Rahmân ve Rahîm (olan) Allâh’ın Adıyla (C.C.)…
“Nerede olursanız olun ölüm sizi yakalar; sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile! (Nisa, 4/78-79) buyuruyor Rabbimiz Kur’ân-ı Kerîm’inde…
Zaman zaman kabirleri ziyaret ediyoruz, etmeliyiz de… Bir yanda çok kadîm medeniyetlere ait mezarların bulunduğu, bir yanda babalarımızın, annelerimizin, yakın veya uzak dostlarımızın, kardeşlerimizin medfûn bulundukları kabristanlardan geçiyoruz. Pek çok mezar taşı üzerinde, çokça unvan, mal makam, mansıp sahibi, sevilen, hayatta iz bırakmış insanların isimleri yazıyor. Rabbimizden hepsine rahmetler dilerken, bizlerin de onların aramızdan ayrılışından dersler ve ibretler çıkararak razı olduğu bir hayatı yaşamayı nasip etmesini temenni ve niyaz ediyoruz.
Esas ve önemli olan, bu dünyadan ebediyet âlemine geçiş yaparken, hesabı verilebilir bir hayatı geride bırakabilmek, kabre ve sonsuz ahiret hayatına hazırlık yapabilmektir. Bizler biliyoruz ki, baktığımız her görünenin, konuştuğumuz her kelimenin, yuttuğumuz her lokmanın, her davranışımızın bizden hesabının sorulacağı gün gelecek. Bugün bizim yapıp ettiklerimizden, işlediklerimizden, söylediklerimizden, söylememiz gerekirken söylemeyip ihmal ettiklerimizden müteşekkil amel defterlerimiz önümüze konulunca;
“ Oku kitabını! Bugün sana hesap sorucu olarak kendi nefsin yeter!” (İsrâ, 17/14) buyurulacaktır.
Kabirleri ziyaret ederken veya yanlarından, yakınlarından geçerken ceddimizin, büyüklerimizin veya tarihte iz bırakmış geçmiş büyüklerimizin yaptığı gibi, râbıta-i mevt yaparak kendimizi kabrin içerisinde düşünmeli, öyle tahayyül etmeli, kabre girdiğimiz zaman kabrin karanlığını nura, aydınlığa çevirecek güzel işlerle, salih amellerle dolu bir ömür yaşamayı kendimize şiâr edinmeliyiz. İbret alınmadan yapılan kabir ziyareti, ziyaret edilene okuduğumuz rahmet ve dualarla bir yönüyle faydalı bir iştir ancak, eğer bize bir tesiri, ibretlik bir etkisi olmuyorsa, bizi düzeltme yolunda önümüze bir şey koymuyorsa bize bir faydası olmaz.
Bizler, bir eli yağda, bir eli balda kabilinden bir hayat yaşamış olsak bile, gayretimiz; kaçamayacağımız âkıbet olan –eğer onu da Allah nasip edecekse- böyle bir kabristanda medfûn bulunup amellerimizle, biriktirdiklerimizle karanlıklar içerisinde kalmamak için hazırlıklı gitmek olmalıdır.
Rabbimizin; “Biz, yakın bir azap ile sizi uyardık. O gün kişi önceden yaptıklarına bakacak ve inkârcı kişi: ‘Keşke toprak olsaydım!’ diyecektir.” ayetindeki akıbete ve pişmanlığı yaşama durumuna maruz kalmadan kendimiz için önden bizi kurtaracak bir şeyler hazırlamanın, göndermenin çabası içerisinde olmalıyız. Allah’ın bize rahmet etmesini, bizi bağışlamasını, bize cennetini lütfetmesini istiyorsak, elbette dünyada iken bizi cennete götürecek işlerin etrafında, düzlüğünde, yamaçlarında dolaşmamız gerekmektedir.
Hayatını Allah’ın istemediği hâllerden uzak tutamayan, bir ömür boyu isyan ve kusurlarla, ihanet ve zulümlerle, yalan ve haksızlıklarla, sevgisizlik ve samimiyetsizliklerle sürdürmüş kimselerin Allah’tan rahmet ve bereket beklemesi veya bizim onlar için bu duaları yapmamız onlara cenneti ve cennet nimetlerini kazandırmayacaktır.
Bir de şu var: Kur’an-ı Kerim; “Nihayet onlardan birine ölüm gelip çattığında; ‘Rabbim! Beni geri gönder. Tâ ki boşa geçirdiğim dünyada sâlih ameller işleyeyim.’ der. Hayır! Bu, onun ağzından çıkan (boş) bir lâftan ibarettir. Onların arkasında, tekrar dirilecekleri güne kadar (devam edecek, bu dünyaya dönmelerine mânî olan) bir berzah (perde) vardır.” (Mü’minûn, 23/99-100) mübarek beyanıyla, insanın pişmanlığını ve boş talebini bize hatırlatır.
İnsan, bu fânî dünyada nasıl ve ne kadar yaşarsa yaşasın, sayılı nefeslerini tükettikten sonra, mutlaka “öteki” âlem olan kabrin yolcusu olacaktır. Bu yolculukta da yanında götürebildiği tek dünyalık, sadece birkaç metre kefen bezidir. Dolayısıyla fânî hayat çarşısının en son giysisi olan kefen, bir gün mutlakâ herkesi saracak ve ölüm gerçeği, bütün fânî alışverişlere, zevklere, câzibelere ve aldatıcı sözlere/davranışlara “iptal” mührünü vuracaktır. Neticede insanın bedeni, kendisinden yaratıldığı toprağa geri dönecektir.
İnsanın bedeni, ruhunun kılıfı mahiyetindedir. Yeniden dirilişin gerçekleşeceği kıyamet gününde, bu rûha yeni bir beden giydirilecektir. Bu bedenin keyfiyeti de, dünyada iken ruhun kazandığı manevi seviyeye göre tezahür edecektir. Kabirleri ziyaret esnasında, dirilerin ölülere gönderebileceği en iyi hediye ise onlar için istiğfâr etmek ve onlar adına sadaka verip infakta bulunmaktır. Rasûlullah (s.a.v.)’in; “Yarım hurma dahi olsun tasadduk ederek kendinizi ateşten koruyun!” (Buhârî, Müslim, Tirmizi) tavsiyelerini hatırlamak ve bu noktada dikkatle hareket etmek gerekmektedir.
Rabbimizin, ebedî âleme bu şuur ve hassasiyetle hazırlanmamız hususunda bize yardımcı olması niyazıyla, bütün okuyucularımı muhabbetle selamlıyorum.