"Yeşil Elbise" başlıklı bir hikaye okumuştum yıllar önce. Cüneyt Suavi’nindi yanlış hatırlamıyorsam.
Özetle; yıllardır görüşmeyen iki arkadaş şehrin merkezinde karşılaşıyorlar. Eskilerden bahsederken öğle ezanı okunuyor. Biri diğerini camiye davet ediyor. Ancak o, üzerine giydiği yeşil takım elbisenin ütüsünün bozulacağı gibi basit gerekçelerle namaz için camiye gitmiyor. "Hem daha yaşım genç, ileriki yaşlarda tövbe eder, eksiklerimi tamamlarım." diyor.
Aradan birkaç ay geçtikten sonra davet ettiği zaman camiye gelmeyen arkadaşının caminin önünde kendisini beklediğini duyan eski dost koşarak buluşma noktasına gidiyor. Ancak ne görsün! Arkadaşı caminin içine girmemiş kapının önünde bekliyor. Üzerinde de çok sevdiği yeşil renkten bir elbise var yine. O elbisenin üzerinde de "Her canlı ölümü tatacaktır" yazıyor. Arkadaşı vefat etmiş, tabuta koymuşlar tabutun üstünü de ölümü hatırlatan ayetin yazılı olduğu yeşil bir örtüyle kapatmışlar.
Marifet başkasının omuzlarında ve başkasının iradesi ile gitmek zorunda kalmadan önce gidebilmektir!
Marifet haydi kurtuluşa çağrısını duyunca o tarafa yönelmenin gerçekten kurtulmak olduğunu bilerek yaşayabilmektir!
Çevremizde elimizden, kolumuzdan, ayağımızdan, belimizden tutup aşağıya doğru çeken, dünyaya daha çok bağlanmaya iten, daha çok kazanıp biriktirmeye teşvik eden o kadar çok şey var ki!
Bunlardan kurtulup Rabbimize yönelmek büyük bir dikkat ve gayret gerektiriyor. Bazen insanın kendi iradesi kendisini güzelliğe sevk etmeye yetmeyebiliyor. Bir arkadaş desteğine, koluna girip güzelliğe götüren bir dost eline ihtiyaç duyabiliyor.
Her gün bizi huzura davet eden çağrıya uymak ne güzel!
"Sabahın iki rekatı dünya ve içindekilerden hayırlıdır." buyurur Efendimiz (as).
Kaçırsak da akşama kadar döviz biriktirsek!
Ne yapsın Rabbimiz boyalı, resimli kağıtları!
Altın, gümüş yığsak ne işe yarar alış-veriş imkanının olmadığı kabirde.
Çağrıya kulak verip davete icabet etmek ne güzel!