YEDİNCİ BASKIYA ÖNSÖZ

Günümüzde tarihin hızlandığı, artık somut olarak açık-seçik bir şekilde görülmeye başlanmıştır. Ve “tarih hızlandı” sözü, söylemlerimizde yerini almıştır. Hayatın, dolayısıyla tarihin kazanmış olduğu bu dinamizmin kaynağı, bilimsel başarılarda yatmaktadır. Çünkü hayatı ve dolayısıyla da tarihi yönlendiren ve ivme kazandıran, bilgi ve bilimlerdir.

Yıllar önce bu konuda bir çalışma yapmamı isteyen ve yayınlamak lütfunda bulunan Diyanet İşleri Başkanlığı, yeni baskısını yapmayı düşündüğünde, benden tekrar “gözden geçirmemi” istedi. İyi ki istedi; çünkü belirli bir dönemde ortaya konmuş olan bilgiler, yerlerini, yeni deneylerin ve sürekli araştırmaların ortaya koyduğu bilimsel başarılara bırakmakta ve arka planda kalmaktadır.

Bu gözden geçirmede iki şey yaptım: Birincisi, ilk çalışmamda yorum ve değerlendirmelerime dayanak yaptığım bilgilerin günümüzdeki geçerliliklerini gözden geçirmek oldu. İkinci yaptığım şey ise, her geçen gün biraz daha gelişip sadeleşen dilimiz yönünden olmuştur.

Türkçemizin bu gelişme ve bir bilim ve felsefe dili haline gelme sürecinde bazı kelimeler, her geçen gün biraz daha hayatiyet kazanmaktadır. Bu tür kelimelerin kullanımına öncelik vermeye çalıştım.

17 Kasım 2011

BURSA Prof. Dr. Hüseyin AYDIN

ÖNSÖZ

Yaratılış ve gayelilik gibi bilimsel-felsefî anlatım güçlükleri yanında, metafizik ifade güçlüklerini de bünyesinde taşıyan bir konuyu, geniş bir okuyucu çevresine hitap edebilecek bir anlatım içinde sunmanın güçlüğünü okuyucularım takdir edecektir.

Daha çok iman’ın konusu olan yaratılış ve gayeliliğe, sadece dinî tasvirlerle getirilen açıklamalar ile yetinmeyen, salt teorik modeller ve felsefî spekülasyonlar ile de asla tatmin olmayan günümüz insanı, dinî - ilmî - felsefî araştırmaların birlikte ortaya koyduğu evren tasvirleri ve daha ileri açıklamalar beklemektedir.

Bu beklentiye kısmen şimdilik bir cevap olsun diye giriştiğim bu teşebbüste, din, bilim ve felsefenin verilerinden hareket ettim. Bu çalışmamın muhtevası, bu beklentiye henüz cevap verecek düzeyde değilse de, bütün eksikliklerine rağmen, dinî-ilmî- felsefî açıdan yürütülmüş bir gayretin dilimizde ilk ürünü olduğu söylenebilir. Bu üç bilgi kaynağının sağladığı bilgilerle ortaya konmaya çalışılan bu kitabı, bundan sonra onu daha bilimsel, daha muhtevalı ve daha kuşatıcı açıklamalar getiren çalışmaların takip edeceğini ümit ediyorum.

Bu üç bilme imkânımızdan, bilim, felsefe ve din’den, yalnız birisi ile yaratılış ve gayeliliğe kuşatıcı ve doyurucu bir açıklama ve tasvir getirmek mümkün değildir. Çünkü bilimler, varlığı kendi aralarında parçalayarak ele alırlar ve varlık hakkında toplu bir görüş ve açıklama ortaya koyabilmek için ulaşmış oldukları sonuçları yine kendi aralarında bir araya getirerek evren ve evren içindeki insanın konumu hakkında genel bir görüş ve tasavvur oluşturamazlar. Bu görevi felsefe üstlenir. Felsefe, bilimlerin ortaya koymuş olduğu hâlis başarıları birleştirip varlık hakkında genel bir tasavvur, evren hakkında âlem-şümûl bir açıklama ortaya koymağa çalışır. Felsefe, bu görevi yerine getirirken, bilimsel başarıların yol göstericiliğinin sona erdiği, gözlenebilen olayların tükendiği yerden sonra da değerlendirmelerde bulunmaya devam eder. Bu aşamada spekülasyonlar yapar, teoriler ileri sürer.

Bu safhada yani bilimin ve felsefenin imkânlarının sona erdiği yerde din, bir bilgi kaynağı, semavi kitaplar da referans imkânı olarak karşımıza çıkar. Bilimlerin ve felsefenin imkânlarından bağımsız olarak dinin, özellikle İslam’ın varlıkla ilgili (kevnî) ayetlerine, anlam vermekte güçlük çekilmesi kaçınılmazdır. Meselâ çevre biyolojisini bilmeden Hûd suresinin 6. ayetine, “Hubble Sabiti”ni bilmeden de Zâriyât suresinin 47. ayetine yanlış mana vermekteyiz, İlahiyatçıların, dinin varlık hakkında tasvirler yapmayıp, sadece Kur’an-ı Kerim’in muhtasar bilgi veren ayetlerine dayanarak getirmeğe çalıştığı açıklamalar, felsefenin tek başına yaptığı spekülasyonlardan farksızdır ve biz, dinin bu tür açıklamalarına, spekülasyonun İslam kültüründeki ifadesi olan “israiliyyât” terimini kullanıyoruz.

Bu nedenlerden dolayı yaratılış ve gayeliliğe bir açıklama getirmeğe çalışırken, ne tek başına bilimin sınırları içinde kalarak pozitivist bir tutuma girdim, ne tek başına felsefenin imkânları ile yetinip spekülatif-teorik dolayısıyla da ideolojik bir tavır sergiledim; ne de sadece dinin nasslarına/ayetlerine dayanarak, içinde taassup kokusu bulunan dar bir görüş içinde kaldım. Konulara sade (naiv) bir tavır, bilimsel ve önyargılardan uzak bir düşünme ile yaklaşmağa çalıştım.

Bunu yaparken bilimsel araştırmalar, felsefî tasvirler, dinî nasslar ve tefsirlerinin birlikte ortaya koyduğu bir evren anlayışının şuuruna kolayca ulaşılabilinmesini amaçladım. Aslında bu konu, bir insanın tek başına üstesinden gelebileceği bir konu değildir. Umarım ileride bilim adamları, felsefeciler ve ilahiyatçılar, ortaklaşa çalışmalar ile daha doyurucu tasvirler ve daha kuşatıcı yorumlar ortaya koyar. Çünkü bugün söylenenler, son söylenecek şeyler değildir.

Eğer sadece bilimler ve felsefeye dayanılarak oluşturulan evren tasavvuru, mutlaklaştırılır ve bir iman niteliği kazanırsa, bu da imanı kendi kaynağının dışında aramak olur. Bu çalışmamda ben, yaratılış ve gayeliliğe bir açıklama getirmeğe çalışırken, İslam’ın getirdiği Tanrı tasavvuruna ve kurduğu Tanrı-insan ilişkisine gönülden inanmış bir kimse olduğumu ifade edeyim. Bu iman ve inancım, konuyu bütün boyutları içinde ele almama asla engel olmamıştır. Karşıt görüşleri, özellikle iyi anlaşılabilmeleri ve anlamlı bir karşılaştırma yapabilmek için, elden geldiğince ayrıntılı bir biçimde anlatmağa çalıştım. Bunu yaparken de konuyu yeniden ele alacak arkadan gelen araştırıcılara yeni tespitler ve düşünceler verdiğimi söyleyemem; ancak ilahiyat alanında çalışan araştırıcılara, kelâm ilminin klâsik mantıkî tahlillerinin yanında yeni bir görüş açısı kazandırmağa çalıştığımı söyleyebilirim. Daha da ileri gidip, tevazu ve tekebbürü bir tarafa bırakırsak, imanın konusu olan yaratılış ve gayeliliğe, bilimsel ve felsefî çalışmaların ortaya koymuş olduğu başarılara dayanarak daha anlamlı ve boyutlu tasvir, açıklama ve yorum ortaya koymaya çalıştım.

Yaratılış ve gayeliliğin açıklamasını yaparken “nasıl?” ve “niçin?” soruları birlikte karşımıza çıkar. “Nasıl?” türünden sorulara I. bölümde “Evrenin Yaratılışı” ve II. bölümde “Hayatın Yaratılışı” başlıkları altında cevap vermeyi denedim. “Niçin?” türünden sorulara ise III. bölümde “Gayelilik (Teleoloji)” başlığı altında cevap vermeye çalıştım.

Anlatımım açık ve berrak olmadı. Bu, kendi zaafımın yanı başında konunun mahiyetinden de gelmektedir; ancak yorum ve açıklamalarımda elden geldiğince ölçülü olmağa ve uçuk yorumlar ileri sürmemeye çok dikkat ettiğimi söyleyebilirim.

Duyulan ihtiyaca işaret ederek böyle bir konuyu ele almama beni yönelten ve kitabımı basma lütfunda bulunan Diyanet İşleri Başkanlığına teşekkürlerimi arz ederim.

Çalışmamın müsveddelerini okuyup gerekli görüş ve tavsiyelerini esirgemeyen U.Ü. İlahiyat Fakültesindeki meslektaşlarıma, kitabın hazırlanmasında emeği geçen asistanlarım Enver UYSAL, Tevfik YÜCEDOĞRU ve Yaşar AYDINLI’ya, titiz bir şekilde daktilosunu yapan Bölüm Sekreteri Nurhan AÇAR Hanım’a teşekkürü bir borç bilirim.

BURSA - 1987

Prof. Dr. Hüseyin AYDIN

Ilim Felsefe Ve Din Acisindan Yaratilis Ve Gayelilik Teleoloji Epub3.Epub