“Allah sözün en güzelini, müteşâbih (birbiriyle uyumlu) ve mesânî (bıkmadan tekrar tekrar okunan/ âyetleri tekrarlanan) bir kitap olarak indirdi. Rablerinden korkanların, bu Kitab'ın etkisinden tüyleri ürperir, derken hem bedenleri ve hem de gönülleri Allah'ın zikrine ısınıp yumuşar. İşte bu Kitap, Allah'ın, dilediğini kendisiyle doğru yola ilettiği hidayet rehberidir. Allah kimi de saptırırsa artık ona yol gösteren olmaz.” (Zümer: 39/23).
Kuran-ı Kerim hem lafızları hem de anlamları açısından sözlerin en güzelidir. Her biri fesahatin zirvesinde olan kelimelerin yerli yerince durarak oluşturdukları cümleler ve ifade ettikleri engin anlamlar ile devrinin tüm belâgat erbabını dize getirmiştir. Âyet-i kerimenin devamında Kur’an’ın müteşâbih ve mesânî özelliklerine dikkat çekilmektedir. Bu âyette geçen müteşâbih kelimesiyle Âl-i İmran sûresi 7. âyette geçen müteşâbih kavramını birbirine karıştırmamalıyız. Zira Âl-i İmran sûresindeki âyet-i kerimede muhkem-müteşâbih gerçeğine dikkat çekilmektedir. Anlamları açık ve kolayca anlaşılan âyetlere muhkem, anlamları aynı ölçekte anlaşılamayan âyetlere ise müteşâbih denilmektedir. Orada, tüm âyetlerin Allah’tan geldiğine inanarak müteşâbih âyetler hakkında keyfî yorumlardan kaçınmak ve onları muhkem âyetler rehberliğinde anlamaya çalışmak gerektiği mesajı verilmektedir. Zira muhkem âyetler kitabın ana unsurudur. Evlâtların ihtilafını anneler giderdiği gibi, müteşâbih ayetler hakkındaki zihnî bulanıklığı da muhkem âyetler giderir. Öte yandan, hurûf-u mukattaalar gibi anlamlarını sadece Allah’ın bildiği mutlak müteşâbihler de söz konusudur.
Bizim bu makalede esas aldığımız ve başta zikrettiğimiz âyet-i kerimede geçen müteşâbih kelimesi ise Kur’an-ı Kerim’in, içerdiği konuları, cümlelerinin kurulumu ve tamamının Allah kelâmı olması itibariyle birbirine benzeşmesi ve birbiriyle uyumlu olması, çelişkisizliği demektir. Âyet-i kerimede geçen “mesânî” kelimesi de “ikilenen, tekrarlanan” anlamlarına gelir. Kur’an iki açıdan mesânîdir. Birincisi, Kur’an’da aynı konunun önemine binaen tekrar tekrar ama farklı cümlelerle anlatıldığını görürüz. Örneğin tevhid-şirk kıyaslaması defaatle ele alınır. Bu yönüyle Kur’an mesânî özelliğine sahiptir. İkincisi, Kur’an tekrar tekrar okunan, okunuşu tekrarlanan kitaptır. Bu yönüyle de mesânîdir. (Râzî: Mefâtihu’l Ğayb). Her hangi bir kitabı olsa olsa üç defa okuruz. Ama hayatta olduğumuz müddetçe tekrar tekrar okumaktan hiç usanmayacağımız yegâne kitap Kur’an-ı Kerim’dir.
İşte böylesine üstün özelliklere sahip olan kitap, yüreğinde Allah korkusu taşıyanları ürpertir ve tüylerini diken diken eder. Örneğin şu âyet-i kerimeleri okuyan bir mümin ilâhî kudret karşısında nasıl ürpermesin? “İnsan, kendisinin kemiklerini bir araya toplayamayacağımızı mı sanır? Evet, bizim, onun parmak uçlarını bile aynen eski haline getirmeye gücümüz yeter.” (Kıyâme:75/3-4). Artık bu ürpertiyle müminin bedeni de gönlüde Allah’ın zikrine yumuşar. Yani kalıbı da kalbi de sözlerin en güzeline teslim olur da tüm prangalardan kurtularak sadece Rabbine ait olmanın huzurunu hisseder.
En güzel söz, kendisine gereğince uyanlara bu dünyada en tatlı hayatı, ahirette de Allah’ın hoşnutluğunu ve Cenneti vaat ediyor. “Erkek veya kadın, kim mü’min olarak iyi iş işlerse, elbette ona hoş bir hayat yaşatacağız ve onların mükâfatlarını yapmakta olduklarının en güzeli ile vereceğiz.” (Nahl: 16/97)
Kur’an-ı Kerim sözlerin en güzeli olduğuna göre onun anlatımı da onun şanına yaraşır cümlelerle olmalıdır. Buna bir yönüyle din dilinin zerâfeti, bir yönüyle de irşad nitelikli oluşu diyebiliriz. İlahlık iddiasında bulunan Firavun’a karşı dahi kavl-i leyyin (yumuşak ve yapıcı bir dil) emredilmiş olması başka nasıl izah edilebilir. Tarihi süreçte cevapları verilmiş bir takım varsayımlarla en güzel sözün otantikliği hakkında şüphe uyandırıcı bir dil kullanmak, içeriğini doğru anlamayı temin edecek sabiteleri yok sayarak gelişi güzel yorumda bulunmak ve kamuoyunu çok da ilgilendirmeyen usûlî konular ile sahih kaynaklara dayanmayan bazı rivayetleri sürekli gündemde tutmak en güzel söze de o sözün sahibine de hürmetsizliktir. İnsan yüreği yumurta küfesinden de naiftir. Söyleyeceğimiz bir sözün, kuracağımız bir cümlenin, Allah’ın kitabına karşı uyandıracağı tepkiyi hesaba katmak hem kendimize hem yetişmekte olan nesillere karşı görevimizdir. Bizim yanlış yorumlarımızla en güzel söz güzelliğinden bir şey kaybedecek değildir. Ancak, Kur’an, Sünnet ve İslâm’ı bizim yorumlarımız üzerinden değerlendirenlerin ağır vebalini yok sayamayız. Hz. Peygamber (s.a.v)’in Hayber seferi öncesi Hz. Ali’ye söylediği şu sözü yapıcı üslup adına ne kadar mânidardır: “Allah’a yemin ederim ki, senin vesilenle Allah’ın bir tek kişiye hidâyet vermesi, senin kırmızı develere sahip olmandan daha hayırlıdır!” (Buhari, Megâzî 39).
Bu gün pratik hayata katkısı olmayan ve pozitivist bir bakış açısıyla değil de, bizden kitabın beklentilerini yerine getirmeye hazır bir ruh haliyle yeniden Kur’an’la irkilip kendimize gelmeye muhtacız. Müslümanlar Kur’an’la irkilip zinde kaldıkları asırlarda insanlığın fesadını arzulayanlar da onlar karşısında irkildiler. Ama ne olduysa başta Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye olmak üzere bizi biz yapan değerlerle aramıza mesafeler girince manevi aşınmaya maruz kaldık. Öyleyse gelin yine en güzel söze kulak verelim: “İman edenlerin Allah'ı anma ve O'ndan inen Kur'an sebebiyle kalplerinin ürpermesi zamanı daha gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar. Onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı. Onlardan birçoğu yoldan çıkmış kimselerdir.” (Hadîd: 57/16).