Selâm Olsun Evvâb Ve Hafîz Olanlara
“O gün cehenneme «Doldun mu?» deriz. O da «Daha var mı?» der. Cennet de takvâ sahiplerine yaklaştırılır; (onlardan) uzakta olmayacaktır. İşte size vâdedilen cennet! Ki o, Allah'a yönelen (evvâb), emirlerine riayet eden (hafîz) kimselere mahsustur. Onlar, görmedikleri halde Rahmân'dan korkan ve Ona yönelmiş bir kalple huzuruna gelen kimselerdir. Oraya selâmetle girin. İşte bu, bu sonsuzluk günüdür. Orada kendileri için diledikleri her şey vardır. Katımızda dahası da vardır.” (Kâf:5/30-35)
Bu ayet-i kerimelerde her müslümanda olması gereken iki özelliğe dikkat çekilmektedir. Evvâb ve hafîz. Evvâb; dönen, Allah’a yönelen, tövbe eden demektir. Kelimenin kök anlamında dönmek ve yöneliş vardır. Hafîz ise; koruyan, hiçbir şeyin kaybolmaması ve ihmal edilmemesi için gerekli tedbirleri alan demektir. Hafîz aynı zamanda Allah’ın doksan dokuz isminden biridir. Yani Allah (c.c) kendisi hafîz olduğu gibi bizden de hafîz olmamızı istemektedir.
Kur’an-ı Kerim’de Hz. Dâvud (a.s) ve onunla birlikte tesbih eden kuşlar ile Hz. Eyyûb (a.s)’ın birer evvâb oldukları hatırlatılır. (Sâd: 38/17,19,30,44). Bir de tüm insanlara hitaben kelime çoğul kullanılarak (evvâbîn) şöyle buyurulur; “Kalplerinizdekini en iyi bilen rabbinizdir. Eğer iyi olursanız bilesiniz ki Allah kendisine yönelenleri son derece bağışlayıcıdır.” (İsra: 17/25).
Her insanın eğilimi, yönelişi ve tercihleri vardır. Ayrıca her insan aidiyet hissiyle bağlı olduğu her ne var ise onları koruyup gözetici ve kendince değerli olan o şeyleri korumak için mücadeleci bir yapıya sahiptir. Bu özellik inanan inanmayan herkes için geçerlidir. Zaten dünyadaki hak-bâtıl mücadelesinin temelindeki sâik de budur. Peki neye evvâb olup yöneleceğiz, neyin hafîzi olacağız?
Kur’an-ı Kerim bize Hz. İbrahim (a.s)’ın diliyle yönelişimizi öğretir. “Ben hanîf olarak, yüzümü gökleri ve yeri yoktan yaratan Allah'a çevirdim ve ben müşriklerden değilim.” (En’âm: 6/79). Müslüman her türlü çeldiricilerden âzâde bir şekilde yüzünü ve özünü Allah’a döndüren, Allah’a yönelen kişidir. Zira Allah (c.c) birdir, her insanda da bir kalp yaratmıştır, o bir kalp de bir olan Allah’a rabtolmalıdır. Müslümanlar olarak Allah’a yönelişimizin pürüzsüz olması için o yönelişi zedeleyecek bir takım virüslere karşı uyanık olmamız ve kendimizi korumamız gerekmektedir. İşte tam da burada hafîz olma özelliğimiz devreye girmektedir.
Müslüman her şeyden önce kalbindeki imanı korumalıdır. Zira iman makbul bir hayatın zeminini oluşturur. Hatta birer Müslüman olarak neleri korumamız gerektiğini belirleyen de imanımızdır. İmanımız adeta kilit taşımızdır bizim. Kur’an-ı Kerim bizden namazları ve özellikle orta namazı muhafaza etmemizi (Bakara: 2/238), kendimizi ve ailemizi Cehennemden (Tahrîm: 66/6), iffetlerimizi gayri meşrudan korumamızı ister. Elbette sadece bunlarla da sınırlı değildir. Abdullah b. Mes’ud (r.a) der ki; Bir gün Allah rasûlü (s.a.v) “Allah’tan hakkıyla (gereği gibi) hayâ edin!” buyurdu. Biz de, “ey Allâh’ın rasûlü! Elhamdülillâh hayâ ediyoruz.” dedik. Bunun üzerine Efendimiz şu îzahta bulundu: “Söylemek istediğim, sizin anladığınız hayâ değildir. Allah’tan hakkıyla hayâ etmek; başı ve başın ihtiva ettiği (göz, kulak, dil ve idrak gibi) her şeyi, bedenin içini ve ihtiva ettiği (kalp, karın vb.) her şeyi muhâfaza etmenizdir. Ölümü ve toprakta çürümeyi hatırlamanızdır. Âhireti dileyen, dünyânın ziynetini terk edip âhireti bu hayâta tercih etmelidir. İşte kim bu söylenenleri yerine getirirse, Allah’tan hakkıyla hayâ etmiş demektir.” (Tirmizî, Kıyâmet, 24/2458).
İmanımızı yıpratıcı, amelde gevşetici ve ahlâken çökertici unsurların tüm çeşitliliği ile bizi kolayca ağına alabildiği günümüz şartlarında Allah’a yönelik ve korunaklı bir hayat yaşamak ve bu şuuru önce ailemizden başlayarak toplum fertlerine aşılamak en önemli vazifemizdir. Hem insanca yaşanabilir bir dünyanın tesisi için hem de selîm bir kalple ilâhî huzura varıp selâmetle cennete girebilmek için Allah ve rasûlünün koruyun dediklerini korumak, sakının dediklerinden sakınmak ve yapın dediklerini yapmak yegâne kurtuluş reçetemizdir. Korunaklı bir hayat yaşama gayreti içerisinde olduğumuzda gücümüzün yetmediği yerlerde arşı taşıyan ve arşın etrafındaki melekler bizim için dua edecek, böylece el-Hafîz olan Rabbimiz bizi dünya ve âhiretin şerlerinden koruyacaktır. “Arş'ı yüklenen ve bir de onun çevresinde bulunanlar (melekler), Rablerini hamd ile tesbih ederler, O'na iman ederler. Müminlerin de bağışlanmasını isterler: Ey Rabbimiz! Senin rahmet ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. O halde tevbe eden ve senin yoluna gidenleri bağışla, onları cehennem azabından koru! (derler). Rabbimiz! Onları da, onların atalarından, zevcelerinden, nesillerinden iyi olanları da kendilerine vâdettiğin Adn cennetlerine koy. Şüphesiz azîz ve hakîm olan sensin! Bir de onları, her türlü kötülüklerden koru. O gün sen kimi kötülüklerden korursan muhakkak ki onu rahmetine mazhar etmiş olursun. Bu en büyük kurtuluştur.” (Mü’min: 40/7-9).