Toplumlar değerlerine sahip çıkabildikleri ölçüde var olabilirler. Özellikle inanç temelli değerlerin korunması, bir yandan dünya milletleri içerisinde kendimiz kalarak varlık gösterebilmek, diğer yandan da hesap gününde yüz akıyla ilahi huzura çıkabilmek bakımından önem arz etmektedir. Müslüman topluma İslâm rengini veren ve onu diri tutan dinamiklerden biri de hayâdır. Allah Rasûlü (s.a.s)'in ifadesiyle hayâ imanın bir parçası, mütemmim cüzü/tamamlayıcı unsurudur. (Müslim, İman, 58). Hayâ mümini günaha karşı frenleyen ahlâki bir erdemdir. Freni patlak aracın ne tür facialara yol açacağı belli olmadığı gibi hayâ duygusunu yitirenlerin de işleyebileceği çirkinlikler belli olmaz. Nitekim tüm peygamberler; "eğer utanmıyorsan dilediğini yap" (Buhari, Enbiya, 54) hakikatini ortak bir mesaj olarak insanlığa hatırlatagelmişlerdir.
Hayâ duygusu en üst seviyede kuşanılması gereken bir duygudur. Abdullah bin Mes’ud’un rivayet ettiği bir hadis-i şerifte anlatıldığına göre Hz. Peygamber (s.a.s): “Allah’tan hakkıyla hayâ ediniz” der. Orada bulunan sahabiler de; “Alllah’a hamdolsun ki hayâ ediyoruz ey Allah’ın Rasûlü” diyerek cevap verince, bu kez Allah Rasûlü (s.a.s) şöyle devam eder: “Benim söylemek istediğim bu değildir. Allah’tan hakkıyla hayâ etmek; başı ve başın ihtiva ettiği (göz, kulak, dil ve zihin gibi) her şeyi, bedeni ve bedenin ihtiva ettiği her şeyi muhafaza etmenizdir, ölümü ve toprakta çürümeyi hatırlamanızdır” der. (Tirmizi, Sıfatü’l Kıyame, 14).
Büyük mütefekkir ve edebiyatçı Sezai KARAKOÇ’un ifadesiyle; inancın yarısı utançtır. Her şeyi tam olsa da utancını yitirmiş bir medeniyet sağlıksızdır.
Hayâ ile tesettür arasında sıkı bir bağ söz konusudur. Yukarıdaki hadis-i şerifte de zaten gözün kulağın, zihnin, kalbin ve bedenin gayri meşruya karşı setredilmesi gerektiği mesajı verilmektedir. Tesettür İslâm'ın emridir ve âmiri Allah’tır. Bir emir âmirinin saygınlığına göre önem kazanır ve çiğnendiğinde de o nispette cürüm ifade eder. Hayata et-Ta'zîm li emrillah ve'şşefkatü alâ halkillâh (Allah'ın emrini yüceltme ve mahlukata şefkat) nazarıyla bakan ecdadımız asırlarca bu anlayışı muhafaza etmişler, kökü derinlere, dalları semaya uzanan ve gölgesinde nicelerini barındıran ulu çınar misali bir medeniyet kurmuşlardı. Ancak yaklaşık iki asırdır köklerinden kopma eğilimine giren ve son kertede eskiye dair ne varsa hepsinden sıyrılma psikolojisine saplanan İslâm toplumunda, özgürlük, kişisel tercih ve benzeri gerekçelerle ilâhi buyrukları çiğnemek son derece normalleşti. Yaz mevsimini yaşadığımız şu günlerde tesettür emrinin hoyratça ayaklar altına alınıyor olması hepimizi derinden yaralamaktadır. Oysa bizim medeniyetimizde bir yandan yolda yürürken nazar ber kadem olma anlayışı hakim iken, diğer yandan da Müslüman kadın farkındalığını görünürlükle değil de tesettürle ortaya koyma titizliğimiz vardı.
Şunu biliyoruz ki, kadın da erkek de Allah’ın en güzel surette yarattığı ve yeryüzünde halife kıldığı mükerrem varlıklardır. Hayâsını kaybeden keremini kaybeder. Müslüman erkek, nazar ber kadem olmakla hayâsını ortaya koyar ve keremini korur, Müslüman kadın da tesettürüyle keremini korur. Zira Müslüman erkeğin gözünü haramdan sakınması da Müslüman kadının tesettüre riayet etmesi de Kerîm Rabbimiz’in Yüce Kitabında bizi mükerrem kılmak üzere ikram ettiği birer ilahî buyruktur. (Nur:30-31; Ahzap:59). Allah (c.c)’ün buyruklarını yapıcı bir üslup ve doğru yöntemle hatırlatmak müminlerin karşılıklı görevidir. İlahi emirlere uymak kadar uyarmak da önemlidir. Uyarmak aynı zamanda “insanları uyar” (İbrahim: 44) emrine uymak demektir. Gerekli durumlarda birbirimizi uyaracağız ki, ilahî emanet duygusuyla birbirimize sahip çıkmış olalım.