Kur'an-ı Kerimdeki sûre isimlerinin her birinin hem sûrenin içeriğine ışık tutması hem de muhatapta uyandırdığı duygu ve düşünce bakımından kendi şahsına munhasır güzellikleri vardır. Bir kaç örnek verecek olursak, Âl-i İmrân'da Allah'ın dinini tebliğ için seçilmiş aile örneğini görürüz. Kehf sûresinde hakikat yolcularının sığınaksız kalmayacağını öğreniriz. Müminûn sûresi bize insan-ı kâmil olma adına bir buket sunarken Münâfikûn suresi mümin görünümlü kişilerin İslâm ve müslümanlar aleyhine kurguladıkları planlarını deşifre eder. Kâfirûn sûresi de bize küffar karşısında net duruşu öğretir.
Kur'an-ı Kerim'de bir de çarpıcı ayetleriyle insana diz çöktüren, kıyamet günü Cehennemin dehşeti karşısında herkesin mecalsiz kalıp diz çökeceğini haber veren Câsiye sûresi vardır. Lügatte “diz çökmek ya da toplanmak anlamlarından” türemiş olan Câsiye kelimesi bu sûrede "diz çökmüş ya da bir araya toplanmış ümmet, toplum" demektir. Peki kimler nerede diz çökecek veya toplanacaktır? Ya da diz çökmeden menzile varmak mümkün değil midir? Aslında diz çökmek ya da toplanmak hayatın doğasında vardır. Çırak usta ilişkisinden talebe hoca ilişkisine kadar insanlar hep bir ehil kişi önünde diz çökerek bir şeyler öğrenirler. Toplanmak da öyledir. Hayatı tek başımıza yaşayamayız, bir topluluğa ait olmak, ortak hedefler için bir araya gelmek inançlı inançsız tüm toplumların ortak özelliğidir.
Ama bu sûrenin bahsettiği diz çökme ya da toplanma bambaşka bir şeydir. Câsiye sûresi bize ürpertici bir manzara sunar. "O gün her ümmeti, diz çökmüş halde görürsün. Her ümmet kendi kitabına çağırılır, (onlara şöyle denilir); Bugün (yalnızca) yaptıklarınızın karşılığı verilecektir.” (Câsiye: 45/28). (Kelimenin kökünde toplanmak anlamı da olduğu için merhum Ali Fikri Yavuz mealinde "toplanmış halde görürsün" anlamını tercih etmiştir). Bu ayet-i kerime ister kâfir ister mümin olsun o gün herkesin diz çökeceği bir ânının olacağını haber vermektedir. Kıyamet günü Cehennem kendine mahsus ürpertici sesiyle insanlara gösterildiğinde mümin-kâfir herkes bitkin düşecek ve oldukları yerde diz üstü çöke kalacaklardır. Hz. Peygamber (sas) o ânı anlatırken; “sanki sizi Cehennemin aşağı tarafında bir tepe üzerinde toplanmış olarak görüyor gibiyim” buyurmuşlardır. (Abdullah b.Mübarek, ez-Zühd ve’r-Rekâik, 2/105). Bunu, kıyamet gününde her biri farklı özellikte elli durağın olacağını belirten hadislerle birlikte düşündüğümüzde ayet-i kerimenin mesajı daha iyi anlaşılmaktadır. Nitekim Selmân-ı Fârisi de bu ayeti tefsir sadedinde kıyamet gününde on yıla bedel bir ânın yaşanacağını ve o anda herkesin diz çökeceğini ifade etmiştir. (Sa’lebî, el-Keşf ve’l-Beyân. 8/366).
Her ümmetin kendi kitabına çağrılması tefsirlerde iki şekilde açıklanmıştır: a) Her ümmet kendi amel defterine çağrılacak ve amel defterine dünyadayken kaydedilmiş olan şeylerle hesaba çekilecektir. Yani bu ayette zikredilen kitap ile amel defterleri kastedilmiştir. b) Her ümmet iman etmekle mükellef olduğu kitabına çağrılacak ve o kitabın lehte veya aleyhte şahitliğine sunulacaktır. Burada şunu da ifade edelim ki, Hz. Muhammed (sas) son peygamber, Kur’an-ı Kerim de son ilâhi kitap olduğu için artık tüm insanlık Hz. Muhammed (sas)’e ve Kur’an-ı Kerim’e iman edip etmemekle sınanmaktadır. Bu anlamda tüm insanlık ümmet-i icabet ve ümmeti davet olmak üzere iki kategoride değerlendirilmektedir. Ümmet-i icabet Muhammed (sas)’e iman edenler, ümmet-i davet ise çağrı kendilerine ulaştığı halde henüz iman etmeyenlerdir. (DİA Ümmet mad.). Elhâsıl, Hz. Peygamber (sas)’e yetişmeden dünyadan geçen ümmetler kendi peygamberlerinin kendilerine tebliğ ettiği kitabın şahitliğine çağırılacak ve o kitabı bozmadan iman edip gereklerini yerine getirmişlerse kendi kitapları onlar lehine şahitlik edecektir. Hz. Muhammed (sas)’e yetişen insanlar ve kıyamete kadar gelecek olan insanlık da artık Kur’an’ın muhatapları olduğu için ister ümmet-i icabet, ister ümmet-i davet kısmından olsunlar Kur’an-ı Kerim’e çağrılacaklar ve bir anlamda son ilâhi kitapla check up olacaklardır. Bu ayet-i kerimeden, her fert için ayrı ayrı amel defteri tutulduğu gibi, ümmetlere özel defterlerin tutulduğu da anlaşılabilir. Dolayısıyla fertler olarak üzerimize düşeni yapmakla mükellef olduğumuz gibi ortak ümmet bilinciyle hareket edip Rabbimizin bizden ümmet olarak yapmamızı istediklerini de yapmakla mükellefiz. (Kur’an Yolu). Ayet-i kerimedeki baskın anlamın (a) şıkkında verdiğimiz anlam olduğu söylenebilir. Zira bir sonraki ayette; “İşte bu size gerçeği söyleyen kitabımızdır. Biz sizin bütün yaptıklarınızı kaydediyorduk” (Câsiye 45/29) buyurulması ilk planda amel defterlerini akla getirmektedir. Ancak bu ayet-i kerime (b) şıkkında verdiğimiz anlamıyla da tefsir edilegelmiştir. (el-Muharraru’l-Vecîz, el-Câmî li Ahkâmi’l-Kur’ân, Kur’an Yolu). Zaten inandıkları kitabın gereğini yerine getirenler aynı zamanda amel defterlerine de iyilikler yazdırırlar. Kesin ve kaçınılmaz bir şey var ki biz mutlaka bir kitabın şahitliğine çağrılacağız. Hayatı doğru okuyarak kimliğimizi kitabımızla dokuduğumuz ve insanlığa iyiliklerle dokunduğumuzda hem amel defterimiz hem de yüce kitabımız lehimize şahit olacak ve böylece diz çöktüğümüz yerden yeniden doğrularak Cennete yürüyüşümüz kolay olacaktır. Diz çöktüğümüz yerde yığılıp kalmak da, yeniden doğrulup yürümek de bizim bu dünyadaki gayretimize bağlı vesselâm.