İnsanın dünya serüveni doğumla, bir nevi dünyaya dair ilk çığlıkla/ tepkiyle başlar ve ölümle biter. Bu iki nokta arasındaki çizgiye ömür denir. Her ömür, kişiye özel bir sermaye, ayrı ve özgün bir hikayedir.
Hayat ise hem anlam hem de bağlam olarak daha kapsamlıdır. Nitekim ölüm hayatın değil doğumun zıddıdır. Hayat doğumdan önce başlar ve ölümden sonra da devam eder. Hayata yüklediği anlam insan için en temel konudur. Zira o anlam hayatın gayesini ve hayata dair şeyi belirleyecektir.
Müslümanlar için hayatın anlamı ve gayesi, yeryüzünde, Allah’ın peygamberleri aracılığıyla öğrettiği ilkelere uygun şekilde yaşamaktır. Kur’an-ı Kerim’de insanın varoluşunu anlamlandıran ve yeryüzü misyonunu izah eden ayetlerden biri olan Zariyat Suresi 56. Ayette “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım,” buyrulmaktadır. Bu yönüyle ibadet kavramı hayatın her anını ve alanını kuşatan ve varoluşsal boyutları olan bir ifadedir.
Müslüman hayatının ve düşüncesinin temel kavramlarından biri olan ibadet, gündelik hayatımızda sıkça duyduğumuz, kullandığımız bir ifadedir. Ancak bilgi ve tefekkür boyutu göz ardı edildiğinde, hayatı kuşatan kurallar manzumesinden gönülden geçen iyi yönelişlere kadar çok farklı çağrışımlar yapabilmektedir.
Kelime anlamı itibariyle ibadet; itaat etmek, karşı gelmemek, boyun eğmek, isyan etmemek gibi manalara gelmektedir. Kişinin sevgi ve bilinçle Rabbinin buyruklarına gönülden itaat etmesi, hiçbir şeyi O’na ortak koşmaması ve davranışlarını O’nun hoşnutluğunu dikkate alarak düzenlemesidir.
İbadet aynı zamanda varoluşsal bir farkındalığı ifade eder.
Hayatın anlamı, başlangıcı, sonu gibi, düşünen insan için en temel sorular karşısında verilen sakin ve derin cevaplar taşır. Bu farkındalığa göre evrende hiçbir şey tesadüf değildir. Kâinatı tasarlayan mutlak kudret ve üstün akıl sahibi yüce bir yaratıcı vardır. Âlemdeki her canlının varlığında nice hikmetler gizlidir. En değerli varlık olarak insan, yaratılmışlar içinde üstün özelliklerle donatılmış ve sorumlu kılınmıştır. Hayatın içinde, iyi-kötü, acı-tatlı, kolay-zor gibi sevinç ya da hüzne dair olayları yaşarken ve yorumlarken Allah’ın varlığı ve hayatın anlamına dair farkındalık canlı tutulursa, insan hayatın yükünü daha kolay taşıyabilecek ve hayata dair tepkilerinde daha makul sınırlar içinde kalabilecektir. Söz konusu inanca ve duyarlılığa sahip bir kişi hayatın hiçbir zorluğu, meşakkati karşısında ümitsizliğe kapılmayacak, bunalımlar karşısında daha güçlü olacaktır. Allah’ın varlığına iman, büyük bir dayanma gücü ve sabırla mücadele azmi verecektir. Diğer yandan hiçbir zenginlik ve dünyalık mümin bir kişi için, şımarma, kibre esir olma, kendini farklı ve üstün görme, çılgınca davranışlara meyletme gibi savrulmalara, dağınıklık ve tutarsızlıklara neden olmayacaktır. Zira kulluk farkındalığına sahip kimse için hayat bir sınanmadır. Dünyaya dair her şey geçicidir. Asıl olan insani değerlere bağlı kalmaktır. Sahip olunan her nimet ve güzelliğin karşılığında yapılması gereken en temel şey şükran duygusuyla yaşamaktır. Şükür ise en açık ifadeyle, nimetin ve mülkün yegâne sahibi olarak Allah’ı bilmek ve sahip olduğu zenginliği, O’nun peygamberleri aracılığıyla gösterdiği şekilde kullanmaktır. Zira insanların istifadesine sunulmayan, başkalarının iyiliğine katkı sunmayan zenginliğin şükrü yerine getirilmiş olmayacaktır.
İbadet konusunda iki genel kategoriden bahsetmek mümkündür.
Birincisi formel yani belli vakitlerde ve belli şekillerde yapılan ibadetlerdir. Kişinin Rabbine karşı derin saygısını ve emsalsiz sevgisini sembolize eden söz konusu ibadetlerin nasıl yapılacağı peygamber tarafından öğretilmiş ve gösterilmiştir. Namaz, oruç, zekât, hac, kurban gibi ibadetler bunun en açık örnekleridir. Elbette her ibadet öncelikle Allah emrettiği için yapılır. Yani hükmün illeti, Allah’ın söz konusu ibadetlerin yapılmasına dair açık emridir. Bununla birlikte her ibadetin pek çok hikmeti ve hayata kattığı sayısız güzellik vardır. Söz konusu ibadetler, hikmet ve güzellikleri göz ardı edilerek sadece Allah’ın kullarını tabi tuttuğu bir imtihan konusu olarak yorumlanmamalıdır. Bir başka açıdan bu ibadetler, insanın muhtaç olduğu değerler ve erdemlere en kısa yoldan sahip olması için Yaratan’ın gönderdiği bir nimet ve imkân olarak görülmelidir. Yani insanlara zahmet olsun diye değil, rahmet olsun diye istenmiştir. Nitekim Allah’ın, ibadete ihtiyacı elbette yoktur. O hiçbir şeye muhtaç değildir. Ancak insanların, ibadetin kazandırdığı güzel hasletlere ihtiyacı vardır. İnsan ibadet etmeye muhtaçtır. Çünkü her ibadetin hayata sayısız güzellik kattığı açıktır. Örneğin, İbadet ahlak ilişkisinin en bariz şekilde görüldüğü alanlardan biri olan namaz kötülüklerden alıkoyar. Kişiyi sağlam bir duruş sahibi yapar. Özgürlüğün zirvesidir. İnsanı eşyaya esir olmaktan kurtarır. Allah’a yönelişin en somut göstergesidir. Beden, akıl ve kalbin buluştuğu, ortaklaşa gerçekleştirdiği muhteşem bir ibadettir. Oruç takvaya, sakınmaya, sorumluluk bilincini kuşanmaya götürür. Paylaşmaya, empati kurmaya, nimetin değerini bilmeye zemin olur. Zekât hem malı hem de sahibini temizler, sevgi ve muhabbete vesile olur. Hac varoluşun provası gibidir. Hakikat zemininde yeniden diriliştir. Kurban iyiliğe adanmışlıktır.
İbadetlerin en somut tezahürü hayata adalet ve güzel ahlak olarak yansımasıdır.
İbadetler kişiyi eğiten, olgunlaştıran bir vicdan ve irfan mektebidir. Özellikle formel ibadetler kul ile Rabbi arasında özel bir bağ ve iletişimdir. Bunun için iman, amel ve ahlak, hayatın içinde birbirinin varlığına delil olmalıdır. Kur’an-ı Kerim’in gayesinin en özlü ifadesi, güzel ahlaka sahip insan ve adalete dayalı bir toplum inşa etmektir. Nitekim Allah’ın “yüce bir ahlaka sahip olduğunu,” ilan ettiği ve “en güzel örnek” olarak tanıttığı sevgili peygamberimiz, “ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” sözüyle adeta peygamberlik misyonunu ve tüm mücadelesinin nihai gayesini ortaya koymaktadır.
Ahlak en kolay tanımıyla bir davranış biçimidir.
Karakter ve mizaç anlamına da gelir. Ahlakın terim manaları içinde en beğenilen ve yaygın olanı İmam Gazzâlî’nin, “Ahlak, insanda yerleşen öyle bir melekedir ki, bu melekeden dolayı davranışlar hiçbir zorlama olmadan, düşünüp taşınmadan, kolaylıkla sadır olur.” şeklindeki tarifidir. İbadetlerin ahlaka dönüşmesi bu durumu sağlayan en önemli imkandır. İbadetler ile Rabbinin huzuruna duran, O’na söz veren, yeryüzü gayesinin her daim farkında olan insanın davranışları nezaket ve adalet üzere olacaktır. Böyle bir kişiden beklenen, kimseye zarar vermemesi, haksızlık yapmaması, kimseyi incitmemesi, hayata değer katması, bulunduğu yeri güzelleştirmesidir.
Nitekim davranışa yansımayan, güzel ahlaka dönüşmeyen ibadet konusunda Peygamberimiz de müminleri çarpıcı ifadelerle uyarmaktadır. Mesela orucun takvaya dönüşmesi için oruçlu kişi davranışlarına dikkat etmeli, çevresine huzursuzluk vermemelidir. Peygamber efendimiz bu ahlaki duyarlılığı göz ardı eden, oruç tuttuğu halde yalan söyleyen ve yalan yere şahitlik yapanların oruç tutmasına Allah’ın muhtaç olmadığını ifade etmekte ve “Nice oruç tutan var ki elde ettiği tek şey sadece açlık ve susuzluktur. Geceleri ibadetle geçiren nice kişi vardır ki kıyamdan nasibi uykusuz kalmaktır,” sözüyle ahlaka dönüşmeyen ibadetin kişiye fayda sağlamayacağını ifade etmektedir. Başka bir hadiste Peygamberimiz çok somut ve hayatın içinden bir örnek vermekte; “Uzun yolculuklar yapmış, üstü başı tozlanmış, saçı başı dağılmış, ellerini semaya uzatan ve “Yâ Rab, yâ Rab!” diye yalvararak dua eden bir adamdan söz ederek “Fakat onun yediği haram, içtiği haram, giydiği haramdı. Haram ile beslenirdi. Peki böyle birinin duası nasıl kabul edilsin” buyurmaktadır.
Diğer bir örnekte ise Hz. Peygamber, ibadet ahlak ilişkisi kuramayanları müflis tüccara benzetmektedir. O, bir gün arkadaşlarına “Müflis kimdir, biliyor musunuz?” diye sormuş, onlar da “müflis malı mülkü kalmayan kimsedir.” diyerek cevap vermişlerdir. Bunun üzerine Sevgili Peygamberimiz, “Gerçek müflis, kıyamet günü namaz, oruç ve zekât ibadetlerini yerine getirmiş olarak gelir. Aynı anda o, kimine sövmüş, kimine iftira etmiş, kiminin malını haksız yere yemiş, kiminin kanını dökmüş, kimini de dövmüştür. Bunun üzerine iyiliklerinin mükâfatı ondan alınır, haksızlık yaptığı kişilere verilir. Üzerindeki kul hakları bitmeden sevapları biterse, zulmettiği kişilerin günahları alınır, kendisine yüklenir. Sonra da cehenneme atılır.” Bu rivayet ibadet ahlak ilişkisini mefhumu muhalifi itibariyle çok veciz bir şekilde özetlemektedir. Benzer bir örnekte de Hz. Peygamber, ibadet etmesiyle şöhret bulmuş bir kadının, sözleriyle komşularını incitmesinden dolayı cehennemlik olduğunu ifade etmektedir.
Burada önemli bir husus da gelişigüzel mülahazaların kolayca algı operasyonuna dönüşebildiği bir zamanda, ibadet edenlerin zaafları, hataları üzerinden ibadetlerin değerlendirilmesinin ve önemsizleştirilmesinin tutarsızlığıdır. Sanatçıya kızarak sanata, zengine kızarak paraya tavır almak ya da kıymeti bilinmeyen veya istismar edilen değerlerin bizzat kendisini suçlayarak onlardan vazgeçmek nasıl anlamsız ve yanlış ise, aynı şey söz konusu durum için de geçerlidir.
İkincisi ise; geniş anlamı ve hayatı kuşatan boyutuyla ibadet, tüm tavır ve davranışların iman bilinciyle ve mümine yakışır şekilde yapılmasıdır.
Kişinin hayatın her anında sadece Allah’ın hoşnutluğunu merkeze alarak niyetiyle, aklıyla, kalbiyle ve davranışlarıyla iyi bir insan olma ve hayata değer katma gayesiyle hareket etmesidir. Bu bilinç hayatın tamamını ibadete dönüştürecektir. Bu durumda en önemli ve hassas nokta ise niyettir.
Niyet, İslam inancında tüm tutum ve davranışlar için en belirleyici faktördür. Çünkü niyet kalbin yönelişidir. Davranışın öz değeridir. “Ameller ancak niyetlere göre değer kazanır” hadis-i şerifi davranışların değerlendirilmesinde temel kabul edilmiştir. Niyet, adeti, olağan, sıradan davranışları ibadete dönüştürür. Dolayısıyla Rabbinin rızasından başka bir beklentiye girmeden, iyi niyet ve samimiyetle yapılan her meşru iş ve davranış ibadettir. Sahibine ibadet sevabı kazandıracaktır. Buna göre; iyi bir mümin ve insanlığa faydalı bir birey olma gayesi en üstte tutulduğu sürece devam edilen eğitimin her anı, çalışılan her sınav, okunan her kitap ibadete dönüşecektir. Güzel ahlakın ikamesine, yeryüzünün imar ve ıslahına, insanların hizmetine, hayatın huzuruna katkı sağlamayı öncelikli gaye edinen, iyilik adına yapılan her iş ve davranış ibadet gibi mübarek ve değerlidir.
İman ibadet ve hayatı birleştiren en özlü yaklaşımı Peygamber efendimiz İslami literatürde Cibril hadisi olarak meşhur olan hadis-i şerifte bizlere öğretmektedir. Burada, iman ve İslam’dan sonra “ihsan” kavramını açıklayan Peygamberimiz, ihsan; “Allah’ı görür gibi ibadet etmendir. Sen O’nu görmüyor olsan da O seni görmektedir,” buyurmaktadır.
Öyleyse, ihsan bilinci canlı tutulduğunda hayat ibadete, ibadet neşeye dönüşecektir.