Güzel günlerdi… Birbirimize ayırabileceğimiz daha çok zamanımız vardı.

Değişim çok hızlı ve baş döndürücü. Seksenli yıllarda oturduğumuz mahalleye ilk defa elektrik bağlanınca her gün elektrik anahtarını defalarca açıp kapattığımı hatırlıyorum. 

Telefonlar çevirmeli; PTT şubesi aranır ve görüşmek istediğimiz numara verilirdi. Eğer bağlantı kurulabilirse bir saat içinde geri dönüş yapılırdı. 

Televizyon siyah beyaz ve günde birkaç saat yayın yapardı. 

Güzel günlerdi…

Birbirimize ayırabileceğimiz daha çok zamanımız vardı. 

Şimdi çocuklarımız da biz de internetsiz birkaç saat bile geçiremiyoruz. 

Neredeyse özelimiz kalmadı. 

Yiyip içtiğimizi; gezip tozduğumuzu kendimiz paylaşıyoruz. 

Kimin ve kaç kişinin beğendiği bizi yönlendiriyor. 

Bu yeni dönemin gelişmeleri, ölçüleri ve problemleri biz hocaları da etkiledi elbette. 

Bulunduğumuz yerden yorulmadan daha çok kişiye ulaşabiliyor, söylemek istediklerimizi ulaştırabiliyoruz. 

Böylesi kolalaylıklara ulaşmanın yanında; kendi aramızda konuştuklarımızı; özel ders halkalarında belli bir altyapıya sahip olanlarla müzakere ettiklerimizi; kendi grubumuzun,derneğimizin,cemaatimizin,tarikatımızın hususi meselelerini rastgele ve kontrolsüz paylaşmanın sonuçlarını hem yaşıyor hem de yaşatıyoruz!

Süt emen küçük bebeye yedirilen bulgur pilavının çocuğu rahatsız etmesi misali, konuşulanı,anlatılanı tabii olarak anlamayanlar toptan reddetmek, başka alanlara kaçmak gibi tepkiler vermeye başladılar. 

Ehemler varken mühim bile olmayanlar insanları yordu. 

Önündeki her şeyi sürükleyerek götüren selin geldiği dere yatağında piknik yapanların hayatını kurtarmak gerekirken, gölgelikleriyle meşgul olan park görevlileri gibi olduk; oldu hocalarımız!

Herkes konuşuyor!

Her şeyi konuşuyor!

Sonra şaşkınlık yaşıyoruz. 

Nasıl bu hale geldi gençler?

Niçin sözler tesir etmiyor?

Sorular soruyoruz. 

Bir soru daha sormalıyız kanaatimce:

Bu tablonun ortaya çıkmasında benim sorumluluğum ne kadar?