İnsanlar için sağladıkları muazzam faydalardan, ihtişam ve büyüklüklerinden dolayı dağlar çok eski zamanlardan beri Tanrı’nın kudret ve azametinin sembolü olarak görülmüştür. [1]

Kur’ân-ı Kerîm’de dağların, yeryüzünün kazıkları olarak sapasağlam çakılıp dikildikleri[2] ve Allah’ı tesbih ettikleri bildirilir.[3]

Hz. Peygamber’in (sas), kendisine vahiy gelmeden önce ibadet ve tefekkürle vakit geçirdiği ve ilk vahyin geldiği mağaranın bulunduğu Hira dağı Müslümanlara göre kutsaldır. Rivayete göre Hz. Peygamber, yanında ashabından bir grup olduğu halde bu dağın üstüne çıkmış, o sırada dağ sallanınca, “Ey Hira sakinleş! Zira üzerinde nebî veya sıddîk veya şehid bulunmaktadır”[4] demiştir.

Ayrıca Peygamber Efendimizin (sas) Uhud dağı hakkında: “Uhud dağı bizi sever, biz de onu severiz” buyurduğu rivayet edilmiştir.[5] 

Müslümanlar açısından diğer bir kutsal dağ elbette Arafat dağıdır. “Arafat” kelimesi, “bilme, anlama, tanıma” anlamına gelen bir kökten türetilmiştir. Hz. Peygamber’in (sas) ifadesiyle “Hac, Arafatta olmaktır.”[6] Yani arif olmaktır; hakikati bilmek, tanımak, kavramaktır. Marifet ehli olmaktır.  

Arafat Müslümanlar için bir kimlik ve aidiyettir. Zamanların en bereketlisi olan “arife” günü Rahman’ın misafirleri olarak hacıların Arafat’ta vakfeye durmaları sahip olduğumuz değerlerle ortak bir medeniyetin çocukları olduğumuzun ve bu kimlikten asla vaz geçmeyeceğimizin ilanıdır. Bu sebeple Yunus Emre, “Arafat dağıdır bizim dağımız, orda kabul olur dualarımız” derken; Cemil Meriç “Olimpus Dağının çocuklarının Hira dağının çocuklarını asla kabul etmeyeceğini” ilan etmiştir. Bu bizim Arafat vakfesinde kesin olarak içselleştirmemiz gereken hak ile batılın, iyilik ile kötülüğün mücadelesinde tarafımızı ortaya koyuşumuzdur.

Vakfe; “duruş” demektir. Arafat’ta vakfe yapan Müslüman kimliğini, duruş ve tarafını ilan etmektedir. Hz. Peygamber (sas), “Burası Arafat’tır, burası vakfe yapılacak yerdir”[7] buyurmuştur. Bu uzun soluklu bir duruş, duruşma ve durulaşmadır. Sabahtan akşama kadar korku ve ümit arasında bir bekleyiştir.[8] Bütün Müslümanların kardeş ve batılın karşısında yekvücut olduklarını ilan eden şanlı, asaletli bir duruştur.

Zaten Hz. Peygamber’in (sas) veda haccı esnasında Arafat’ta irat ettiği hutbe kıyamete kadar Arafat dağının çocukları ile Olimpus dağının çocukları arasındaki farkı ortaya koyacak niteliktedir. Buna göre;

1-      Müslümanların canları ve malları, içerisinde bulundukları kutsal zaman ve mekan kadar saygın ve dokunulmazdır.

2-      Kadınlar “Allah’ın Emanetidir.” Haklarına riayet edilmelidir.

3-      İnsan insanı sömürmemelidir. Kul hakkı yememelidir. Faizi esas alan her türlü ekonomik sistem batıldır.

4-      Haksız yere kan dökülmemelidir. Kan dökmeyi netice veren her türlü imtiyaz ve soyluluk iddiası batıldır.

5-      Tüm insanlık için yegane çözüm Allah’ın kitabı Kuran ve Resulü’nün sünnetidir.

Öte yandan Arafat’ta vakfe, bütün dünya Müslümanlarını temsilen gelen heyetlerin oluşturduğu bir zirvedir. Bir anlamda “Dünya Müslümanları Kongresidir.”[9]

Arafat mahşerin provasıdır. İnsanın kıyamette Allah’ın huzurunda bekleyişini hatırlatır. Meseleyi tekrar hak batıl mücadelesi boyutuyla değerlendirdiğimizde; bizler ile onların farkı da buradadır. Bizim medeniyetimizde asıl olan ahirettir, dünyayı imar ederken cennetin heyecanını yitirmemektir.


[1] https://islamansiklopedisi.org.tr/dag

[2] Nebe’ 78/7; Nâziât 79/32; Gāşiye 88/19.

[3] Hac 22/18.

[4] Müsned, V, 346.

[5] Buhârî, “İʿtiṣâm”, 16.

[6] İbn Mace, Menasik, 57.

[7] Müsned, III, 326.

[8] Haccı Anlamak, sh.53.

[9] Haccı Anlamak, sh. 54.