Hazırcı ve hazcı bir algının tüketenler, tükenenler ve tükenmişler yığınına dönüştüğünü baş döndürücü bir hızla müşahede ediyoruz ve sahici bir çözüm arzuluyoruz. Hazıra dağlar dayanmıyor, hazlar sınır tanımıyor...
Hazır biter, haz gelip geçer. Bunu herkes bilir aslında. Sorun da bilmek değildir zaten. Sorun, bir son olduğu fikrini ısrarla görmezden gelmektir. Sorun, bilginin ameli kuşatamamasıdır. Sorun, bilgi amel bütünlüğü olmayan insanın huzursuzluğunu bastırmak için kendini daha fazla hazların kucağına bırakmasıdır ve daha da fazla tüketmesidir. “Ânı yaşa” mottosunun rüzgarına kapılıp, tamam da nasıl diye sormamasıdır.
Bizi bizden iyi tanıyan, bizi bize tanıtacak bir hayat nizamı kuran Rabbimiz, irademizi felce uğratacak hazırcı ve hazcı meylimizin panzehrini de bizlere sunmuştur. Kulluğun özü ibadetler ve değerlerle kuşatılmış bir hayat irademizi besler. Emir ve yasaklarla bizi terbiye eden Rabbimiz, bizden iradî bir hayat sürmemizi ister. Günde beş defa kılmamız istenen namaz tam bir istikrar meselesidir, huzurda karar kılmaktır. Günün beş vaktinde, Rabbimiz ile buluşma vaktinden gafil olmamak, buluşmaya gayretle ve itinayla sadık kalmaktır. “...Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar.” (Ankebût 45) ayeti bu sadakatin bizi nasıl emniyette ve selamette tuttuğunun delilidir adetâ. Oruç, hakeza...Oruç tutmak, bizzat kendini tutmak, kendine söz geçirmek, zaâfiyete meydan vermeden gücünü kuşanmaktır. Zekât, sadaka; mal ve dünya sevgisine yenik düşmeden, elini cebine götürecek iradeyi göstererek, fakirleşirsin telkinlerine meydan okumaktır. Sözün özü, ibadetlerle iradesini besler insanoğlu, gücünü kulluğundan alır. Çünkü her ne gelirse insanın başına zarar ziyan, hep iradesizliği neticesinde gelir. Dürtülerine esir olan insan, öfkesine, cimriliğine, ataletine, zaaflarına, tembelliğine, hevâsına, heveslerine yenik düşer. Cilalanmış davetkâr ne varsa ağına düşer...Önünde sonunda, kısa vadede uzun vadede pişmanlığa çıkar yolu. “Keşke” lerle düzülür özgeçmişi...
Eşref-i mahlukat olan insanın imtihan sebebi olan irade edebilme kabiliyeti, şeytanın ve nefsin telkinlerine karşı direnç göstermeyi, yasak sahayı adımlamamayı gerekli kılar. İşte o zaman insan onurlu, vakarlı ve Rabbinin kurduğu düzene uygun bir hayat yaşar. İrade gösterebildiği ölçüde hem kendine hem insanlığa faydalı olur. Diğer türlüsü, gönlüm ne isterse algısı ise tam bir kaos sebebidir. Bir zaman sonra gönlüm ne isterse diyenin bile gönlünün istediğini yapamayacağı bir karmaşa oluşur. Bu sebepten, kural ve kaidelerde öz disiplin yani irade göstermek hem dünyamızı hem ahiretimizi mamur edecek kilit bir kavramdır.
Hâsılı, iradeye hâkim olmak; kendine söz geçirmek, doğru, iyi ve güzel olan yola girdikten sonra orada karar kılmak, azimli ve sebatkâr olmaktır. İstemek ve kararlı olmak...Aslî ve nihâî bir gaye olmaksızın istemek ve kararlı olmak da yetmez elbet... Harekete geçirecek, metanetli kılacak, dirençli tutacak tek, aslî ve hakiki gaye ise bütün bu nizamı kuran Rabbimizin rızasını kazanmaya çalışmaktır. Ancak o zaman insan, Rabbinden aldığı güçle güçlüklere karşı mukavemetli durabilir, istikametle mesafe kat edebilir. Bunun için de her daim “Ey kalpleri (hâlden hâle) değiştiren Allah’ım! Kalbimi dinin üzere sabit kıl.” (Tirmizî, Kader, 7) diyerek Rabbin inayetine talip olmak gerekir.