Giriş
Ülkemizde ve dünyada gündem çok hızlı değişiyor. “Büyük bir köy haline gelen dünya” sözünü her gün daha yakından hissediyoruz. Bizden kilometrelerce uzakta meydana gelen bir olayı saniye farkı ile izleyebiliyoruz. Bu haber akışı toplumda belirli kanaatlerin oluşmasına sebep oluyor. Yalan söyleyen ve bundan beslenen insan veya gruplar bu yola başvurabilir. Ama Müslüman olarak her birimiz işittiklerimizden ve üzerine oluşturduğumuz kanaatlerden sorumluyuz. Bu itibarla dünyayı okurken / değerlendirirken göz ardı edemeyeceğimiz temel sorumluluklarımız vardır. Bunlar iman ve kulluktur. Ve buna bağlı olarak da üzerinde durmamız gereken konular vardır. Şöyle ki,
İman
Âmentü esasları her Müslüman için yol haritasıdır. Kavramları, olayları, yaşadıklarını, duyduklarını, izlediklerini ve bunlar hakkındaki düşüncelerini âmentü esasları çerçevesinde değerlendirmek durumdadır. Bu sebeple biz şu üç konuda dikkatli olmak zorundayız. Birincisi insan, ikincisi eşya ve üçüncüsü insan ile eşya arasındaki olayları değerlendirirken iman merkezli bakmak durumundayız. İmandan kaynaklanan sorumluluk ise hayatın her alanını kapsar. Büyüklerimizin tarifi ve tabiri ile “iman, tecezzi kabul etmez”. İnanılması gereken meseleler bütünlük arz eder. Bir kişinin Müslüman kimliği hayatının her alanında geçerli ve önemlidir. Özellikle yaz dönemlerinde her birimizin hayatında yer alan cami derslerinde öğrendiğimiz iki kavram bu açıdan önemlidir: edile-i şeriyye ve efâl-i mükellef.
Kulluk
Kulluk, bizim yeryüzündeki asli görevimizdir. Kulluk, imanın pratiğe dökülmesidir. Kişi iman ettim demekle yerine getirmesi gereken sorumluluklardan kurtulamaz (Ankebut,29/2). Yani Kul olmanın gereği terk edemeyeceğimiz veya öteleyemeyeceğimiz görevlerimiz ve sorumluluklarımız vardır. Beş vakit namaz, ramazan orucu, dini ölçülerde zengin olanların zekat vermesi gibi sorumluluklarda keyfi olarak yerine getirmeme düşünülemez. Ayrıca Müslüman birey olarak aile içi başta olmak üzere akraba, komşu ve diğer insanlara karşı olan sorumluluklarımız da kulluk gereğidir.
Müslümanın hayatında din işi ve dünya işi ayrımı yoktur. Dünya ahiretin tarlasıdır, buyuran Hz. Peygamberin bu uyarısı bile bu ayrımın uygun olmadığını ifade etmesi açısından yeterlidir. Nasıl ki namaz kulluğun gereği ve bir parçası ise, haksızlık karşısında susmamak da kul olmanın gereğidir. Bu açıdan kul, alıp verdiği her nefeste hesap vereceğini unutmayan kişidir.
Sosyal Olaylar
İnsan sosyal bir varlıktır ve yaratılışı gereği toplu olarak yaşar. Aile içi ilişkilerden komşuluk ilişkilerine, alış verişten zorda kalanlara yardım elimizi uzatmaya varıncaya kadar sayısız sosyal olaylar ile içi içe yaşarız. Bu itibarla bir manada sınırsız bir sosyal olaylar ilişkisi ile karşı karşıyayız.
Her Müslüman yaşadığı coğrafyadaki olaylara karşı duyarlı olmak durumundadır. Din kardeşliği ve komşuluk gibi temel kavramlar bizim için önemlidir. Olayları değerlendirirken dünyevi kazançları açısından bakmayız. Yeryüzünde adaletin ve iyiliğin tesisi için gayret gösteririz. Mesela Türkiye Diyanet Vakfımızın “Yeryüzünde İyilik Hakim Oluncaya Kadar” başlığı ile yaptığı çalışmalar son derece önemlidir. Özellikle yurt dışında yaptığı çalışmalarda din ayrımı yapmadan her mazlum insana el uzatması bu duyguyu yaşatması açısından son derece önemlidir.
Müslüman olma sorumluluğu belli konularla sınırlı olmadığı için çevremizde meydana gelen olayları anlamlandırmak zorundayız. Biz Kur'an'ın öğrettiği en temel değerlerden emr-i bil maruf nehy-i anil münker ile sorumluyuz. Yani etrafımızdaki olayların iyiliği veya kötülüğü bizi etkilemekte ve bir anlamda ilgilendirmektedir. Mesela yolda yürürken eğer birisi dayak yiyor ise bu konunun benimle alakası yok anlamına gelecek bir tavra girmek Müslüman olarak bize yakışmaz. Aynı zamanda dünya ölçeğinde de eğer bir yerde zulüm varsa veya mazlumlar varsa elbette ki bu konu Müslümanlar olarak bizim gündemimizdedir.
Bilginin Kaynağı ve Değerlendirilmesi
Bizim için bilginin birinci kaynağı vahiydir. Ve vahyin uygulayıcısı bir anlamda pratiği ise Efendimiz (s.a.s.)’in hayatı yani sünnettir. Kur’an ve sünnetin değerlendirilmesi ise Müslümanlar için ciddi bir sorumluluktur. Kur’an mealinden hüküm çıkarmak veya bir hadis kitabında okuduğu bir metni Hz. peygambere ittiba gayreti ile değerlendirmenin sağlıklı bir yol olmadığını acı tecrübelerle yaşıyoruz. Bu sebeple ilmi geleneğimizdeki Kur’an tefsiri ve hadisleri şerh etme geleneği son derece önemlidir. Bilgiyi değerlendirirken parçacı bir bakış açısından ziyade bütüncül bakmak önemli ama aynı zamanda sorumluluktur.
Tarihi süreç içinde Kur’an ve sünneti değerlendirmede mezheplerin içtihat farkları ilmi usul ve yöntemlerle devam edegelmiştir. Bu durum, çalışmaların ilmi ölçülerle devam etmesini sağlamış ama aynı zamanda din güvenliği konusunu da ayakta tutmuştur. Bu konuda müçtehitler arasında zaman zaman sert tartışmalar olsa da asıl dert bilginin değerlendirilmesi olduğu için ortaya yapıcı çalışmalar çıkmıştır. Günümüzde bilgiye ulaşmak ve bilgiyi yaymak son derece kolaydır. Ama ilmi usul ve yöntemler göz ardı edilirse ortaya çıkan manzara da oldukça sıkıntılıdır. Belki son yüzyılda yaşadığımız çatışmaların temelinde de bu durum vardır.
Sonuç
Kul olma sorumluluğunu namaz ve oruç gibi bir kısım ibadetlerle ile sınırlandıramayız. Evet sorumluluklarımız namaz ve oruç ile başlar, zorda kalana yardım eli uzatma, anne-babaya iyilikle muamele, komşuluk hukuku, alış veriş sorumluluğu ile devam eder. Seküler bir hayat algısı bizim kulluğumuzu zedeler. Kişi âkil-bâliğ olunca başlayan kulluk sorumluluğu ölünceye kadar devam eder (Hicr,15/99). Hayatımız boyunca karşılaştığımız olaylar, imkanlar ve zorluklar insan olarak bizi etkiler. Ama unutmayalım ki biz Müslümanlar olarak darda ve bollukta kulluk çizgisini takip ederiz. Çünkü biz ahiret yurduna iman ettik. Ve bu dünyada yaptıklarımızın hesabını vereceğiz. Hatta sorumluluğumuzda olup da yapamadıklarımızın da hesabını vereceğiz. Bu dünya bize emanettir. Ve imar etme görevi bize yüklenmiştir (Hud,11/61). Ne mutlu ömrü boyunca kulluk ve istikamette daim olanlara.