Hayatı sadece bu dünyaya hapsedip, bağlandığı hayatta umduğunu da bulamaz veya umutsuzluğa düşerse ruh zaten ölmüştür.
Dünya var olduğundan itibaren, her zaman ve her coğrafyada, inancı ne olursa olsun toplumun bir kısmı zengin, bir kısmı fakir olmuştur. Dünya dengesinin gereği olarak da böyle olmaya devam edecektir. Yani herkes hiçbir zaman zengin olmadı bundan sonra da olmayacaktır. Çünkü, herkesin zengin olduğu bir an düşünülse, fabrikalarda, belediyelerde ve buna benzer iş yerlerinde kim çalışacak, çiftçiliği kim yapacak? Diğer taraftan bu alanlar boş kaldığında hayat nasıl devam edecek? Bütün bunlar düşünüldüğünde, zengin ve fakir ayrımının, dünyanın dengesi gereği olduğu net olarak anlaşılacaktır. Ayrıca, zengin olmanın da insanlara mutluluk ve huzur getirdiği düşüncesi gerçeği yansıtmamaktadır. Nice zenginlerin mutsuzluktan ötürü intihar ettiklerine zaman zaman tanık oluyoruz.
Allah’ın kanunu gereği, zenginlik ve fakirlik bir gerçek olarak devam edecektir. Ancak Allah, aç ve muhtaçları gözetip korumayı zenginlere zimmetlemiştir. Nasıl fakir, fakirlikle imtihan olunuyorsa, zengin de zenginliğiyle fakirden daha büyük imtihan içerisinde olduğunu bilmelidir. Kur’an’ın ifadesiyle, muhtaç ve yoksulları gözetmemek cehenneme girme sebeplerinin başındadır. (Müddesir,42-44)
İslam inancına göre zenginlik ve fakirlik bir imtihan çeşididir, üstünlük yada aşağılık ölçüsü değildir. Zenginin dahi yüzde yüz mutlu olamadığı bu dünyada, yaşadığı hayatın anlamını kavraması, sebep ve hikmetlerini öğrenerek ruhen rahatlamak için neden yaratıldığı sorusunun cevabını bulmakta saklıdır. İnsanlık var olduğundan beri bu sorunun cevabını hep merak etmiş ve aramıştır. Kimi toplum cevabını puta taparak, ineğe taparak, ateşe taparak bulmaya çalışmıştır. Yani insanlık kendisinden üstün bir varlığa inanma gereksinimini daima canlı tutmuştur. Neredeyse dinsiz bir toplum olmamıştır.
Allah (cc), insanı yaratırken muhtaç olduğu her şeyi de yaratmaktadır. Kafasını sürekli meşgul eden neden yaratıldığı sorusunu cevapsız bırakması düşünülemez. Bu sebepledir ki, ilk insanı ve yaratılış şeklini anlatarak bu dünyaya imtihan için gönderildiğini, ilk defa nasıl yarattıysa aynı şekilde ikinci defa ahirette dirilteceğini, dünya hayatında insanın, ölümle, zenginlikle, fakirlikle, korkuyla, çocuklarıyla denendiğini Peygamberler aracılığıyla gönderdiği rehber kitabında anlatmıştır.
Kalben ve aklen inanan Müslüman, ölüm, korku, fakirlik gibi zor durumlarda bu inancı sayesinde, hepimiz Allah’a döneceğiz inancıyla ruhunu teskin edebilir. İnancı olmayan biri ise, yaşanan olumsuz tablolarda da görüldüğü üzere önce ruhunu sonra da bedenini yok eder.
Diğer taraftan baskı, aklın ve iradenin düşmanıdır. Aklın kabul etmediği, iradenin onaylamadığı yönelişin bir değeri yoktur. İslam inancına göre akıl engeli olanın sorumluluğu yoktur. Bu bütün beşeri hukuk sisteminde de böyledir. Bu konuda yazılı herhangi bir hukuk metni mevcut değilken, Kur’an’ın koymuş olduğu bu prensiple evrensel bir Kitap olduğu da anlaşılmaktadır.
Ayrıca, inanç olmadan zorla yaptırılan ibadeti islam gösteriş sayar, gösteriş yapana münafık ismini koyar, münafığın da kafirden daha kötü olduğunu bildirir. Dolayısıyla zorla ve baskıyla, kötülükten başka bir şey elde edilmez.
Evrensel nitelikte inanç özgürlüğünü ilk defa ortaya koyan kutsal kitabımız Kur’an der ki;
“Dinde zorlama yoktur;
Herkes inancında serbesttir”.