru gördüğü bir gaye için gayri meşru bir vesileye başvurabilen dindar bireyden sadır olan böylesi bir yaklaşımın, dünyevileşme temayülüne etkisi azımsanmayacak ölçüdedir.
Bugün realiteye baktığımızda, dünyevileşmenin yarattığı sisli kulluk yolculuğu sebebiyle artık şablonik hâle gelmiş yüce idealler sadece hükmen itibara alınmakta; gayrimeşru vesileler, maalesef artık geçerliliğini ve fonksiyonunu yitiren bu üst kutsal yapıya atfedilmektedir. Bunun neticesinde ise nesep probleminin yaşandığı bir eylem manzumesi ve nihayetindeki ardı arkası kesilmez bir kaos ve travma hâli toplumu karşılamaktadır. Kimlik, şuur ve istikamet sorunu doğuran bu asimetrik davranış, her ne kadar bazı yeryüzü sakinlerini memnun etse de Yaratıcıyı asla razı etmemektedir. Belki de ilk başlarda bazı uygulama ya da kısıtlamaların, iyiliklerin önünü tıkadığı düşüncesiyle dindarın hile-i şeriyye yöntemine tutunarak kendince meşru bir mecra açma çabası, ilerleyen süreçte şahsi maslahatların devreye girmesiyle onu kopkoyu bir karanlığın içine sokmuştur. Resmedilen bu tabloda din değerini, bilgi ve duygu düzleminde yaşamaktan ziyade bireysel menfaatlere uygun hâle getirme yönelimi, dindarın dünyevileşmeye yeşil ışık yakmasına sebebiyet vermiştir. Bunda da dindar kişiliğin dinî sorumluluğu içselleştirmekten kaçınması, makulleştirmesi ve(ya) kolaylaştırma düşüncesi tebarüz etmektedir.
Yüce Allah’ın bizlere bahşettiği yaşamda sürekli iyiliği yahut devam edegelen bir kötülüğü gözlemlemek mümkün değildir. Hayata anlamını katan bu çok renklilik elbette nice hikmetlere mebnidir. Dünya hayatını ahirete nispetle anlamlı kılan bu durum, dinî yaşayışta imtihan gerçeğiyle karşılık bulmuş, dünya ve ahiret muvazenesini doğru kuranlara ebedi kurtuluş ve saadet müjdelenmiştir. Fakat mutluluğun çoğu zaman problem çözme becerisinde saklı olduğunu unutan ve karşılaştığı sorunlarla başa çıkamayan insan, yapıcı anlayışı terk ederek vazgeçme/çekilme sendromu veya tükenmişlik psikolojisiyle bazen tüm kaleleri teslim edebilmektedir. Hâlbuki dinin içselleştirerek tahkiki boyutta yaşandığı, fikir ve aksiyonla bezenmiş bir hayat, dindar bireyi yaşam problemlerine karşı dirençli, sabırlı ve huzurlu kılmaktadır. Ne yazık ki bu durum, her zaman sözü edildiği şekilde cereyan etmeyebilmektedir. Nitekim hayatta karşılaştığı sorunları Allah’la kurduğu irtibatla bertaraf edemeyen, iki zorluğun bir kolaylığa asla galip gelemeyeceği ilahi hakikatini gör(e)meyen; insana, eşya, tabiat ve kâinata yönelik maneviyatın kaynaklık ettiği maruf bakış açısını kaybeden bir dindar, kendisini tümden dünyanın sahte ışıltısına teslim ederek topyekûn bir iflasın eşiğine gelebilmektedir. Bu itibarla, dindarı dünyevileşmeye götüren süreçte, yaşam krizlerini yönetememe psikolojisi büyük fotoğrafı görmede atlanamayacak önemli bir sâiktir. Bunda, Yaratıcı hakkında üst düzey bir bilgiye sahip olması, O’na layıkıyla kulluk etmesi ve O’nu her daim hatırda tutarak hayat bulması gereken dindarın Rabbiyle yaşadığı olumsuz bağlantı problemi oldukça etkilidir. Bunun neticesinde ise zihinde gerçekleşmesi imkân dâhilinde olan edilgen/olumsuz Allah tasavvuru, dindarı dünyevileşmeye sevk etmektedir. Esasında aşkın boyutla yüzleşmekten çekinmesi sebebiyle dindar bireyin kendi öz aldatması olarak gerçekleşen bu durum, İslam dininin aşırı uçları törpüleyerek dindarlığı takva denen orta yola çektiği gerçeğinin ne denli önemli olduğunu bir kez daha gözler önüne sermektedir.
Modern zamanda, insanın tabiatla bağlantısını koparması ve sonrasında yaşadığı toprakları terk ederek kentlere göç etmesiyle sosyolojik açıdan “ara blok dindarlık” olarak isimlendirilebilecek kompleks bir yapı oluşmuştur. Bilgi ve şuur düzeyine ulaşan, marifetle bezeli ideal dindarlık ekseninden kaymalar gösteren bu yaklaşım ile dünyevileşme arasında doğrudan bir ilişkiden bahsetmek mümkündür. Dindarda göç psikolojisinden kaynaklandığı düşünülen ve kent hayatına adaptasyon problemi olarak yansıyan bir takım olumsuzluklar, ana akım geleneksel dindarlığın kent hayatıyla doku problemi yaşaması neticesinde vuku bulmaktadır. Nitekim kentleşme süreci sonrası dindar bireydeki yerleşik, oturmuş ve sahih örfle tezyin edilmiş bir dünya görüşünden yoksunluk, onu ikircikli hareket tarzıyla yaşamaya zorlamıştır. Belirsizlik psikolojisinden kaynaklanan bu çift yönlü gri tablo, dindarı dünyevileşme gerçeğiyle asıl kentlilerden çok daha hızlı yüzleştirmektedir. Bununla birlikte, kırsaldan kente göç ederek muhafazakârlık motivasyonuyla seküler dünya görüşüne muhalefet eden başka bir dindar sınıf gözleme konu olmaktadır. Bu anlayışta, genellikle oluşturdukları aidiyet örgütleriyle kimliğini deklare edebilen, nitelikten ziyade nicelikle gündeme gelen, duygunun baskın olduğu; analiz, sentez ve hüküm değerinden yoksunluk sebebiyle taklit, taassup ve kutuplaşmadan beslenen bir varlık haritası söz konusudur.
Sonuç olarak ifade etmek gerekirse, ahir zaman dindarının belki de en çetin sınavı olan dünyevileşme realitesi, kendisine yardım eli uzatan hatırlı dostları sayesinde her geçen gün donanmasına yeni neferler kazandırmaktadır. Modernite rüzgârının ayakları titrettiği bu aşırı tazyik ve bozguna karşı gösterilecek en somut hamle, insanı zevalden kemale erdiren Yüce Allah’la bağlantıyı her şart ve durumda en üst seviyede tutmaktır. Kişiyi selim fıtratıyla buluşturacak bu ideal için de günde bir defa, namaz sonrası tok bir zihin ve gönülle Hira tecrübesi yaşamak en iyi reçete olacaktır.