İnsanlardan alırken ölçüp tarttıklarında tam, onlara vermek için ölçüp tarttıklarında ise noksan yapan hilekârlara yazıklar olsun!
(Mutaffifîn 83/1-3)
Kimi, niye, ne ile, ne için aldatır insan? Alıp vermesi bitmez de ne alır ne verir sahi? Aldattığında elde ettiği kâr, umduğuna kavuşturur mu? En önemli soru ise değer mi?
Bazı sorular zihin açar, bazıları ise kalbe anahtardır. Aldattığı yerden aldandığı yere sefer eylemeye vesile olur. Cevabını bulduğu yerde anlar ki, önce kendini aldatmadan, başkaları aldatılmaz. En sevdiği yeme kanıp avlananlar misali, en derin zaafından kendini avlar aslında insan. İlk tuzağa düşenin kendisi olduğunu dahi bilemeden büyük bir aldanışla, kazandığını zanneder. Acıtır lâkin acınacak halinden bîhaber.
“Bunlar Allah’ı ve mü’minleri aldatmaya çalışırlar. Oysa sadece kendilerini aldatırlar da farkında değillerdir.” (Bakara 2/9)
Herkesin derin zaafları başkacadır. Kimi malın esiridir, üç kuruş için ölçerken aldanır; kimi nefsinin esiridir, anlık zevklerle aldanır; kimi keyfinin esiridir, anlık mutluluk için eğlendikleriyle aldanır; kimi mevki sevdalısıdır, her yolu mübah görürken aldanır...
Üç kuruşluk kâr, avuçlarına düştüğünde en fazla üç günü kurtarır oysa. Başkalarını kandırdığı kadar, kendini kandıramaz günün sonunda. Çünkü en iyi bildiği yerden başka türlüsüne ikna olmaz insan. Ebedi kazancın dosdoğru olanlara ait olduğu bilgisini kendinden uzak tutmak istese de ikna edemez kendini. Göz göre göre, kalp duya duya aldatır, aldanır.
İşin sonunda, farkında olmak büyük bir nimettir de aslında. Aldananın kendisi olduğunu fark ettiği yerde uyanış başlar. Koca bir yalanla avunurken, bir hakikatle düştüğü yerden kalkar. Belki aldattıkları aldandığından bile habersizken, aldattığını en iyi aldatan bilir çünkü. Her şeyden öte “...Nerede olsanız, O sizinle beraberdir. Allah, bütün yaptıklarınızı hakkıyla görendir.” (Hadîd 57/4) ayeti rehberlik eder doğrulmaya. Aldatan da aldanan da hepsi kayıt altındadır ve en çok da aldattığı yerden aldanır insan. Bir hikâye anlatılır;
Yaşlı adam ve eşi evde tereyağı yapıp, her gün yakınlarındaki bakkala götürüp satarak geçimlerini sağlamaktadır. Bakkal günlerce adamın getirdiği tereyağını hiç tartmaz.
Ancak bir gün ‘acaba!..’ diyerek, yaşlı adam gidince tereyağını tartıya koyar ve yağın dokuz yüz gram geldiğini görür. Öfkeyle, ertesi günü bekler. Bu işin hesabını soracak ve bir daha da ondan tereyağı almayacaktır. Ertesi sabah yaşlı adam elinde tereyağı ile geldiğinde, bakkal öfkeyle bir daha kendisinden yağ almayacağını söyler. Yaşlı adam üzülerek “Bir yanlışım mı oldu?” diye sorduğunda, bakkal tereyağının dokuz yüz gram geldiğini söyler ve utanmadan bunu kendine nasıl yaptığını sorar. Yaşlı adam mahçup bir şekilde başını yere eğer ve şu cevabı verir. “Efendim bizim terazimiz yok, sizden bir kilo şeker almıştık onu tartı olarak kullanıyorduk” der.
İşte hikâyedeki bakkal misali insan bazen, gramla aldatmanın tonlarca ağırlığı altında kalır. Sevgili Peygamberimiz’in (sas) “Bizi aldatan, bizden değildir.” (Müslim, İman, 164) hadisindeki “biz” olamamanın ağırlığı altında kalmak gibi ve sorar kendine değer miydi?
Aldatan ve aldanan olmaktan, zulmedip zulme uğramaktan, haksız işler peşinde nefes tüketmekten Rabbimize sığınırız.