Günahın tüm çeşitleriyle, gayet cesurca, planlı ve bilinçli bir şekilde işlendiği ve özendirildiği bir dünyada yaşıyoruz. Oysa işlenen her günah bir duyarsızlık ve umursamazlık alâmetidir. Tıpkı insan vücudundaki sinir uçlarının körelmesi gibi bir şey bu. Duyarlılıkta öncelik sıralamasına dair bir araştırma yapılsa, acaba inandığımız İslâm’ın günah dediği şeylere karşı duyarlılığımız kaçıncı sırada gelir ya da sıralamaya girebilir mi? Sağlıklı ve zinde kalabilmek için GDO’lu ürünlerden sakındığımız kadar Müslüman kimliğimizi yaralayacak unsurlardan sakınabiliyor muyuz? Muhtemel bir kalp krizine karşı bir takım tedbirlere başvuruyoruz. Peki, işlediğimiz her günahla kalbimize bir çizik attığımızın farkında mıyız?
Korona günlerinde vücudumuzun antikor düzeyini önemsediğimiz kadar manevi bünyemizin kanserine sebep olan günahlara direnç seviyemizi önemsiyor muyuz? Yoksa günah kavramı eski zamanlara ait bir kavram mı? Vaktinde kılmadığımız namaz bizi kaçırdığımız bir dizi film kadar etkiliyor mu? Rabbimizin kulak, göz ve kalplerimizin de bir hesabının olduğunu ferman buyurması (İsrâ:17/36) bizi ne kadar titretiyor? Tüm bunlara olumlu cevaplar veremiyorsak daha neyi bekliyoruz. Gelin şu sarsıcı ayet-i kerimeye kulak verelim: “İman edenlerin Allah'ı anma ve O'ndan inen Kur'an sebebiyle kalplerinin ürpermesi zamanı daha gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar. Onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı. Onlardan birçoğu yoldan çıkmış kimselerdir.” (Hadîd: 57/16). Bu gün yaşadığımız hayatla kıyasladığımızda, acaba bu ayet-i kerime nazil olduğunda sahâbe-i kirâm hangi duyarsızlığı gösterdiler de Rabbimizin bu çetin uyarısına muhatap oldular? Tefsirlerde Müslümanların Medine’ye hicretten sonra bir tür rehavete kapıldıkları için bu ayetle uyarıldıklarına dair birtakım rivayetler söz konusu olmakla birlikte ayet-i kerimeyi şöyle anlamak daha isabetli görünmektedir: Ayetlerin ilk muhatapları olan sahâbîler iyi birer Müslüman olma ve imanın sıcaklığını kalbinin derinliklerinde hissetme konusunda geriledikleri için kınanmış olmayıp, kemale doğru ilerlerken daha üstün bir mertebeye yaklaştıkları hatırlatılmış ve kendilerini bu seviyeye hazırlamaları için teşvikte bulunulmuş olabilir. Nitekim âyetin devamında, iman neşesi ve heyecanını kazanmanın yanı sıra onu korumanın ve sönmesini önlemenin de çok önemli olması sebebiyle, bir kısım Ehl-i kitabın yaşadığı olumsuz tecrübeye dikkat çekilmektedir. (Bkz. Hak Dini Kur’an Dili, Kur’an Yolu).
Zira biz biliyoruz ki, sahabe-i kiramın inen Kur’an ayetlerine ve Hz. Peygamber (s.a.v)’e itaat hususunda genel anlamda bir gevşeklikleri söz konusu değildi. Tam tersine her hangi bir erteleme olmaksızın ilâhî buyruklara ivedilikle boyun eğiyorlardı. Örneğin içkiyi haram kılan ayet nazil olduğunda ayet-i kerimenin sonundaki fe hel entüm müntehûn (artık vazgeçtiniz değil mi) cümlesine inteheynâ (vazgeçtik) diye mukabele etmişlerdi.
Peki, bu gün yukarıda zikrettiğimiz ayet-i kerime bize ne söyler? Başta bu ayet olmak üzere Kur’an bizde ne kadar karşılık buluyor ve bizim tıpkı sahabiler gibi inteyehnâ dediğimiz kaç günahımız var? Yoksa okuduklarımız ve duyduklarımız bir kulağımızdan girip bir kulağımızdan çıkıyor mu? Abdullah İbn-i Ömer (r.a)’in anlattığına göre Allah Rasûlü (s.a.v) bir gün minberde hutbe îrad ederken şöyle buyurmuşlardı: “İnsanlara merhametli olunuz ki, size de merhamet edilsin, bağışlayınız ki, bağışlanasınız. Dinledikleri bir kulağından girip diğer kulağından çıkanlara yazıklar olsun. Bile bile günahta ısrar edenlere yazıklar olsun.” (Ahmed bin Hanbel, Müsned, 2/165).
Her sözü reşat altın değerinde olan Efendimiz (s.a.v) biz ümmetini günaha karşı şöyle uyarmaktadır: “Kim darda kalmış birine genişlik sağlarsa yahut ondan alacağının bir kısmını bağışlarsa Allah da onu Cehennemin sıcak rüzgârından korur. (Sonra üç defa tekrarlayarak şöyle devam etti): Dikkat edin Cennet’e ulaştıracak ameller dik ve engebeli araziye tırmanmak gibi zordur. Cehenneme götüren ameller ise düz ovada yürümek gibi kolaydır. Bahtiyar kişi, içinde yaşadığı zamanın fitnelerinden korunan kişidir. Bir kişi Allah katında öfkesini yutmaktan daha sevimli bir şeyi yudumlamış olamaz.” (Ahmed bin Hanbel, Müsned: 1/327).
Güncel bir dille ifade edecek olursak; günah işlemek ve Allah’a isyan etmek otobanda araba kullanmak gibi kolay, Allah’ın rızasını kazanmak ve İslâmî ölçüler içerisinde kalma becerisi ise oldukça dik bir yamacı tırmanmak gibi zordur. Bizler, ayet-i kerime de ifade edildiği üzere, kitaplarının nüzulünün üzerinden çok zaman geçtiği için kalpleri duyarsızlaşan Ehl-i Kitap gibi olamayız ve olmamalıyız da. Ya kendimiz olarak kalır, hem dünyamızı hem de ukbâmızı kazanırız, ya da duyarsızlaşır hem dünyamızdan hem de ukbâmızdan oluruz. Zira İslâm insana her iki dünyanın mutluluğunu vaad eder. Kazanmamız gereken kalp kıvamı, günahın bize ölüm kadar sevimsiz gelmesidir.
Allah’ım! Bize imanı sevdir ve kalplerimizi imanla süsle! Bize küfür, isyan ve fıskı çirkin göster ve bizi doğru yol üzere olanlardan eyle! Âmin.