Bu sohbetimizde yine Mevlânâ’nın Mesnevî’sinden kısa ve ibretlik bir hikâye aktaralım:
Bir sinek, aslanın başına konar ve meydan okumaya başlar: “Kim demiş ki aslan bu ormanın kralıdır diye. Benden büyüğü mü var, benden daha güçlü ve cesur olanı mı var ki?”
Bundan yola çıkarak diyor ki Mevlânâ Celaleddin Rumu, “Kişinin tehlikeyi görebilmesi için, bilgi sahibi olması gerekir. Anlaması, idrâk etmesi gerekir. Kişinin, yaratıcıyı, hayat vereni, yöneteni, kulluğa lâyık tek varlığı fark edebilmesi için elbette, bilgi, iz’an ve şuur sahibi olması gerekir. Bilmeyen insan, cehaletinden ötürü kolaylıkla meydan okuyabilir, haddini aşan sözler sarf edebilir, kolayca inkâra düşebilir. Bilmeyen insan, karşıda kendisini bekleyen tehlikeleri hafif görebilir, önemsiz sayabilir.
Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselâmın; “Bildiğimi bilseydiniz, çok ağlar az gülerdiniz” buyurmasından anlıyoruz ki, korkmak için bilmek gereklidir. Sevmek için de, ümitvâr olmak için de bilmek gerekir. Tefekküre, düşünceye yoğunlaşmak gereklidir.
Cenâb-ı Zülcelâl’in, insanın haddini bilmesi gerektiğini hatırlatan âyetleri vardır. Buyurur ki Yasin Suresinde;
“İnsan görmez mi ki, biz onu meniden yarattık. Bir de bakıyorsun ki, apaçık düşman kesilmiş.
Kendi yaratılışını unutarak bize karşı misal getirmeye kalkışıyor ve: "Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?" diyor.
De ki: Onları ilk defa yaratmış olan diriltecek. Çünkü O, her türlü yaratmayı gayet iyi bilir.” (Yâ-Sîn, 36/77-79)
Demek, kendini bilmezse bir insan haddini de bilmiyor, hakikati de bilmiyor, Rabbini de bilmiyor. Hayatımıza anlam kazandırmak, huzura kavuşmak istiyorsak, Kur’ân ile hemhâl olmalı, onun gösterdiği istikâmette, bilgi ve hikmetle, sabır ve teslimiyetle Rabbimizin hoşnutluğunu kazanmaya çalışmalıyız. Dünya ve ahiret bilgisine ulaşmanın, varlığımıza anlam katmanın yolu Kur’an’a; anlamına, mahiyetine vakıf olmaktır.