İlahi inayet, rahmet ve ebedi mutluluk kaynağı olarak insanlığa gönderilen İslam, insanın selim fıtratını koruyan ve akıl nimetiyle sahip olduğu üstün vasıflarını doğruya yönlendirerek dünya ve ahiret huzurunu temin eden ilahi ilkeler bütünüdür. Dolayısıyla, can taşıyan her varlığa merhameti, Yüce Allah’a teslimiyet ve itaati merkeze alan dinimiz; insan, eşya, tabiat ve kâinatla ilişkilerimizi ideal seviyede tanzim ederek dünya ve ukba dengesinin en ideal şeklini bizlere göstermiştir. Nitekim yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in; “Gerçekten bu Kur’an, en doğru olan yola götürür ve iyi işler yapan müminler için büyük bir mükâfat olduğunu müjdeler” (İsrâ, 17/9) ayeti, bu hususu açıkça beyan etmektedir.
Tahkiki bir iman; Cenâb-ı Hakk’ı tanıma, yaşadığımız dünyayı ve mutlak hakikat ahireti anlamlandırma, kendimizi ve dış dünyayı anlama noktasında en büyük imkândır. Bu şuur ile yaşanan hayatın ve yapılan ibadetlerin ise en somut neticesi her yönüyle güzel ahlak ve ihsan bilinciyle yaşamaktır. Bu açıdan ihsan, öncelikle kişinin “Rab” makamına başka hiçbir şeyi layık görmemesiyle birey ile Yaratıcı arasındaki derin saygı, bağlılık ve itaate dayanan ilişkiyi ifade etmektedir. Bu teorik boyutla birlikte, tam manasıyla “Cibril Hadisi”nde tebarüz ettiği yönüyle ihsan, Allah’ı görüyormuşçasına ibadet etme cihetiyle etkin bir tefekkür, mutlak bir teslimiyet ve eşsiz bir özveriyle O’na yakın olma çabasıdır.
İhsan, müminin, yüce Allah’la arasında kuvvetli bir bağ kurarak davranışlarını bu eksende oluşturmasıdır. İnsanoğlunun ahlaki hafızası olan fıtratın gereklerini yerine getirmesi ve dinimizin münker olarak vaz ettiği kötülüklerden ve çirkinliklerden uzak durmasıdır. Dolayısıyla ihsan kavramının hayata yansıyarak somutlaşması, rububiyet ve ubudiyetin en yalın tezahürü tevhit akidesinin ve insanlar arası ilişkinin vazgeçilmez değeri vahdet ilkesinin gereğini yerine getirmekle gerçekleşecektir. Bu yönüyle ihsan ahlakının nefis terbiyesiyle vazgeçilmez bir ilişkisinin varlığı da açıktır. Buna göre ihsan ahlakının varlığı, imandan neşet eden ahlaki erdemlerin bireysel ve sosyal hayata taşınmasıyla ortaya çıkacaktır. Diğer taraftan zikredilen bu hususlar, ihsan erdeminin şehadet ve gayb âlemine dönük ideal vasfının adalet değerinden kaynaklandığını göstermektedir. Nitekim insanın fizik ve metafizik dünyasını anlamlandıran vahyin; “Şüphesiz Allah, adaleti ve ihsanı emreder…” (Nahl, 16/90) buyruğu bunu açıkça ortaya koymaktadır.
Bir eylemin ihsan olarak değerlendirilip anlam kazanabilmesi için bazı vazgeçilmezler bulunmaktadır. Öncelikle ihsan; niyet, bilgi, bilinç, eylem ve irfan boyutuyla sarsılmaz bir varlık alanı oluşturmaktadır. Diğer bir ifadeyle, fikir ve aksiyon düzleminde ihsan davranışının ortaya konulmasında kişisel iradenin ve Yaratıcının muradının farkındalığı söz konusudur. Bu da ihsanın, dünya ve ahirette yüce Allah’ın hoşnutluğunu kazanmaya yönelik erdemli davranışların biricik vesilesi olduğunu göstermektedir. Aynı zamanda bu ideal, dinin ya da örfün iyi/güzel kabul ettiği ve “birr” ifadesinde karşılığını bulan maddi-manevi bütün güzellikleri temin etmektedir. Bu itibarla ihsan, marufu münkerden, adaleti zulümden, ihlası riyadan ayıran ve böylece kişiyi “muhsin” kılan mühim bir cevherdir. Aynı zamanda ihsan, kötülük dehlizlerinden iyiliğin aydınlık yollarına kişiyi sevk etmekle, takva mertebesinin de önemli bir eşiği konumundadır. Zikredilen tüm bu hakikatler, ihsanın etik ve estetik değeriyle insan hayatının har alanındaki varlığını göstermektedir. İhsanın en güzel örneklerini bizlerle buluşturan Peygamber Efendimizin (s.a.s.); “Allah her şeye karşı ihsanı farz kılmıştır…” (Müslim, Sayd, 57) hadisi de bu hususu teyit etmektedir.
Yüce dinimiz İslam, bireyin fıtratındaki iyilik cevherini yeryüzü ile buluşturarak dünyayı imar etmeyi hedeflemektedir. Bu üstün gayeye ulaşmada da en önemli imkân, peygamberlerin varlığı, örnekliği ve mücadelesidir. Nitekim peygamberler, bütün insanlığa sunduğu rahmet iklimiyle, her türlü eylemi zarafetle tezyin eden üstün ahlak ilkeleriyle bizlere ufuk çizip yön tayin eden vahyin, doğru anlaşılıp en güzel şekilde yaşanan bir hayata dönüşmesinde şüphesiz en büyük örneklerdir. Her konudaki rehberimiz Allah Rasûlü de her şeyi en güzel, tam ve mükemmel bir şekilde yapmakla kalmayıp aynı zamanda çevresini de en iyiye ve en güzele yönlendiren tavsiyelerde bulunarak insanlığa örnek olmuş ve ashabını ihsan şuuruyla yetiştirmiştir. Söz konusu çağları aşan örneklik; bilgi, hikmet ve marifet rükunları üzerine oturmuş, iman, kulluk ve güzel ahlakla tezyin edilmiş İslam medeniyetinin temel harcı olmuştur. Bu mayanın ruh çaldığı Müslümanlar, ilim ve irfan ile donanmış fertlerin oluşturduğu, ihsan ahlakı ile şekillenecek bir toplum idealini gerçekleştirmek için azami gayret göstermişler ve nihayetinde, yeryüzünde iyilik ve güzellikler üreten bir medeniyet inşa etmeye muktedir olmuşlardır.
İhsan bilinci, kulun Rabbiyle ve diğer varlıklarla ilişkisi bağlamında bireye dünya ve ahiret mutluluğunun yolunu göstermekle birlikte, günümüz dünyasının gerek bireysel ve gerekse toplumsal birçok sorununa da çözüm sunmaktadır. Zira ihsan; hayatın, varlık âleminin en şereflisi olan insana yaraşır bir şekilde sürdürülmesini temin eden ve hayatın her alanında insandan sadır olan eylemleri düzenleyen temel ilkelerden biridir. Nitekim sosyal hayat, her yönüyle ihsan merkezinde yaşandığında, Kur’an ve sünnetin hedeflediği erdemli ve faziletli toplum ortaya çıkmış; bu idealden uzaklaşıldığında ise iyilik yeryüzü sahnesinde zayıflamış ve kötülük toplumda hâkim güç hâline gelmiştir. Günümüze gelecek olursak, bugün yeryüzünün iyiliğe, merhamete, ahlak ve hukuka her zamankinden daha fazla muhtaç olduğu her türlü izahtan varestedir. İnsanlık; güven, sevgi, saygı ve barıştan uzaklaşarak tefrika, bölünme, zulüm, şiddet, vahşet ve dehşet sarmalında bunalımlı bir hayata hapsolmuştur. Tüm bunlar, İslam’ın hayatı huzurla buluşturma, insanı da kendisi ve çevresiyle barıştırma idealini önemsememe ve onun evrensel mesajını ihmal etme neticesinde vuku bulmaktadır. Özetle bugün, İslam âlemi de dâhil olmak üzere, yeryüzünde yaşanan ahlaki erozyon, kaybedilen huzur ve güven, insanlığın kanayan yaralarının merhemi mesabesindeki Kur’ani bir ilke olan ihsan değerinden uzaklaşmasının tabii sonucudur.
Bu itibarla, İslam’ın yeryüzüne sunduğu rahmete, hiç kimseden esirgemediği sevgi ve şefkate, iç ve dış dünyamızı sekinetle buluşturan barış çağrısına bütün insanlığın ihtiyaç duyduğu bir zamanda; ihsan çizgisinde yaşadığımız bir hayatın, gerçek anlamda iyiliğe ulaşma adına daha güzel bir dünyanın inşasına vesile olmasını Cenâb-ı Allah’tan niyaz ediyorum.