Ramazan ayı için rahmet ayı denir, bununla ne anlatılmak istenir? Oruç bizi nasıl korur, oruç tutmaktan maksat nedir?
Ramazan ayı için rahmet ayı denir, bununla ne anlatılmak istenir?
Zamanı farklı ya da özel kılan, içinde taşıdığı mana ve hatırlattığı değerlerdir. Ramazan ayını on bir ayın sultanı yapan şey zamanı ve mekânı kuşatan bir değerler manzumesini hayata taşımasıdır. O, insanlığa varoluşun gaye ve hikmetini, insani değerleri ve ahlaki erdemleri hatırlatır. Ramazan ayı geldiğinde Âlemlerin Rabbi’ne iman etmenin şuuruyla zaman yeniden planlanır, kalpler merhametle incelir, davranışlar daha hassas bir duyarlılığa bürünür. Hayatın meşgaleleri arasında birbirine uzak düşen gönüller iftar ve sahur sofralarında buluşarak neşenin ve bereketin tarifi imkânsız güzelliklerini yaşar. Aynı heyecan, aynı dualar ve aynı umutlarla mümin yürekler tek bir yüreğe dönüşür. Paylaşıldıkça çoğalan güzelliklerin oluşturduğu rahmet esintileri, ulaştığı her yere umut, huzur ve sekinet götürür.
Ramazan ayı, rahmetin menbaı olan Kur’an’ın inişine şahit olduğu, onu hatırlattığı ve onunla daha çok hemhâl olmaya vesile olduğu için rahmet mevsimidir. O Kur’an ki insanları karanlıklardan aydınlığa çıkaran bir hidayet rehberi ve bir hakikat kılavuzudur. İnsana, bir taraftan kendini, Rabbini, evreni tanıtırken diğer taraftan da varoluş gayesini, en güzel ahlakı, asil, onurlu ve tertemiz bir hayatın nasıl yaşanacağını gösterir. Aşırılıktan, azgınlıktan, her türlü kötülükten, münkerden, yanlıştan sakındırır. Kalbi, aklı imar eder ve insanı en doğru yola iletir. Hakkı hakikati, ilmi, irfanı, edebi, hikmeti, adaleti, sevgi, saygı ve merhameti, ahde vefayı, iyi kul olmayı, insanı insan yapan değerleri öğretir. Dolayısıyla Allah’ın rahmeti, Kur’an’ın yaşandığı yere tecelli edecek ve orası esenlik yurdu olacaktır. Ömrü Kur’an ile imar etmek, kalplere inşirah, evlere huzur, hayata güzellik ve bereket katacaktır.
Hz. Peygamber, orucun günah ve kötülüklere kalkan olduğunu söyler. Oruç bizi nasıl korur, oruç tutmaktan maksat nedir?
Muhteşem bir benzetmedir orucun bir kalkan oluşu. Zamanın içinden kışkırtmalar eşliğinde nefsin ve şeytanın hakikate, zihinlere, kalplere kasteden zararlı oklarına karşı en güçlü siper olduğuna işaret eder. Başka bir hadis-i şerifte de çarpıcı ifadelerle Ramazan ayı geldiğinde cennet kapılarının açıldığından, cehennem kapılarının kapatıldığından ve şeytanların zincire vurulduğundan bahsedilir. Tüm bunlar aynı zamanda oruç ibadetinin hayata kattığı değerlere dikkatimizi çeker. Nitekim Allah’ın emrine uyarak oruç gibi zor bir ibadeti büyük bir heyecan ve samimiyetle yerine getirenler, kalbini ve yönelişini hakikat çizgisine raptederek yanlışın yanından ve etkisinden uzaklaşırlar. Kötülüğün varlığı, iyiliğin olmayışındadır. Dolayısıyla iyilikler çoğaldığında kötülükler azalacak, hayatın tamamı iyi ve güzel şeylerle doldurulduğunda kötülük kendisine yer bulamayacaktır. İnsanı cennete yaklaştıran ve cehennemden uzaklaştıran tutum ve davranışlar hayatın merkezini tutacak ve dolayısıyla şeytanlar kendi eksenine hapsolacaktır. Bu açıdan bakıldığında oruç sadece belli zaman aralığında yeme içme gibi bazı davranışlardan kaçınmak değildir. Bilakis tüm tutum ve davranışlarıyla mümine yakışmayan her türlü hâlden uzak kalmaktır. Nitekim her iyilik ve ibadet ile müminler hakka, hakikate, vicdanın enginliğine, rahmetin sekinetine, merhametin gücüne tutunur. Dolayısıyla biz orucu tutarken orucun da bizi tuttuğunu düşünmemiz ve bu gerçekliği idrak etmemiz gerekir. Eğer biz orucu hikmetlerini yaşayarak ve faziletini kuşanarak tutarsak, oruç da bizi güzel ahlak üzere tutacaktır. Biz orucu iman ve kulluk bilinciyle tutarsak oruç bizi hak ve hakikat üzere tutacaktır. Biz orucu samimiyetle tutarsak oruç bizi merhamet üzere tutacaktır. Biz orucu yüreğimizde hissederek tutarsak oruç bizi vicdan çizgisinde tutacaktır. Biz orucu karşılığını sadece Allah’tan bekleyen bir farkındalıkla tutarsak oruç bizi izzetle yaşanan bir hayat üzere tutacaktır. Biz orucu paylaşmaya vesile kılarsak oruç da kardeşliğimizi güçlü tutacaktır. Peygamber Efendimizin “Oruç tutan nice kimseler vardır ki oruçtan nasibi sadece aç kalmaktır. Geceyi ibadetle geçiren nice kimseler vardır ki kıyamdan nasibi sadece uykusuz kalmaktır.” hadis-i şerifi çok ciddi bir uyarı mahiyetindedir. Nitekim günün belli saatleri arasında aç susuz kalmak mümkündür. Ama asıl önemli olan, aynı zamanda kalbi her türlü haset, nifak, kin, nefret, ön yargı, bencillik, kibir vb. kötü duygulardan uzak tutmaktır. Samimiyet, muhabbet ve iyi niyet üzere tutmaktır. Dili yalan, gıybet ve çirkin sözlerden uzak tutmaktır. Sözü zarafet ve nezaket üzere tutmaktır. Aklı hakikat üzere tutmaktır. Yardımlaşma ve paylaşma ile kardeşliği ve insani değerleri canlı tutmaktır. Orucun kötülüklerden koruyan yönü, sadece dış dünyanın kötülüklerine karşı değil, aynı zamanda ve daha önemli bir işlev olarak kendi iç dünyasında mümine yakışmayan duygulara karşı onu koruyan bir kalkan olarak da anlaşılmalıdır.
Sadaka ve zekât vermek Ramazan ayında daha çok dikkat ettiğimiz ibadetlerdir; elimizdeki imkânları paylaşmak neden Ramazan’da gündemimizi meşgul eder?
Oruç ruhu incelten, kulu Rabbine yaklaştıran, sabrın asaletini, nimetin kadrini ve muhtaçlarla paylaşma sorumluluğunu en iyi öğreten ibadettir. Müminler Ramazan ayını infak ve yardımlaşma için bir fırsat bilirler ve Peygamberimizi örnek alarak bu ayda daha çok sadaka verirler. Böylece paylaşmanın onarıcı ve iyileştirici etkisiyle yeryüzü rahmete bürünür. Fitre, âdeta tüm müminleri kuşatan bir yardımlaşma atmosferi oluşturur. Bu kutlu mevsimin bereket ve fazileti sebebiyle olsa gerek, yükümlü olanlar zekâtlarını da Ramazan ayında vermeyi tercih ederler. Zekât, fitre ve sadakalarla gönülden gönüle kardeşlik köprüleri kurulur. Tüm bu yönleriyle oruç ibadeti, mideyi bir müddet aç bırakırken kalbi alabildiğine doyurmaktadır. Nitekim Kur’an’ın beyanıyla; gerçek iyilik ve erdem sahibi olmak sadece doğuya, batıya yönelmek yani tamamen şekle indirgenmiş, hikmet ve bağlamından kopartılmış bir ibadetle yetinmek değildir. Asıl erdem sahibi olmak; Allah’a, âhiret gününe, meleklere, kitaba, peygamberlere iman ederek sevdiği malını yetimlerle, yoksullarla, muhtaçlarla paylaşmak, onların yardımına koşmaktır (Bakara, 2/177).
Müslüman ahlakının vazgeçilmez özelliklerinden biri olan “şükür” kavramının da yardımlaşma ve paylaşmayla çok güçlü bir ilişkisi vardır. Zira şükür, nimetin gerçek sahibinin Allah olduğunun bilincinde olarak onu diğer insanlarla, ihtiyaç sahipleriyle paylaşmaktır. Şükür bilincini güçlendiren yönüyle oruç, paylaşmayı da bir hayat tarzı hâline getirmektedir.
Yaşadığımız büyük deprem felaketi ile bir kez daha açıkça şahit olduk ki bir milletin en büyük gücü ve imkânı, kardeşleri darda kaldığında tüm gücüyle onun yardımına koşan engin yürekli vatandaşlarıdır. Şüphesiz Allah yardımlaşan ve samimiyetle fedakârlık yapan kullarının imkânlarını genişletecek, infaklarını bereketlendirecek, kardeşlik bağlarını güçlendirecek, yüreklerini birbirlerine kenetleyecek ve onları dünyada ve ahirette aziz ve bahtiyar kılacaktır.