Bir yazar düşünün ki, okuduğunuz bir makale veya kitabının ardından bir mesele bundan daha güzel ifade edilemez diyeceksin; okuduğunuz başka bir makale ve kitabından sonra bundan daha güzeli de varmış diyerek hayranlığınız artacak! İşte bu yazar, aramızdan henüz ayrılan Sezai Karakoç’tur.
Çok hacimli olmayan kitaplarının her biri bir diğerinden daha güzel. Fikir kitapları, şiirleri, hikayeleri ve çevirileri alanında büyük iz bırakan yazılardan oluşmaktadır. Okumakta olduğum ‘Çağ ve İlham II’ kitabında toplam 29 makale bulunuyor. Bunlardan üçü her zaman olduğu gibi bu günlerde daha çok ihtiyaç duyduğumuz sağduyu başlığını taşıyor. Oldukça mini dokunuşun dışında tamamen kendi görüşlerini özetlemeye çalışacağım.
İslam sağduyusu; kaynağını akılda değil, ruhta bulur. Bu ruh, vahiyle, yani Kuran ruhuyla beslenmiş, büyümüş, gelişmiş ve eğitilmiş insan ruhudur. (…) İnsan ruhunun vahye bağlılığı bir esaret değildir. Tam tersine, özgürlüğünün ve kişilik açılımını son ucuna götürebilmesinin gerek şartıdır. Vahye bağlılık, ruhun, gerçek özgürlük boyutuna kavuşmasıdır.
İslam’da akıl ve zihin dünyası, ruh dünyası, vahiy alemine bağlıdır. (…) Sağduyu; insanı teoride ve pratikte, çürüyüşe götüren esintilerden koruyan diriliş soluğudur.
Duygularımız uçarılığa, aklımız taşlaşıp donmaya eğilimlidir. Yaşamı, birinin ya da öbürünün buyruğuna vermek, insanı bir yandan ağırbaşlılığından edecek, öte yandan, tabiatın içinde en derin ve köklü ses, en başarılı inşacı olmak özelliğinden mahrum bırakacaktır.
Ama bu yetilerimiz, -akıl ve duygularımız- İslam toplumunda olduğu gibi ebediyetin içinden veya üstünden bakan vahiy sağduyusuyla öz değişimlerini bütünlediklerinde, insan, yeryüzünde, hatta tüm evrende Allah’ın halifesi olma seçkinliğine ererek, sürekli yaratış mimarisinde silinmez çizgi ve solmaz boyanın pergel ve fırçası bulunma çerçevesinde, yüce misyonunu, bu sınırlı ömür çerçevesinde böylesine sonsuzu kucaklayan bir misyonu yükleme şerefiyle donanacaktır.
İslam dünyasının istisnasız en mümtaz mütefekkirlerinden Malik Bin Nebi, İslam Davası kitabında; “toplu dur aykırı düşün” der. Toplu durmak farklı düşünmeye engel değildir. Olmamalıdır da. Yürekten kabul ettiğim bu fikri, Müslümanlar olarak maalesef yapamıyoruz, yerine getiremiyoruz. Çoğu zaman ya hepten ret yahut koşulsuz inkıyat…
İslam sağduyusu, insanı, Tanrı ahlakıyla ahlaklanırdır.
İslam sağduyusu, iki dünyaya da bakar. Bakarken de birini birine tercih etmez. Birisine bakarken bile, öbürünü de onda görmektedir.
İslam sağduyusu, aktif bir sağduyudur. Değerlendirmesini bildiği gibi eleştirmesini de bilir. İtaat ile başkaldırının, teslim oluş ile teslim alışın ayrımını yapabilen her seçenek yetisi olarak işler. En rölatif (mutlak olmayan) ayrıntıya bile Mutlak’ın penceresinden bakar.
Müslümanların batılılaşma çabası, maalesef sağduyu düzenini yıktı. Önce doğudan gelen tefrit (gereğinden aşağıda kalma) samyeli, sonra Batı’dan esen ifrat (aşırı gitme, ölçüyü kaçırma, aşırılık.) karayeli ile sarartıp soldurduk.
Büyük uygarlık depreminin sarsıntı ve sallantıları içinde, aklımız, Doğu-Batı, yani ifrat-tefrit kutupları arasında gidip gelen ve bir türlü kararını bulamayan bir sarkaca dönmüş durumda.
Oysa Müslüman, zamanın hem maddi hem manevi anlamda, fatihi olmak borcundadır. Bu onun varoluş şartıdır.
Hakkın izniyle, gerçek bir kımıldanış başlamıştır, bunu göremeyenler devekuşu tutumlarıyla bir gün geride kalmaya mahkûm olacaklardır. Solcu ve Batıcıların, bu kımıldanışı, bu çok yanlı açılışı görmezlikten gelmeleri, bu konuda susmaları, boykotajları, bu hareketin ne denli derin ve köklü olduğuna yeter kanıttır, gören gözler için.
Sağduyusunu yitirmiş kitle veya insanların, dış çizgileriyle İslam adı altında bağlandıkları düşünceler ve sistemlerden yararlanmaları hemen hemen imkansızdır.
Nefislerin, boş gururlarının esiri olarak, bütün eksiklikler içinde bu yolda çırpınmalara karşı takındıkları makyavelik tavırlar, ancak, nefslerini putlaştırmaya ve ruhlarını taşlaştırmaya yarar.
Zafer sandıkları şeyler, bilerek bilmeyerek İslam düşmanlarına yaptıkları korkunç hizmetlere karşılık önlerine serpilen yem veya atılan … başka bir şey değil.
Bütün bu incelikleri fark edebilmek için, tez elden sağduyumuzu saran buzlar çözülmeli. Sağduyumuzun gömüldüğü kabrin kapağı açılmalı. Bu yiğitçe işi, ancak diriliş erleri omuzlayabilir.
İslam sağduyusunun dirilişi, İslam toplulukları üzerinde üflenen bir kardeşlik sûru, bir diriliş sûru, bir İsrafil sûru etkisi yapacaktır.
Sadece akla değil, bir yüzü akla, bir yüzü vahye, yani yalınız düşünceye değil, aynı zamanda inanca ve ahlaka da dönük olacak sağduyunun diriliş günü, İslam’ın yeniden doğuşu ve diriliş günü olacaktır…