“Ben günah işledim Rabbim! Kendime zulmettim.” diyerek itirafta bulunup tövbe edebilmek herkese nasip olmaz. Günaha bulaşan kimse, genelde kendisini rahatlatabilmek için ninniler söyler; ruhunu uyutur. Bedeni âlemi gezip yüklendiği günahları başucuna bırakırken hep başka bir fail aramakla geçer onun ömrü.

Çünkü Yüce Allah’ın, göğüs kafesi içerisine yerleştirdiği vicdan kuşu, yoldan çıkan insanı rahat bırakmaz; ruhunu didikler. Nitekim Hz. Peygamber, günahı şöyle tarif etmiştir:  “Günah, insanın içini tırmalayan ve başkalarının haberdar olmasını istemediği şeydir” (Müslim, Birr, 15).

Allah’a itaatsizlik, şeytan tıyneti; mayasıdır. Bu maya ile imal edilen kendini kandırma boncukları, şeytan ziyneti markasıyla günahlarımızın çirkin boynunu süsler. Sonra o kolyeler, sırtımızda cehenneme taşıdığımız odunların bağlandığı urgana dönüşebilir (Tebbet, 111/3-5).

Nitekim üstünlük serabıyla kendini kandıran şeytan, ateşi de toprağı da yaratan Yüce Allah’a itaatsizlik ederek çıkmaz bir sokağa girip diskalifiye olmuştur. Halbuki bitiş çizgisinde ipi göğüslemek isteyen kimse, parkurda koşmalıydı. Buna rağmen şeytan dahi insan kadar kendini kandıramaz. Onun, Allah’ın huzurundaki şu sözleri, ertelemesiz bir uyanış alarmı olmalı bizler için: “…Aslında benim sizi zorlayacak gücüm yoktu; benim yaptığım size çağrıda bulunmaktan ibaretti; siz de benim çağrıma uydunuz. O halde beni kınamayın, kendinizi kınayın…” (İbrahim, 14/22)

Şeytanın bu çağrısına uyarak kendini kandıran çok sayıda insan var olagelmiştir yeryüzünde. Kur’an-ı Kerim’deki bazı örnekleri bu açıdan tekrar ele almak gerekirse:

Hz. Nuh’un, “Haydi evladım sen de gemiye bin!” diyerek peygamber elini uzattığı oğlu, babasına, “Beni sudan koruyacak bir dağa sığınırım” cevabını verdiğinde kendini kandırma tufanında boğulmuştu zaten (Hud, 11/42-43).

Kendilerinden başka “Allah’ın has kulu” olmadığını iddia eden Yahudiler ise nedense Allah’ın huzuruna çıkıp hesap vermeyi hiç istemezler. Hatta hayata en düşkün kimseler onlardır (Bakara, 2/96; Cuma, 62/5-6). Has kul destanıyla kendilerini avutup, “diğer”lerinin kabusu olurlar.

Bazen de daha nitelikli kandırır insan kendini. “Allah bana mal mülk verse nice hayırlar yapacağım!” diye başladığı masalı, “Bu serveti, sahip olduğum bilgi ve beceri sayesinde elde ettim. Kimsenin bunda bir hakkı olamaz.” diye bitirir (Tevbe, 9/75-78; Kasas, 28/76-78). Böylece kendini kandırmak bir kez daha muradına ermiş olur.

Kardeşlerinin, Yusuf’u öldürme ya da kuyuya atma planlarının sebebi, babalarının daha fazla sevgisini kazanma gibi masum (!) bir istek değil miydi (Yusuf, 12/8-10). Hani evli bir kadın olan Züleyha ise, Yusuf’un peşinden koşmakta ne kadar da haklı (!) olduğunu kanıtlamak için onu kınayan kadınlara bir davet düzenlemişti. Yusuf’u gören kadınlar, “Bu insan olamaz, ancak bir melektir” diyerek Züleyha’nın kendini kandırma ateşini körüklemişlerdi (Yusuf, 12/30-31). Diğer yandan Hz. Yusuf “Benim kalbim temiz…” efsanesiyle kendini kandırmamış ve günahın kokusundan koşarak uzaklaşmasına rağmen “Ben nefsimi temize çıkarmıyorum” sözüyle gerçek bir efsane olmuştur (Yusuf, 12/53).

Bir damla sudan yaratıldığını unutan insan, “Şu çürümüş kemiklere kim can verecekmiş?!” diyerek Yaratanını inkar ettiği gibi (Yasin, 36/77-78), nihayet çürümüş kemikleri can bulduğunda dahi kendisini kandırmaya teşebbüs eder. Bütün yakıcılığı ve uğultusuyla cehennemi karşısında gördüğü zaman “Ah keşke dünyaya geri gönderilsek de Rabbimizin ayetlerini yalan saymayıp inananlardan olsak” der, der amma Rabbi onu ondan daha iyi tanıdığı için “Geri gönderilseniz bile yine aynı şeyleri yapacaksınız” buyurmaktadır (En’am, 6/27-28).

Ertelemek

Ertelemek, kendini kandırmanın hayati bir organıdır. Bu organı besleyen damarlar kesilmedikçe kendisine dürüst olamaz insan.

Kimi zaman imandır ertelenen, kimi zaman ibadet. Son nefese ertelenmiş iman, Firavun imanıdır; Hak katında makbul değildir. Mevsimlerinin dışında; serada yetiştirilen ibadetlerin ise tadı tuzu; ihlası eksik olur. Edası çok, kazası az olanlar, ertelemenin acemisi, kendisine dürüst olmanın ustasıdır. Çünkü “Sonra yaparım”, “Bir mazeret üretsem de yapmasam”ın aynı dildeki tercümesidir çoğu zaman. Nihayetinde doğmadan ölenler; ölü doğanlar misali sonra da yapılmayan ameller mezarlığıdır dünya.