Sarardığında yaprak, çölleştiğinde toprak, karardığında gökler, azdığı vakit dalgalar korku ve kasvet kaplar, bitmez tükenmez hayalleri olan insanı.
"Ey oruç, diriltici rüzgâr, İslam baharı
Es insan ruhuna inip yüce ilham dağından
Kevser içir, âbıhayat boşalt kristal bardağından
Susamış ufuklara insan kalbinin ufuklarına.”
(Sezai KARAKOÇ)
Ramazan İklimi ve Kıyıları Yeniden Belirlemek
Aç kalmak mı ya da oruç tutmak mı? Nefes almak mı ya da yaşadığının farkında olmak mı? Görmek mi ya da ışığın gölgelediklerini resmedebilmek mi? Nedir bir parça cürmü ile işgal ettiği, içinde kaybolup gittiği bu devasa boşluğu anlamlı kılan insan için?
Uzayıp gider bu sorular böylece, varlığını konumlandırmak için et ve kemikle var olup kan ile canlanan ruh ile anlam kazanan insan için. Elbette ki rengine kandığı dünya hayatına balıklama dalmışken şüphesi de vardır ahiriyle ilgili, “Ben öldükten bir süre sonra sahiden yeniden hayata döndürülecek miyim?” diyerek dile getirdiği sorusuyla.
Ebedî Bir Menzil
İnsanoğlunun cehaletinin derinliği ile orantılı olarak gösterdiği bu pervasız cüretkârlığına, yaratılış mahiyet ve hikmetini unutayazanların bu hadsiz küstahlığına karşın kutlu elçinin Mekke’nin yalçın kayalıklarını bir yel misali yalayıp çağlar boyu yankılanan “...(Gaflete) dalan, gülüp oynayan, kabirleri ve toprak altında çürümeyi unutan kul ne bedbahttır! Azan, haddi aşan, nereden geldiğini ve nereye gittiğini unutan kul ne bedbahttır!” ikazıyla ebedî bir menzilin varlığı kesin bir dille hatırlatılmaktadır.
Sarardığında yaprak, çölleştiğinde toprak, karardığında gökler, azdığı vakit dalgalar korku ve kasvet kaplar, bitmez tükenmez hayalleri olan insanı. Ürperir kalbi, titreyiverir ruhu, büzüşür bu sebeple o nazik teni, akını kaybettirir âdeta büyüyüp koskocaman olunca göz bebeği ve nihayet çehresi olmadık şekle girer ve bu hâli afallatır, onu yıllardır en mahrem hâliyle tanıyanı bile.
Bir Hayalin Peşinden Koşmak!
Hâlbuki gündelik yaşamında çok rahattır. Bitmez tükenmez hayalleri ve yapacakları vardır. Tozutur meskûn olduğu sokağı, ticaretini sürdürdüğü çarşıyı. Hesap etmeksizin ahirini ve dahi ahiretini. Umarsızca ve biteviye bir koşturmacayla, o kadar ki; pabucu bile hükmünü yitirmiş, neden sonra tabanının çıplaklığı toprakla temas edince ardına dönüp, kaldırdığı toza dumana bakma ihtiyacı duymuştur! Yazık ki kaybetmiştir o an peşinden sürüklenip koşuşturduklarını işte öylece.
Bir hayalin peşinden koştuğunu anlar, bir daha elini değemeyeceğini bile bile, hiçbir zaman sahibi olamayacağı, gem vurup birlikte dem vuramayacağı nice süslerin peşinde iken geldiği noktada apansızın “Kaçacak yer var mı?” diye sorarak nihayetinde bir çıkış kapısı arayışı içinde tutuşacaktır etekleri.
Hasatta Yüzü Gülebilmek
İşte tam da böyle bir anda “Reyyan” olup bir cümle kapısı gibi çıkış arayana istimdat eder oruç. Öyle bir oruç ki; “Biz, kimlerin daha güzel amel edeceğini deneyelim diye yeryüzündeki her şeyi oranın süsü yaptık.” beyan-ı ilahisi fehvasınca yeryüzünün süslerine tamah etmeden ruhları başta olmak üzere insanlık ederini süsleyecek erdemlere ve tefekküre ulaştıracak bir yöneliş. Komşusunun açlığını kendi tokluğunda hastalanıp yitmeden çare olmaya yol bulacak bir uruç.
Aradığı soruların cevabını bulmaya niyet ederek toprağın altına attığı tohumun çürüyüp yok olmasından endişesi olmayan mütevekkil bir çiftçi edasında ramazan ikliminde gayret gösterip hasatta yüzü gülebilmek ve yüz güldürmek çabasında bir yolculuk. İmsaktan iftara, teravihten teheccüde, mukabeleden itikâfa, sıladan sadakaya, duadan niyaza O’nun hesapsız lütuflarına mazhar olmak için kulluğunu ve ahdini tazelemek. Yaşamın kıyısından ölümün kıyısına ve dahi ölümün kıyısından yaşamın kıyısına git geller, gel gitler yaşarken muhakkak ki şehr-i sıyam, insana kıyılarını gözden geçirme ve yeniden tahkim etme fırsatı verecektir.
Mushaf’la Musâfaha Etmek
Ramazan iklimi Kur’an ile hayat bulan Ömer (r.a) gibi kıyılarını yeniden belirleme ufku kazandıracaktır Mushaf’la musâfaha edene. İstiklal şairi Mehmet Akif’in nazma döktüğü o ufuk ve sorumluluk endişesini bir defa daha hatırlamalı:
“Kenâr-ı Dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu,
Gelir de adl-i İlâhî sorar Ömer’den onu!”
Dün Dicle İslam coğrafyasının ücra bir kenarı iken, bugün artık ramazanın idrakine varan her Müslüman için; sokağının, caddesinin, mahallesinin, kutsal vatan hudutlarının hemen kıyısından başlayıp ezan sesinin yankılandığı, Müslüman nefesinin soluklandığı, mazlumun gözyaşı ve kanının düştüğü her toprak parçası şüphesiz ki kenar-ı Dicle’dir.
Mazluma Yurt Olmak
Artık başta kenar-ı Gazze olmak üzere kenar-ı Uygur, kenar-ı Urumçi, kenar-ı Dakka, kenar-ı Burma, kenar-ı Bangsamoro, kenar-ı Ulan Batur, kenar-ı Pattaya, kenar-ı Üsküp, kenar-ı Prizren, kenar-ı Türkistan, kenar-ı Mogadişu, kenar-ı Port-au-Prince, kenar-ı Cibuti, kenar-ı Abidjan, kenar-ı Harare, kenar-ı Çuvaş gibi nice kenarların avazını müdrik olmak, gözyaşı silmek, gönül almak ve sırtlanları aratacak vahşilikte bir muameleyle zulme uğrayan insanlara yurt olmak ramazan mektebine müdavim talebelerin başlıca dersi ve yegâne derdi olmalıdır.
Zeval Bir Adım Kadar Uzak
Evvelini ahirini, dününü yarınını, eksiğini fazlasını, sefasını cefasını, olurunu olmazını bulma ve anlamlandırma arayışındaki insanoğlu ömür sermayesini tartıp her defasında muhasebeleştirmeye mecburdur. Zira “Lezzetleri yok eden, ağızların tadını kaçıran!” zeval bir adım kadar uzak bir nefes kadar yanı başındadır.
Ne mutlu bir ömre bedel bu mevsimde nefsinin bencilliğinden korunarak, ahirini ve ahiretini ihmal etmeden ne sahibi olmaklığa ne de kiracısı kalmaklığa müsaade edilen bu âlemde ‘bir ömürlük misafir’ olarak Hakk’ın takdirine ve ikramına muhatap kılacak kulluk süsleri, tefekkür ufku ve vicdan aynası ile yol alanlara!