Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî şöyle bir hikâye anlatır:
Süleyman Aleyhisselâm’a, dehşet içerisinde kalmış bir zât gelir. Der ki, “Ey Süleyman Hazretleri! Ben Azrâil (as) ile karşılaştım, o bana çok sert bir nazarla baktı. Ben ise çok korktum. Rüzgâra hükmetmeyi bilir misin? Eğer biliyorsan, ona emret te beni Çin, Hindistan vs. diyarına uçursun”.
Süleyman (as) ise hikâye bu ya, rüzgâra emreder. Rüzgâr ise adamı dilediği bir yere uçurur. Sonra Süleyman Aleyhisselâm Azrâil (as) ile karşılaşınca ona der ki: “Dün bana filanca kişi geldi. Senden şikâyette bulundu. Çok korku vermişsin ona. Hiddetle bakmışsın. Korkunca da benden kendisini Hint diyarlarına uçurmamı istedi. Ona niçin öyle ters baktın?” Azrail (as): “Bana verilen listede/emirde o zatın canını Hint diyarında alacağım yazılı idi. Onu burada görünce şaşırdım, acaba burada ne arıyor diye düşündüm, yoksa korkutmak maksadıyla bakmadım.”
Her canlı gibi insan da sınırlı bir ömre sahiptir. Allah’ın takdir etmiş olduğu ömür sona erdiğinde her insan Allah’ın izniyle ölümü tadar. Allah’tan başka her şey ölümlüdür. Eğer ölümden kurtulup dünyada sonsuza kadar yaşamak mukadder olsaydı hiç şüphesiz buna en layık olan Allah’ın sevdiği kulları, Peygamberleri olurdu. Oysa âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimiz bile bu dünyadan göçmüştür. Nitekim ayeti kerimede “Muhakkak sen de öleceksin, onlar da ölecekler” (Zümer, 39/30) buyurulur.
Yine şu Âyet-i Celîle ölüm gerçeği ile herkesin yüzleşeceğini ifade etmektedir. “Biz senden önce de hiçbir beşere ölümsüzlük vermedik, şimdi sen ölürsen onlar ebedi mi kalacaklar?” (Enbiyâ, 21/34)
“Her nefis ölümü tadacaktır, sizi bir imtihan olarak hayır ile de şer ile de deniyoruz, ancak bize döndürüleceksiniz” (Enbiyâ, 21/35)
Rabbimizin kanunu budur. İstisnası da yoktur. Hem ölüm bir son da değildir. Ölümlü dünya hayatından ebedî âleme bir geçiş güzergâhıdır. Ecel bir gün bizim de kapımızı çalacak, kapımız çalındığında ölüme “şimdi değil, başka zaman gel” deme imkânımız aslâ olmayacaktır. Nitekim Allah’u Teâlâ şöyle buyurmakta; “Her milletin bir eceli vardır onların eceli geldi mi ne bir an kalabilirler ne de öne geçebilirler.” (A’raf, 7/34)
Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de “O ki hanginizin daha güzel davranacağını sınamak (ve bunu size göstermek) için ölümü ve hayatı yaratmıştır.” (Mülk, 67/2) buyurmak suretiyle, hayata geliş amacımızı bize bildirmiş ve; “Öyleyse ey basiret sahipleri! İbret alın!” (Haşr, 59/2) hitabıyla da, gözlerimiz görüyorken dünyada kör olarak yaşamamayı bize öğütlemiştir.
Marifet, ölüme her an hazırlıklı bulunmak, onu güzel karşılayabilmek, ona asla Rabbimizin razı olmadığı halde yakalanmamaktır.
Allah Teala hepimize meleklerin cennetin kapısında karşılayıp “ Selam olsun size, güzel insanlar, ebediyyen kalmak üzere girin cennete.” (Zümer,73) hitabına muhatap olacağımız bir hayatı yaşamayı ve ölmeyi nasip etsin.