İnsanı kendisinden, çevresinden ve Rabbinden uzaklaştıran sebeplerin başında kibir var.
Manevi hastalıkların en tehlikelisi.
Kalbe kibir yerleşirse bir yerde hastalık ortaya çıkıyor. Bazen kalp spazmı; bazen ağrı/sızı; bazen de geriye dönüşü mümkün olmayan kriz şeklinde.
Ben Adem (as)’ın yaratılışına vakıf, Allah Teala ile konuşma lütfuna mazhar olan, pek çok esrarı bilen İblis’in nasıl isyan ettiğini daha doğrusu edebildiğini anlamakta hep zorlanırdım.
Şeytanı cennetten kovulmaya götüren sebebin kibir olduğunu anlayıncaya kadar. Şu ayet-i kerimeye bakar mısınız?
“Hani meleklere “Âdem için (Allah’a) secde edin.” demiştik; onlar da hemen secde etmişlerdi. İblis hariç. (O) “Ben çamurdan yarattığın bir kişi için secde eder miyim hiç!
(İblis) “Bana üstün kıldığın şu (insan)a bakar mısın? Beni kıyamet gününe kadar ertelersen, azı dışında onun neslini kendime bağlayacağım.” (İsra, 61-62)
“Çamurdan yarattığın kişi için secde eder miyim?”
Kibre bakın!
“Bana üstün kıldığın şu insana bakar mısın?..”
Kibir!
Ben bilirim, ben yaparım, ben varken başkası olur mu?
Belki de pek çoğumuzun kalbinin derinliklerinde hastalık gizli.
Aktif hale gelince cenneti bile gözü görmüyor insanın.
Yolunu, istikametini değiştiren insanlarda çevresinin farkettiği en belirgin özelliğin kibir olduğu hep konuşuluyor.
İnsanları zorla istikamet üzere tutmak mümkün değil. Böyle bir görevimiz de yok zaten.
Ancak kendimize nasıl bir ders çıkarabiliriz derseniz,kalbe emek vererek derim.
Kalp ihmale gelmez!
Çünkü ona isabet eden hastalıklar ölümcül olabiliyor.
Kalbe dikkat etmek lazım!
Kalbe emek vermek lazım!